Özgecan ile Şahmeran'ı Tarsus'ta buluşturan bir beden ve bir kara yazgı
...Yaşanmış öyküler vardır. Bir de efsaneler.
Binlerce yıllık Anadolu coğrafyası ve bu topraklardan gelip geçmiş insanlık, doygun geçmişiyle nice insan öyküsünü, nice efsaneyi doğurmuş, yoğurmuş ve yaşamıştır bugüne dek.
Efsaneler, aslında yaşayan tarihin de bir parçasıdır ve insanlık adına, kim ne derse desin; büyük ölçüde günümüzde, toplumsal hayatı da yönlendirici olmuştur.
Ve işte o şehirler, sadece bugünü ile değil, öyküleri ve efsaneleri ile de anılır.
Bunlardan biri de, tarihin farklı demlerinde değişik uygarlıkların gelip geçtiği bir Anadolu kenti olan, Tarsus'tur. Ve aynı zamanda memleketimiz.
Tarsus, 10 bin yıllık geçmişi içinde, eski bir bilim, uygarlık ve sanat havzası olarak belleklerdedir. Bir o kadar da tarih, efsane yüklüdür. İşte bunlardan biri de Şahmeran'ın, yani Yılanların Şahı'nın efsanesidir.
Hemen belirtmem gerekir. Tarsuslu Şahmeran efsanesi elbette farklı yorumlar içerir. Ancak, bu topraklarda bizleri var eden, büyüten, etkileyen, düşündüren, beşiğinde sallayan bu anlatım konusu, kuşkusuz, bence en anlamlı olanıdır.
"Neden bunu anlatıyorum?" diye sormadan, yazının bütününün okunmasını dilerim. Anlatalım:
"…Tarsus'ta yaşadığına inanılan ve kendi halinde barışçıl bir yaşam felsefesi olmakla bilinen, Meran adlı yılanlar soyunun bir de güçlü, bir o kadar adaletli simge şahı vardır.
Yani güzeller güzeli Şahmeran.
Efsane bu ya; bölge hükümdarı hayatın tüm zevklerini tatmış olsa ki; birgün, dar bir sohbette, yeni bir ağız tadı aradığını söyler. Yani doyumsuzluk.
Etrafındaki yağdanlıklar boş durur mu?
"Canım efendimiz! Ne demek! Siz istediniz de, biz bulmadık mı?" derler. Tıpkı günümüzün o bildik yağdanlıkları gibi.
Ve yaratırlar. Niyet o kadar sinsidir ki, hükümdara daha fazla yağdanlık olmak için hedefi de büyütürler. Çünkü güzeller güzeli Şahmeran bulunup, onun eti, hükümdara tez elden sunulmalıdır.
Ancak Yılanların Şahı'nın yeri bilinmemektedir. Bir sırdır. Yine de işin bir kolayı vardır ve kutsal Şahmeran'ın olabileceği tüm yöreler saptanıp; oralara bölük bölük gözü kara, acımasız süvari cellatlar salınır.
Şahmeran, bir gizdir ancak, hep yardımseverliği ile de tanınır. Bunu yaşayanlardan biri de, yamaçtaki bir oyukta oluşmuş balı çalmak için kuyuya inen, ancak buradan bir daha çıkamayınca, yılanların yatağına rehin düşen Tarsuslu bir zavallı köylü, Camsab'tır.
Ancak Camsab, bir süre sonra, Şahmeran tarafından affedilir ve yanına bir miktar bal verilerek, kuyudan çıkartılır ve özgürlüğüne salınır. Özgürlüğün tek şartı ise, kaldığı yeri, yani Meran-Yılan Soyu'nun bulunduğu yeri, hiç kimselere söylememe sözüdür.
Söz sözdür. Öyle bilir Meranlar. Üzerinde fazla durmazlar. Çünkü söze inanırlar. Hayatını bağışladıkları Camsab'ın sözüne, koşulsuz güvenirler.
