Onur Sinan Güzaltan yazdı: Hayal ve kâbus arasında Kahire
Kahire asırlar boyunca, fatihlerin, düşünürlerin, gezginlerin, maceraperestlerin ve yazarların peşinden koştuğu, sonrasında içinde kayboldukları bir şehir oldu
Mısırlıların deyişiyle, Ümmül Dünya’nın (Dünya’nın anası) başkentidir Kahire. Fatihlerine imparatorluk yolunu açan şehir, fakirlerine zulmün bin türlüsünü yaşatmaya ant içmiştir. Şehrin içlerine uzanan Nil Nehri, buyurgan, anaç ve bereketle karşılar misafirlerini.
KAHİRE’NİN DÜNÜ
Kahvehanelerinde bitmek bilmeyen nargile sefaları eşliğinde evren, insan, geçen gün, sokaktaki kediler, ülkenin ve dünyanın siyasi durumu ve az ötede oturan güzel kızın ne zaman evleneceği üzerine sohbetler sürer gider.
Geceleri nehrin üzerinde, rengarenk ışıklar eşliğinde tekneler belirir. Nehirden kıyıya müzik sesi ve göbek atan kadınlı, erkekli grupların kahkahaları vurur.
Pazar yerlerinde, denizdeki dalgaları andıran bir kalabalık, dükkânların kapısını aşındırır. Uçuşan tavuklar, bin bir çeşit baharatlar, kocaman gözlü balıklar, firavun suratlı köpekler ve sonunda kavgaya dönüşen uzun pazarlık seansları…
Kahire’de gün geceye döner. Şehrin etrafını saran mağrur fakat bir o kadar zalim çölden gelen soğuk, şehrin zengin mahallelerine uğramadan, fakirlerin yuvalarını sarar.
Nedim Gürsel, Kahire’nin fakir mahallelerini anlatırken, Mısır’lı yazar Albert Cossery’nin şu satırlarına başvurmuş:
“Önce kör bir ihtiyarla ona eşlik eden çıplak ama böyle çırılçıplak olmayı gerektiren bir şey de yapmamış bir çocuk geçtiler. Dilenci ve oğlu. Sokak onları yavaşça, iğrenerek yuttu. Sonra evli bir kadın geçti, telaş içinde. Bu telaşın nedenini bilen yoktu. Ondan sonra sokaktan içinde iki adamla bir at arabası geçti. Sıska ve sessizdiler. Onları tasvir edilmesi olanaksız, paçavraların içinde, insanlığın belli belirsiz ve renksiz örnekleri izledi.”
Gürsel, “Piramitlerin Gölgesinde” adlı kitabında Kahire ve İskenderiye’ye yaptığı kısa yolculuklardan çıkardığı gözlemleri, edebiyat tarihinin önemli isimlerinin Mısır üzerine yazdığı satırlarla harmanlıyor.
Flaubert’e, Kahire’nin renklerini anlattırarak çıkıyor seyahatine: “Üç renk hakimdi manzaraya. Ayaklarımın altında yeşil, tepemde sarı-kırmızı bir gökyüzü, arkamda kızıl minareler vardı.”
Kahire’ye mistik bir anlam yükleyen Flaubert’in annesine yazdığı mektuplarda, Mısırlıları nasıl yerden yere vurduğunu hatırlatmayı unutmuyor Gürsel. Batılının gözünden Doğu tartışmasını açarak devam ediyor.
FİRAVUNLARIN GÜNLERİ
Eski Mısır’ın, Firavunların günlerine doğru ilerliyor Gürsel’in seyahati. Mısır’ın haşmetli yöneticilerinin aşk hayatlarını, inançlarını ve savaşlarını anlatıyor. Mika Waltari’nin “Mısırlı Sinuhe” adlı romanında canlandırdığı eski Mısır’ın sokaklarına götürüyor Gürsel:
“Meyhanelerden gürültülü Suriye ezgileri duyuluyor, sokaklarda yabancı sözcükler yankılanıyor, zengin zencilerle Suriyelilerden oluşan kalabalık Mısırlılara karışıyordu.”
Gürsel, eski Mısır’dan binlerce sene sonra doğan yeni Firavun’a, Üm Kalsum’a ve nağmelerine olan merakını anlatırken, Batılılara has sabırsızlığını gizlemiyor.
Sahi kim bu Batılılar ve Doğulular?
Kahire’nin sokakları cevap olur mu sorumuza?
Onur Sinan Güzaltan
Aydınlık