Şule Perinçek yazdı: Zorlukları aşmak için milli irade milli eğitim
Vatan Partisi MYK Üyesi Şule Perinçek, ''Zorlukları aşmak için milli irade milli eğitim'' başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Türkiye'miz geçmişte tarih yapılacak eşikleri büyük başarılar kazanarak, devrimler yaparak aşmıştır. Dünyadaki milletlere örnek oluşturacak büyük çözümlere önderlik etmiştir. Yine öyle bir eşikteyiz. Zorluğu yaşıyoruz. Buradan da bir Üretim Devrimiyle çıkacağız.
Bu bir hayal değil.
Zorlukları altedecek, köklü çözümleri yaşama geçirecek milli iradeyi yaratmamız gerekir.
Bu nedenle 1-3 Aralık'ta toplanan çalışmalarına katıldığımız 20. Milli Eğitim Şurası bu açıdan da anlamlıydı.
EĞİTİMİN GÜVENLİĞİ
BMM’nin 23 Nisan 1920'de açılışından sonra hemen ikinci günü, 25 Nisan'da Mustafa Kemal Paşa'nın Meclis'te bir hükümet kurulması tartışmaları sırasında söylediği gibi “Beklemeye müsait olmayan işler” vardır.1
Hangi işlerdir onlar?
1 Mayıs 1920’de Mustafa Kemal Paşa Meclis'e bir kanun tasarısı sunar. Orada sayılır.
“Şeriye ve Evkaf, Sağlık ve Sosyal Yardım, İktisat (ticaret, ziraat, orman ve madenler), Maarif, Adliye ve Mezhepler, Maliye ve Gümrükler, Bayındırlık, Dahiliye (genel güvenlik, posta ve telgraf), Milli Müdafaa, Dışişleri, Genel Kurmay...” 11 Bakanlık.
Maarif sağlık ve ekonomi işlerinin hemen ardından yasada sayılır.
Maarif Vekilliği kuruldu ve ilk iş olarak eğitimin millî bir anlayışla örgütlenmesine girişildi. Bütün milletin seferberliğiyle, varlık yokluk mücadelesi verildiği savaşın en şiddetli günlerinde, 25 Kasım'da Meclis'te alınan karar maarifin bugün açısından da önemine işaret ediyor. Öğretmen ve öğrencilerin askerlik yükümlülükleri ertelendi. Ki o zaman art arda Trablus, Balkan, Çanakkale'de bu millet savaşmış, ağır kayıplar vermiş. Talât Paşa'nın söylediği gibi yerden taş bulsalar asker yapıp cepheye gönderecekleri günler...
BİZİ YAŞATMAMAK İSTEYENLERE KARŞI MİLLİ EĞİTİM
15 Temmuz 1921'de de Ankara'da Maarif Kongresi toplandı.
Birçok öğretmen canını tehlikeye atıp savaş alanlarından geçip geldi.
Çünkü,
“Bizi yaşatmamak isteyenlere karşı yaşamak hakkını müdafaa etmek isteyen”2 bir Türkiye vardı.
Milli bir eğitim programı gerekliydi.
Bu “Doğu'dan ve Batı'dan gelen yabancı tesirlerden uzak ve milli karakterimizle orantılı bir kültür” demekti. “Milli dehamızın gelişmesi ancak böyle bir kültür ile” mümkündü. Yaratacağımız kültür, milli kültür zeminiyle; o zemin ise milletin karakteriyle orantılı” olmalıydı. Çocuklarımızı ve gençlerimizi yetiştirirken, birliğimize ve varlığımıza taarruz eden her kuvvete karşı müdafaa kabiliyetiyle donanmış bir nesil” yetiştirmeliydik.
İşte bugün de o görev bu Şura'nın önündeydi. Hem de çok yakıcı bir biçimde.
Çocuklarımızı daha okul öncesi hatta kreşlerden, söylenen ninnilerden başlayarak o bakış açısıyla eğitmeliyiz.
Her maddeyi o bakış açısıyla ele almalıydık. Biz de Şûra'da “Temel Eğitime Erişimin ve Eğitimde Niteliğin Artırılması” Özel İhtisas Komisyonu'nda Ulusal Strateji Merkezi'ni temsilen katkımızı o açıdan sunmaya çalıştık.