Ne var ki, durum zamanla değişir. Camsab, günlerden birgün, bir kese altını duyunca ağzı sulanır ve biraz da, dönemin egemen gücünün korkusundan olsa gerek; hükümdarın askerlerine Şahmeran'ın olduğu yeri birebir ihbar eder. Yani cellat süvariler, elleriyle koymuş gibi bulurlar.
Haince bir tuzak kurulur ve Şahmeran yakalanıp, Tarsus'ta bir gece yarısı, bedeni parça parça edilir. Tarsus'taki çok eski bir hamamın göbek taşındaki kan izinin bile, Şahmeran'dan son damla olarak anılır. En azından böyle inanılır.
Güzeller güzeli Şahmeran barbarca katledilmiştir.
Ve yağdanlıklar ve hükümdar, böylece muradına ermiş olur.
Ancak ya yılanlar? Ya dünyanın tüm yılanları? Onlar öfkelidir. Onlar yastadır. Onlar bir intikam yemini içinde, insanlığa adeta küsmüştür. Mesafelidir.
"..Şahımızı her kim katletti ise, nerede katledildi ise, intikamımız orada çok korkunç olacaktır; bu böyle biline..." diye biter bu efsane.
Hayır bitmez. Sürer gider. Çünkü hemen her Tarsuslu evde bir yılan korkusu, çağdan çağa, nesilden nesile uzanır.
Kış gecelerimizin vazgeçilmezi olan odun sobası başında Ökkeş dedemin anlattığı ve "Yılanlar birgün Tarsus'u basacak ve bu şehrin altını üstüne getirecek torunum…" diye ballandıra ballandıra bitirdiği bir efsanedir bu. İnanırım ve "Yaşanmıştır böyle birşey!" derim hep.
Ve her seferinde: "Bi daha anlat dede, bi daha anlat.." deyip, etkilendiğimiz, hani bilmem kaçıncısında ancak korkuyla uykuya dalıp, gergin bir sabahla uyandığımız ve dedemize hemen Şahmeran'ı sorduğumuz günleri hatırlarım.
Bu bir efsane kuşkusuz adı gibi. Şahmeran'ın, hükümdar "ilk kez tadına baksın" diye paramparça ettiği yılanların şahının acı yazgısını, sözün özü, masum bir cana kıyma vahşetini, kötülüğünü, zalimlerin zulmünü anlatır.
Ama bence her efsanenin, Şahmeran'da olduğu gibi, felsefik mesajları da vardır.
Evet. Dünlerden birgün, Şahmeran katledilmiş Tarsus'ta. Yani Yılanların Şahı'na zindan edilmiş yaşam.
Bugün ise, gencecik bir insan. ÖZGECAN. Aslan Ailesi'nden masum bir can.
Biri; bir efsaneden ibaret ama, diğeri bir insanın yaşayabileceği en ağır yazgı bence. Yaşanmış, korkunç bir gerçek.
İnsanlıktan uzak bir canavar bozuntusu, takvimlerin 11 Şubat 2015'i gösterdiği günün akşamında, Tanrı'nın buyruğuna adeta karşı çıkıyor. Savunmasız bir insana saldırıyor, bir bedene sahip olamayınca, bu güzel canı bıçaklayarak öldürüyor, masum, pamuk gibi ellerini bedeninden hunharca ayırıyor ve vahşete devamla, onun narin, cansız bedenini ısız bir kırsalda cayır cayır yakıyor. Ve o canavarın yanında da, belli ki aynı ruhu taşıyan bir baba (!) ve arkadaşı (!) var.
Düşünüyorum şimdi; Şahmeran'ı paramparça eden o günkü zihniyet ile, Özgecan'ı katleden, yaşamını söndüren, umutlarını, düşlerini darmadağın eden o sapkın sürücünün utanç verici korkunç ruhu arasında ne fark var ki?
Sistemin allak bullak ettiği "Ya hep, ya hiç" "Ya benimsin, ya da toprağın.." dayatmasıyla bugün geldiğimiz korkunç gerçek, budur ne yazık ki!
Bugün 11 Mart 2015. Özgecan'ın ölümünün üzerinden bir ay geçmiş. Ağzımızı bıçak açmıyor. Düşünüp duruyorum günlerdir. Geceler boyu.
