Türkiye'nin Vatan'a ihtiyacı var

Ülkemizin en temel ihtiyacı, dik duruşa sahip milli bir yönetimdir. Ekonomik kalkınma için tek şansımız kadroları zindanlarda bile dik duran Vatan Partisi’dir

Türkiye'nin Vatan'a ihtiyacı var

PARTİLERİN seçim bildirgelerinde seçmene bolca rüşvet var. Peki, Batı’nın bu iktisadî vesayeti sürdükçe, vatandaşın refah seviyesini gerçek anlamda yükseltmek; bu boyutlarda bir cari açıkla ekonomik istikrarı sağlamak mümkün müdür? Türkiye millî bir iktisat siyaseti izlemedikçe bu devrevî krizlerle sarsılmaya mahkûmdur. İkinci Dünya Harbi’nden sonra, Plânlı Karma Ekonomi’den vazgeçerek, Serbest Piyasa Ekonomisini benimsememizin bedelini çok ağır ödedik ve partilerin seçim bildirgelerine bakılacak olursa, bedel ödemeye devam edeceğimiz anlaşılıyor! Şu anda Meclis’te temsil edilen partilerin hepsinin temel hedefi Avrupa Birliği’ne üye olmak! Tam üyelik görüşmelerinin bir oyalama olduğunun hâlâ daha anlaşılamaması nasıl bir akıl tutulmasıdır? Yıllar önce, Alman Dışişleri Bakanı Fischer’in Danimarka Dışişleri Bakanı’na, “Türkiye hiçbir zaman üye olamayacak. Türkiye’yi önce uyutalım, sonra unutalım” derken mikrofonlara yakalandığını hatırlatalım!

Bu gerçeklere rağmen, Millî Devlet yapımızı açıkça hedef alan Avrupa Birliği üyeliğinde, nasıl bu kadar ısrarlı olunabilir? Böyle bir siyasî zihniyet, ekonomimizi Batı’nın vesayetinden kurtaracak dik duruşu gösterebilir mi?

CHP yöneticileri, “1930’ların CHP’si olmadıklarını” söylüyorlar! Batı’nın has adamı Kemal Derviş yine gündemde! Peki, Türkiye 1930’ların ruhunu benimsemeden, bu coğrafyadaki varlığını sürdürebilir mi? Türkiye, Lozan’da en büyük mücadeleyi, kapitülâsyonların kaldırılması konusunda verdi. Bugün, ‘dostlarımız’ ve de ‘müttefiklerimiz’ olan Batı emperyalizminin temsilcileri, Lozan’da, kapitülâsyonların kaldırılmasına şiddetle karşı çıkmışlardı. ABD baş delegesi Child, Lozan’da, ‘kapitülâsyonların kaldırılmasını, dünyanın toplumsal güvenliğini ve ekonomik güçlerin işbirliğini sağlamak için pek gerekli olan milletlerarası iyi niyet ve dürüstlüğün temelinde yatan ilkelere bir aykırılık olduğunu söyler’ ve “Bu nedenle Türkiye kapitülâsyonları kaldıramaz. Türkiye’nin çıkarları da bunu gerek- tirmektedir. Zira Türkiye’yi ancak yabancılar kalkındırabilir” görüşlerini savunmuştu! ABD ancak 1932’de, kapitülâsyonların kalktığını kabul edecektir! (Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi, s. 347, 352)

EKONOMİK ESARET

Cumhuriyet öncesindeki iktisadî perişanlığımızın sebepleri iyi bilinmelidir. Rus sosyalisti Parvus, 1913’te, Türk Yurdu dergisinde, ekonomimiz hakkında şu tespitleri yapmıştı: “Türkiye, Avrupa emperyalizminin avucuna girmiştir! Düyûn-i Umumiye, yani borçlar meselesi tarihte eşi görülmemiş bir malî dolandırıcılık ve ekonomik soygundur.” Düyûn-i Umumiye rejimi sürdükçe, kalkınma için dış yardıma başvurma anlayışından vazgeçilmedikçe, liberal ekonomi yolundan gidildikçe, Türkiye’nin kalkınmasının imkânsız olduğunu söyleyen Parvus, Türk aydınlarını, “Türkiye ekonomik esaretten kurtulmadıkça siyasî esaretten kurtulamaz” diye uyarıyordu. (Niyazi Berkes, 200 Yıldır Neden Bocalıyoruz?, s. 91)