Vatan Partisi Kamu Çalışanları Bürosu kapsamlı bir öneri hazırlamıştı. Şûra'dan önce Talim ve Terbiye Başkanı Prof. Dr. Cihad Demirli'ye Büro Başkanı Sefa Koçoğlu'yla birlikte sunmuştuk.
EĞİTİM BİR HAKTIR YAKALANACAK FIRSAT DEĞİL
Eğitim bir haktır. Bu bilinci, bu haklarına sahip çıkmayı topluma belletmek de bizim görevimizdir. “Eğitimde fırsat eşitliği” diye ifade edilmesine Komisyon'da karşı çıktık. O zaman “o fırsatı yakalamak üzere yarışan çocuklar” anlayışı eğitime egemen olur.
Eğitim hakkından yararlanmada fırsat eşitsizlikleri vardır.
Bu eşitsizlikleri nasıl ortadan kaldırırız.
Bunu beş alanda saptıyoruz.
1- Bölgeler arası eşitsizlik
Yalnızca Doğu ve Batı değil, İç Anadolu ve Karadeniz'de erişimde büyük eşitsizlikler yaşanıyor. Bizim bulup çıkaracağımız, ulaşacağımız, büyük değerler yaratabilecek çocuklarımız var. Milli birlik ve bütünlük anlayışının gelişimi için devlet her alanda hizmet götürmeli, doğrudan üretime yönelik yatırım teşvik ve projeleri geliştirilmelidir. Kendi bölgelerinde ihtiyaca ve doğa koşullarına uygun eğitimleri ve istihdamları sağlanmalıdır.
2- Köy ve kent çocukları arasında eşitsizlik.
Buna kentler arası ve özellikle büyük kentlerde kent merkezi ve çevresi arasındaki eşitsizliği de katmak gerekir.
Eğitimle ilgili alınacak kararlar bir bütün olarak düşünülmeli. Örneğin bu eşitsizliği ortadan kaldırmak için mutlaka tarım desteklenmeli, girdi maliyetleri düşürülmeli, köyden kente göçe zorlayacak koşullar ortadan kaldırılmalı, 6360 Sayılı Büyükşehir Yasası değiştirilmeli, taşımalı eğitime son verilmeli, Köy okulları ihtiyaca uygun yapılandırılmalıdır.
3- Kız ve erkek çocuklar arasında eşitsizlik
Ebeveyn eğitimine önem verilmeli, ekonomik yapısal değişiklikler yapılmalı, kız-erkek ortak kültürel faaliyetler yapılmalı, spor ve sanat faaliyetleri , kurslar düzenlenmelidir. Değer yargılarının oluşmasında, olanların değişiminde sinemadan tiyatroya kadar farklı yöntemler denenmelidir. Taşımalı eğitim de birçok yerde kız çocuklarının eğitim haklarını kullanmalarının önüne geçmektedir. Okuyan ve meslek sahibi olan kız çocuklarına iş konusunda öncelik tanınmalı, aile bütçelerine katkıları ve ekonomik kazanımları kolaylaştırılmalıdır. Ders alanları arasında da cinsiyet ayırımı yapılmamalıdır. Çocuklarımız böyle yönlendirilmemelidir. Bazı araştırmalarda matematik soruları sorulduğunda erkek öğrencilerin, sözellerde de kız çocuklarının yüzüne bakıldığı, bunun bile bir yönlendirme olduğu saptanmıştır.
4- Engelli çocukların erişim zorluğu.
Genellikle bu erişim zorluğunu aşmak annelerinin omuzları üzerine yükleniyor. Devlet yükü paylaşmalı, annelerin üretime katılmalarının yolu sağlanmalıdır. Öncelikli sayılmalılar. Engelli çocuklarımıza sadaka değil eğitimle üretime katkılarının önü açılmalıdır. El becerilerinden sanata müziğe kadar yaratıcılıklarını uzmanlar danışmanlığında ortaya çıkarmalıdır.
5- Kültürel yönlendirme ve dayatmalarla Türkiye'mizin eşitsiz konumlanması
Türkiye genç ve dinamik nüfusuyla, kadim uygarlık mirasıyla bugün yükselen Çağın öncülerindendir. Oysa tersi bir bilinç verilmek isteniyor. Bütün müfredat ve ders ve yardımcı kitaplar bile bu açıdan gözden geçirilmelidir.
“Küresel vatandaşlık bilinci” kavramı nasıl tanımlanıyor?
