Ağır iş renkli ipler
Ben kendisinden bu cevabı beklememiştim. Aslında haklıydı, hiç bir farkımız olmazdı, onun veya babamın yaptığı işi veya benzerini yapardım. Ancak sorum gayet basitti ve karşılığında da basit bir cevap alacağımı sanmıştım. O ise bana ders niteliğinde bir cevap vermişti. Bu cevap aslında konuya bir girişti, devamı vardı.
Avusturya’ya önce babam gelmiş, daha sonra da amcamı getirmişti. Amcam Ali, Viyana’ya 70’li yılların ortalarında geldiği günden itibaren, girmiş olduğu inşaat firmasında doksanlı yılların sonuna kadar, 20 yıldan fazla aynı işletmede aralıksız çalışmıştı. Bence bu bir rekordur. Günümüz iş piyasasında Viyana’da , özellikle inşaat firmalarında sadece aylarla ifade edilen bir süre çalışılmaktadır. Üç ay bir firmada, beş ay öbürsünde, seneye başka bir firmada iş bulunur ve çalışılır.
Amcam Viyana’ya gelmeden önce köyümüzde çiftçilik ve çobanlık yapardı. Her köylümüz gibi amcam kışları ise Çukurova’da portakal bahçelerinde, kanallarda ve inşaatlarda çalışırdı. Çukurova’da çalışıp kazandığı parayı, ağabeyinin kazancıyla birleştirir, evleri için hayati ihtiyaç olan gazı, tuzu ve bezi telafi ederlerdi. Önce ağabeyi gurbete çıkmıştı. Daha sonra da ağabeyi onu götürmüştü Viyana’ya. Gittiği günden itibaren emekli olana kadar hep aynı firmada çalıştı.
Sorum yirmi yıl boyunca aynı firmada kendisine çıkış verilmeden nasıl kaldığıydı. “Okuttuğumuza dua et” sözünden sonra başladı anlatmaya; “Oğlum, şantiyelerde ben gönüllü olarak hep zor işlere girdim, kanallarda çalıştım, bundan dolayı da beni firmada tuttular.” Neden hep kanallara girdin diye çekine çekine sormuştum: “Dedim ya oğlum sana, seni okuttuğumuza dua et diye. İşte ondan dolayı. Hep kanalın içine girmemin bir sebebi vardı. Kanalın üstünde kalmış olsaydım, aşağıdakiler benden ölçüyle ifade edilen bir şey isteyebilirlerdi. Ben de okur yazar olmadığım için istenileni istenilen ölçüde veya ağırlıkta veremeyecektim. Gönüllü olarak başkalarının yapmak istemedikleri ağır işlere sarıldım. Böylece de firmada kalmış oldum. Okuryazar olmamak oğlum nedeni, anladın mı şimdi beni?” dedi ve sözünü bitirdi. Okuryazar bile olmayan adamın yeğeni olarak bir süre konuşamadım, yutkundum durdum. Halbuki amcam benimle, ben ise amcamla ara vermeden konuşmayı severdik.
Amcamla Avusturya’da yaşamını nasıl sürdürdüğünü konuşurken ve bu konuşmalarımızı düşündüğümde hep Türk mizahının ustası Aziz Nesin’i anımsarım. Tunç Okan’ın Otobüs adlı bir filmi vardı. Otobüs filminde, dolandırılan bir grup Türk vatandaşının Avrupa macerasında karşılaştıkları sorunlar anlatılmaktaydı. Film, Türk basınında o zamanlar bir “harika” olarak değerlendirilmişti. Filmi Türkiye'de olumsuz eleştiren tek kişi Aziz Nesin’di.
Aziz Nesin, Otobüs filmi ile ilgili düşüncesini Atilla İlhan’ın o zamanlar çıkarmış olduğu Sanat Olayı dergisine yazmıştı. Hatırladığım kadarıyla Aziz Nesin Otobüs filmini o zaman aşağı yukarı şöyle eleştirmişti: Türkler kıvrak zekâlıdır, en zor şartlarda bile sorunlarına mutlaka bir çözüm yolu bulurlar. Türkler temizdir, yattıkları yere katiyen pislemezler. Türk mizahının ustası Aziz Nesin Türklerin kaçta kaçı nedir açıklamasını yapmadan önce filmi eleştirirken Türklerin kıvrak zekâlılığına ve temizliklerine vurgu yapıyordu. Aziz Nesin’in bu sözleri o zamanlar sadece Sanat Olayı Dergisi sayfalarında kalmıştı, sadece derginin okuyucuları haberdardı. Aziz Nesin’in de tespit ettiği Türklerin kıvrak zekâlılığına ait örnekleri kendilerine danışmanlık yaptığım mesleki yaşamımda sık sık rastlamışımdır. Amcamın aynı firmada kalabilmenin çaresinin ağır işlere sarılmaktan geçmesi de Aziz Nesin’i haklı kılmıyor mu diye düşünmüşümdür.
Sorunlara çare bulmanın örneklerinden bir tanesi daha vardır ki çocuklarıma anlattığımda bana inanmamışlardı. Harf ve rakamları bile bilmeyen amcam, kalmış olduğu haymdan (Avusturya'da bekâr göçmen işçilerin kaldığı ev) bacanağı tarafından evine misafirliğe götürülür. İki yerin arasındaki mesafe tramvay ile yaklaşık bir saat kadardır. İlk defa gitmektedir bacanağının evine. Bacanak “Ali sana evin yolunu göstereyim, bir dahaki sefere sen tek başına gelirsin” der.
Amcam bir defa gittiği yolda daha sonra tek başına gider ve gelir. Ancak bu bacanağın tarifi ve gösterdiği yolu iyice öğrenmesinden dolayı değildir. İşte Aziz Nesin’in en zor şartlarda bile bir çözüm bulabilme kıvrak zekâlılık tespiti buradadır.
Ali amcam yola çıkmadan önce renkli ipler koymuştur cebine. Yol üzerinde bindiği, indiği, döndüğü ve durduğu her yere belli olsun diye cebindeki iplerden birer birer bağlayarak, eve kadar gitmiştir. Bir sonraki ziyaretinde bacanağının evini o iplerle işaretlemiş olduğu yolu takip ederek bulur.
Aziz Nesin’in “Türkler en zor şartlarda bile bir çözüm bulur” tespitine ek olarak, amcamın gözleri görmeyen ve kilometrelerce uzakta olan bahçesinden, köydeki evine yalnız gelen Âşık Veysel’ in de köylüsü olduğunu belirteyim. Bu vesile ile amcam Ali ve babam Veli’yi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.