TTP ve TTIP’nin Türkiye ekonomisine etkileri

TTP ve TTIP’nin Türkiye ekonomisine etkileri

Kemal Kirişçi ve Sinan Ekim’in ortak çalışması olan ve ABD Alman Marshall Fonu Düşünce kuruluşunda yayımlanan, 29 Mayıs 2015 tarihli “Neden AB-Türkiye Gümrük Birliğinin tekrar gözden geçirilip modernize edilmesi Türkiye için önemlidir,” başlıklı yazıya hitaben yazılmıştır.

Türk hükümeti ve Avrupa Birliği, 1995 yılında Türkiye’nin imzaladığı Gümrük Birliği anlaşmasında bir takım değişiklikler yapmak için ikili müzakereleri başlatmaya karar verdiler. Gümrük Birliği anlaşmasının tekrar gözden geçirilmesinin nedeniyse hali hazırda ABD’nin öncülüğü ile yürütülen Trans-Pasifik Ortaklığı (TTP) -Asya ve Pasifik ülkeleri ki bunlar Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur, ABD ve Vietnam (Randi Brown, Brooking Enstitüsü, Mayıs 20, 2015, “TTP? TTIP? Temel Başlıklarla ticaret anlaşması şartlarının açıklanması”) ile Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP), Avrupa Birliğine bağlı ülkelerle yapılmak istenen ticaret anlaşmalarının etkisidir.

Obama yönetimi TTP müzakerelerinde yeterli desteği elde ederse, başkanlık süresi dolmadan TTP’yi sonuçlandırmak ve TTIP’nin de bir sonraki müzakere aşamalarına bir an önce geçmek istiyor. Her iki ABD projesinin başarılı olması durumunda, TPP ve TTIP’ye imza atan ülkeler dünya Gayri Safi Yurtiçi Hâsılası’nın (GSYH) üçte-ikilik bir bölümünü ellerine geçirmekle kalmayıp, 21. yüzyıl dünya ticaret hacmine de temel kurallar koymuş olacaklar.

Kirişçi ve Ekim yazılarında, bütün bu ekonomik gelişmeler olurken Türkiye’nin bir ekonomik büyüme sıkıntısı çektiğini, GSMH’nin önemli ölçüde yavaşladığını ve komşu ülkelerdeki hali hazırda devam eden kaosun Türk ihracat pazarını olumsuz etkilediğini ifade ediyorlar. Diğer taraftan Türk hükümeti de, bu ekonomik olumsuzlukları göz önüne alınarak, TTIP müzakerelerine katılarak yeni ticari pazarlar ve sektörlere ulaşmak istiyor. Türkiye’nin mal ve hizmet alanında dış ticarete olan bağımlılığı kimi akademik, bürokratik ve iş çevrelerince de kabul edilmekle birlikte bu ekonomik gelişmenin dışında kalınılmaması yönünde hem fikirler.

Kirişçi ve Ekim’in ortak gözlemleri, Türkiye’nin TTIP’ye girememe durumunda, AB ile Gümrük Birliği anlaşmalarında yapılacak iyileştirme çalışmalarının ki buna modernize edilmesi diyebiliriz, Türkiye’nin TTIP’ye girememesinden kaynaklanacak kaybını bir nebze olsun önlemiş olacağı gibi Türkiye’nin ABD ile olan İkili Serbest Ticaret Anlaşması (FTA) ile gelecekteki ticari hacminde bir büyüme beklentisi içinde olacağı yönünde.

Giderek artan ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan Türkiye’nin jeopolitik konumu hala önemini korurken, baştaki Türk hükümetinin hedefi 2023 yılına kadar, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılına kadar, Türkiye’nin dünyanın 10 büyük ekonomisi arasına girmesi.