“Küresel sorunlara yerel çözümler üreteceksiniz. Sınırları ve coğrafyayı aşan tüm insanlığa karşı sorumluluk duygusu geliştireceksiniz. Milliyet ve diğer yerel kimlikleri ikinci plana alacaksınız”.
Milliyet ve kimliğinden koparılmış bir insan gücüyle zorlukları nasıl aşacaksınız.
Biz futbol takımlarında bile bu heyecan, anlayış ve imanla karşı takımın kalesine koşuyoruz. Aramızda ezeli rekabetlerin renk farkı kalmıyor. Hepimiz kırmızı-beyaz oluyoruz.
Ya da sınav sorusunda öyle bir “gelişmiş ülke” tanımı yapıyorsunuz ki, çocuk doğrudan işaret edilen “Japonya” seçeneğine yönlendiriliyor. Daha ilk yıllardan “sen gelişmemiş bir ülkenin çocuğusun” anlayışı veriliyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın konuşmasındaki vurgu anlamlıydı. Biz çocuklarımızı geleceğin bilgisiyle donatacağız.
Ekonomik Savaş diyoruz.
Yükselen Asya Çağı diyoruz.
Biz hedeflediğimiz üreten Türkiye'nin insan işgücünü nasıl yetiştireceğiz?
Bugün Türkiye çürüyen ve çöken, bireyci emperyalist Batı sisteminin zincirlerini kırıyor. Örneğin Türkiye 1945’lerde Atlantik sistemine girmesinin ardından 1949 yılında ABD ile Fulbright Anlaşmasını “eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek” için imzalamıştı. Anlaşma gereği oluşturulan Komisyonda ABD’li uzmanlar var, ABD Büyükelçisi doğal üye kabul ediliyor, ABD Dışişleri Bakanı’na da veto yetkisi veriliyor.
ABD'yle ortak anlayışa sahip bir eğitim sistemi ve insan gücüyle ne yapabilirsiniz?
Ancak Biden gemisinde tayfa olursunuz.
Anlaşmaya son verilmelidir. Tıpkı İstanbul Sözleşmesi gibi.
Bütün ders kitapları ve anlaşmalar, sınav sistemleri, Erdoğan’ın 10 Kasım 2021 günü yaptığı konuşmada vurgulandığı gibi “Atatürk’ün hayatıyla çizdiği yol haritası”na uygun olarak, bu açılardan gözden geçirilmelidir. Türkiye her alanda tutarlı bir biçimde ilermelidir. İlerleyecektir. Başka seçeneğimiz yoktur.
DOLAR DEYİNCE AKLINIZA NE GELİYOR
Dolar deyince bütün basın ve “yorumcularının” aklına araba fiyatları geliyor, ikinci el mi sıfır mı sorununda konu derinleştiriliyor; kağıt fiyatı deyince de otomatik tuvalet kağıdına bağlanıyorlar. Ne desem acaba?? Benim de doların ederini duyunca rengim sararıp soluyor çiftçinin gübre fiyatı aklıma geliyor, kağıt fiyatı fırlayınca yerimden zıplıyorum eyvah diyorum... Aydınlık gazetesi çalışanlarımız ne yapacak...
TRUMP VE KILIÇDAROĞLU
Kılıçdaroğlu'nun konuşması, hâl ve hareketleri, tarzı giderek Trump'a benzemeye başladı sanki... Beyaz gömlek kolu kıvırmalar, evin mutfağında gençlere telefon dağıtmalar, güya halk dilinde laubali laubali, senli benli konuşmalar, el haketleri... aynı şirket mi yönlendiriyor acaba... Bu Amerikalıların aklı ancak buna erer. Hiç yaratıcı değiller. Trump zaten doğadan ve doğumdan olma öyle... yani Amerikalı. Sonradan görme ve olma değil... ABD yapıştırıcısıyla yapıştırsan yine de olmuyor, eğreti duruyor...
DİLİNE KURBAN
“Bu hafta antika pazarından payımıza ablanın annesine yadigar ettiği tasviri düştü.
'Sevgili anneciğime: Şefkatle dolu nazarlarınız beni aramak ihtiyacını hissederse, tasvirimin hürmetkar manâlarını gözlerimde arayınız, olmaz mı? 2 Eylül 1336 (1920)
Prestişkâr kerimeniz Behiye”