Lozan’da kapitülâsyonların kaldırılmasını kabul ettirmiştik. Fakat bunun ‘küçük’ bir şartı vardı; 6 yıl daha eski gümrük tarifelerini uygulayacaktık! Gümrük hâkimiyetini ancak 1929 yılında sağlayabildik. 1929’dan önce ithalatta alınan gümrük vergilerimiz % 12.9 iken, 1929’da % 45.7’ye yükseltilir.Bu yüzden, 1923 yılında 60 milyon lira olan dış ticaret açığı, 1929 yılına gelindiğinde 101 milyon liraya yükselecek; fakat gümrüklerimize hâkim olduğumuz 1930 yılında dört milyon lira fazla verecektir. 1938 yılındaki 5 milyon lira açık dışında, diğer yıllar hep dış ticaret fazlası ile kapanacaktır. (Prof. Mustafa A. Aysan, Atatürk’ün Ekonomi Politikası, s. 177)

Atatürk’ün, ilk Başvekil olarak atadığı İsmet Paşa’ya mektubu, günümüzün siyasetçileri tarafından dikkatle okunmalıdır: “Hedefimiz Millî İktisat! Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadî bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. (..) Bu durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. (..) Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun.” (Kurtul Altuğ, Aydınlık, 6 Temmuz 2013)

YOKSULLARIN PARASIYLA KALKINDIK

Falih Rıfkı Atay da, ekonomik kalkınma davasının güçlüğü hakkında şu düşündürücü tespiti yapar: “Her şey yapılacak ve 1911’den, 1922 sonuna kadar dört harp geçiren, yanan, yıkılan, milyonlarca evlâdını kaybeden, üstelik bütün gelir kaynakları sıfıra inen, ‘vatan yoksullarının’ parası ile yapılacaktı. Bilmiyorduk! Bir bilen ve öğreten de yoktu. Mekteplerde okudukları veya okuttukları on dokuzuncu asır iktisat teorileri ile yeni devlete nasihat verenleri dinlesek, kollarımızı kavuşturup bir asır beklemeli idik. ‘Devlet demiryolu yapamaz. Kitapta yeri yok’ sesleri geliyordu. Demiryolunu imtiyazlı yabancı şirketler yapmalı idi.” (Çankaya, s. 451, 544)

Falih Rıfkı, devletçiliğin yeni Türkiye’de milliyetçilik demek olduğunu, amaçlarının da “Bu geri Asya memleketini, ileri Avrupa memleketi hâline getirecek her şeyi, her şeyi temelinden kurmak olduğunu” belirtir ve ilk hedefleri şöyle açıklar: “Ekmeğimizi kendi unumuzdan yoğurmak, şekerimizi kendi pancarımızdan almak, bezimizi kendi pamuğumuzdan dokumak! Ah bunda bir muvaffak olunsaydı! 1923 kafası ve iradesi imkânsızlığa meydan okumuştur. Doğru, eğri, eksik, tamam; fakat ‘Türk’ün yapamayacağı’ sabit fikrini yenmiştir” (Çankaya, s. 453)

İşte 1946 yılındaki 250 milyon dolar döviz rezervi ve 100 milyon dolar cari fazla bu Millî İktisat siyasetinin sonucuydu. (Türkiye Tarihi, Cilt IV. s. 343)

VATAN YAPAR

Son 12 yılın 500 milyar doların üzerindeki cari açığı ise bu Millî İktisat siyasetinin terk edilmesinin sonucudur. Türkiye 1930’ların ruhunu yeniden yakalamak zorundadır. Fakat ne yazık ki, Meclis’te temsil edilen partilerin, dönüp arkaya bakmak gibi bir niyetleri yok! Bu bakımdan, Vatan Partisi’nin bu gerçeği çok iyi kavrayarak temel ilkesi hâline getirmiş olduğunu görmek bu ülkenin geleceğine ilişkin umutlarımızı güçlendiriyor.

Vatan Partisi’nin kadroları zindanlarda bile dik durdu. Ermeni soykırımı iftirası, 152 adamızın Yuna- nistan tarafından işgali konusunda verdikleri mücadele ve Millî Hukukumuzu savunmada gösterdikleri kararlılık takdire şayandır. Bugün Türkiyemizin en temel ihtiyacı, dik duruşa sahip millî bir yönetimdir. Şu anda siyaset sahnesindeki, bu vasfa sahip en etkili gücün Vatan Partisi olduğuna inanıyoruz.

İsmail Şefik Aydın

Aydınlık

Vatana