TTIP’yi kabul etmekle, AB ile olan Gümrük Birliği anlaşmasının modernize edilmesiyle ve ABD ile yürütülecek olan İkili Serbest Ticaret Anlaşmaları sonucunda, Türkiye’nin bugünkü zorlukları yenebileceği ve bölgede tekrar bir üstünlük sağlayabileceği vurgulanıyor. Konu hakkında ekonomiden sorumlu Bakan Nihat Zeybekçi ve Avrupa Birliği Ticaret Temsilcisi Cecilia Girdap Avrupa Gümrük Birliği anlaşmasının modernize edilmesinde hem fikirler. Anlaşmanın tekrar gözden geçirilmesiyle 2007’li yıllarda başlayan ve orta gelirli kesimin gelir dağılımındaki sorunun çözüleceği, ekonominin tekrar canlanacağı ve 21. yüzyılın gelişen ticaret düzenine Türkiye’nin ayak uyduracağı düşünülüyor. Ancak bunun olabilmesi için Türk hükümetinin gerekli reformları yapması, yeni sektörleri devreye sokması ve özellikle de kamu ihalelerini bu reformlara katması gerekliliği vurgulanıyor.

AB Gümrük Birliği’nin Türkiye’ye getirisinden çok götürüsünün ne olduğunu az buçuk biliyoruz. Peki TTP ve TTIP nedir, Türkiye’ye etkisi ne olabilir?

2013 tarihinde dünya kamuoyuna bu iki anlaşmanın varlığı duyurulmuş ve anlaşmaların imzalanmasının hedeflendiği tarih 2017 olarak belirtilmiştir. Öncelikle Türkiye’yi ilgilendiren TTIP’yi ele alırsak ki adından da anlaşılacağı gibi TTIP en çok AB ülkelerini ilgilendiriyor; TTIP çok geniş kapsamlı sonuçları olan serbest ticaret anlaşmasıdır. Her ne kadar anlaşma desek de anlaşma metinlerinin içeriği tam olarak bilinmemekte, çok gizli olarak tutulup, görüşmeler kapalı kapılar ardında yürütülmektedir.

Florida 9. İlçe Kongre ABD Temsilcisi ve Demokrat Parti üyesi olan Alan Mark Grayson, TTIP’nin kendisine verilen sansürlü bölümünü okumuş, ancak temsilcinin konu hakkında kamuoyuna bilgi vermesi yasaklanmıştır. Grayson, sansürlü haliyle bile, TTIP’nin bir ticari anlaşmanın ötesinde “ülkemizin (ABD’nin) egemenliğini şirket çıkarlarına devrediyor,” demekle yetinmiştir.

Yine anlaşmanın ifşa olan bölümlerinin yorumları arasında en çarpıcısı, TTIP’nin demokrasiyi tehdit ettiğidir. Eğer kabul edilirse, şirketler, kamu yararını hiçe sayarak ve gelecekteki kar marjlarının düşebileceğini ileri sürerek devletleri dava etme hakkını elde ediyorlar. Örneğin, Amerikan enerji firması Lone Pine Resources Inc. NAFTA (North America Free Trading Area- Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi) anlaşması çercevesinde Quebec, Kanada’ya 250 milyon dolarlık tazminat davası açmıştır. Quebec, St. Lawrence Nehri’nin fracking’den (kaya gazından petrol elde edilmesi) olumsuz etkileneceğini düşünerek Quebec halkının kararı ile bölgede fracking çalışmalarını yasakladı ve firmanın arama ve çıkarma iznini iptal etti. Lone Pine firması da gelecekteki olası kar marjını düşürdüğü gerekçesi ile Quebec’e tazminat davası açtı. Bu tür davalar “arbitrary” yani Uluslararası Ticari Tahkim hakemleri aracılığıyla yine kapalı kapılar ardında ve hatta kamuoyuna hiç duyurulmadan, ortada çok büyük paraların döndüğü bir uluslararası ticari anlaşmazlıkların bilinen halkın anladığı hukuk kurallarından tamamen uzak bir uzlaşma mekanizmasıdır. TTIP ile bu tür tazminat davalarının ve tahkim hakemlerinin fazlalaşacağı kesindir.

TTIP ile sağlık, eğitim, enerji ve su gibi kamu hizmetlerinde liberalleşmeye yani özelleştirmeye gidilecek, kamu yararına olan bu hizmetler kamunun kontrolünden çıkacak, hatta millileştirilmesi bile imkansızlaşacaktır.

TTIP’deki uyum yasaları gereği AB’nin gıda güvenliği ve standartları ABD standartlarına indirgenmiş olacak ve böylelikle GDO, yani genetiği değiştirilmiş, hormonlu ve fazla miktarda ilaçlanmış gıdalar AB ülkelerinde de satılabilecektir.

Diğer bir korku ise TTIP’nin çevre, doğa, ve insan sağlığına etkisidir. AB’ye üye olan ülkelerin çevre ve doğayı koruma yasaları ABD’ye oranla daha katıdır. Ancak yine ABD ve AB arasındaki uyum yasaları gereği AB’ye üye ülkelerin yasaları ABD’nin düzeyine indirgenecektir. Böylelikle ABD’de fracking olarak adlandırılan kaya gazından petrol elde edilmesi tüm üye ülkelerde birden yaygınlaşacaktır. Günümüzde kamuoyu tarafından hala fracking’in ne olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte, ABD’de fracking şirketleri tarafından mülkiyet hakları ellerinden alınan ve yerleşim yerlerini terk etmek zorunda bırakılan insanlar vardır. Bunun yanında fracking yapan şirketler yeraltına pompaladıkları ve dolayısıyla yeraltı su tablasına ulaşan kimyasal maddelerin ne olduğunu çok gizli tutmakta ve hukuki yönden de bir yaptırıma maruz kalmadan operasyonlarına devam etmektedirler. Bağımsız bilim adamları, yaptıkları incelemelerde yeraltı su tablasına ulaşan bu kimyasal atıkların, fracking yapılan bölgede 50-60 yıla kadar her türlü yaşamın imkânsız hale geldiğini belirtmektedirler.

TTIP’de diğer dikkat çeken bir husus da işçi haklarının tehdit altında olduğudur. AB ile ABD kıyaslandığında AB’ye üye ülkelerde işçi hakları ABD standardının çok yukarısındadır ve böylelikle işçiler haklarını uyum yasaları çerçevesinde kaybedeceklerdir.

TTIP’den sızan belgeler doğrultusunda ve Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edilmeyen ACTA (Anti-Counterfeiting Trade Agreement) yani Sahtecilik Karşıtı Ticaret Anlaşması, tekrar masaya gelebilir ve böylelikle internet hizmeti veren şirketler müşterilerine casusluk yapmak için zorunlu tutulacaktırlar.

AB’ye üye ülkelerin penceresinden bakıldığında TTIP Finans ve Bankacılık sektörüne de büyük bir tehdit oluşturmaktadır. 2008 yılından beri finans sektöründe özelliklede bankacılık alanında yapılan ve gelecekteki mali krizleri önleyici birçok düzenleme TTIP ile rafa kaldırılacaktır.

Aslında, TTP ve TTIP’yi imzalamayan ülkeler de, imzalayanlar kadar tehdit altındadır. Çünkü serbest ticaret politikası ile anlaşmayı imzalamayan özellikle de yoksul ülkeler baskı altına girecek ve yapılacak olan ticari müzakerelerde onlara hiç bir şans tanınmayacaktır.

Konuyu Türkiye açısından ele aldığımızda, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılma sebeplerini tekrar gözden geçirmek gerekiyor. Tarihin tozlu sayfalarında Osmanlı İmparatorluğu’nun idam fermanı olarak geçen “1838 Ticaret Anlaşması” ne ise, AB ile 1995’de imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması ve önümüzdeki TTP ve TTIP ile eş değerdedir. Tüm yeraltı ve yerüstü varlıklarını Batılı sömürgecilere kaptırılacak, imzalandığında sonsuza kadar devam edecek olan kapitülasyonlar yani imtiyazlarla ülke dış mihraklara teslim edilecektir; aslında edilmiştir bile. Ticarette bilinen “ceketimi alıp, çıkar giderim” bile TTIP’de uygulanamaz; çünkü ceket terk edenin değildir artık.

Aranızda işler kötüye gittiğinde “Millileştiririz canım,” diyenleri duyar gibiyim. Mustafa Kemal Atatürk ve düşün arkadaşları Millileştirmeyi başarmıştır, doğrudur; ancak, TTIP ile Millileştirmenin önü kesilmiştir. İmza atıldığı anda geri dönüşü imkânsız olan bir yola girilir ve hala Millileştirmede dilenilirse doğacak torunlarının torunları dahi borç altına girer. Seçim senin Türkiye’m.

Nalan Erol

Vatan Partisi Üyesi

Şikago-ABD

ulusalkanal.com.tr