Zamanın sonsuz bir deminden günümüze kadar gelen bir efsanenin kahramanı Şahmeran ile, Özgecan'ın yazgısı, bakar mısınız; ne kadar da örtüşüyor?
Yılanların Şahı'nın güzel bedenindeki "benzersiz eti"nden, yalancı ilahlara tattırmak için, haince tuzak kuran hükümranın yağdanlıkları, askerleri ile; Tarsus'ta, hem de aynı bir kırsal yörede Özgecan adlı bir fidanı, acımasızca katleden "Ya benim olacaksın, ya da toprağın…" türü saçma bir zihniyetle, amacına ulaşamayınca öldüren sapık Suphi arasında, ne fark olabilir ki!
Peki ona bu vahşette yardım ve yataklık yapan öz babası ve arkadaşına ne demeli…
Bir de toplumu, "ya hep, ya hiç…" anlayışıyla böylesine bir noktaya getiren günümüz zalimlerinin dayatmalarına ne söylemeli…
Suçlu bir tek Suphi mi?
Şahmeran olayındaki gizli "kahraman" Camsab belli. Peki ama Özgecan'ın katlinde ihbarcı, yaltakçı, hedef gösterici Camsab'ı kim temsil edecek?
Merak etmeyin. Hemen söyleyeyim. Hepimiz. "Sözde değerler"imiz.
Evet, buna çanak tutan aile içi çocuk yetiştirme sistemimiz. Kadını, aklı ve yetileriyle değil, bedeni ve cinsiyet özellikleriyle hedefe odaklatan toplumsal anlayış da; evet, suçludur.
Hele bir de, "kadın erkek, doğaları gereği eşit değildir zaten" diye aklınca yaşamın her alanına yön vermeye çalışanlar da, gelmiyor değil doğrusu usuma…
Toplumda bu konuda yeni bir algı yaratan, bir "fıtrattır" tutturmuş giden, toplumsal yaşamda yeni bir "cinsiyet anlayışı"nın önünü açan, körükleyen günümüzün ihtiras küpü hükümdarları da, o kadar masum değil bence. Timsah gözyaşları olur onlarınkisi.
Dün Şahmeran'ı katleden ve "ya ben, ya hiç" ruhuyla hareket edenlerin; bugün Özgecan'ı öldürüp yakan canilerin "ya benim olacaksın, ya da toprağın…" gibi korkunç görüntü veren ruhsal durumundan bir farkı yok bence.
İkisi de aynı ruh. Doyumsuzluğun, pervasızlığın açık bir simgesi.
Yok yere can verdi dün Şahmeran. Yok yere can verdi, aramızdan ayrıldı Özgecan. İki güzel; sadece bedenlerinden ötürü göçüp gitti iki asil can...
İkisinin yazgısı da ortak. İki masum beden paramparça. İkisi de ölümle tanıştı, karanlık bir yamaçta… Tarsus'ta…
Her iki canın katledilmesinin utancı ve mahcubiyetiyle, anıları önünde saygıyla eğiliyoruz insanlık olarak. Hem de bizleri de doğurup büyüten o kutsal topraklarda.
Çocukluğumuzun gecelerinde uykularımızı bölen "Ya yılanlar bir gün Tarsus'u basarsa…" kaygımız, bugün bile o kadar diri iken, bir de bu acı gelmez mi başımıza!..
Hatırlayalım kısaca. "Şehirler, sadece bugünü ile değil, geçmişleri, efsaneleri ve öyküleriyle anılır" demiştim, bu zor düşünsel gitgele başlarken.
Tarsus, yani memleketim, memleketimiz, yani gerçekten binlerce yılın yorgunluğunu yüklenmiş, yorgun bir Anadolu şehridir. Bugüne değin Şahmeran ile anıldı, bundan sonra Özgecan ile de anılacak. Eminiz. Adımız gibi biliriz.
Çünkü Şahmeran ile Özgecan'ın yazgısı ortak. Bedenlerinden yararlanmak isteyenler katletti Tarsus'ta onları.
Bu da bu gizemli kentin yazgısı galiba. Rahat uyuyun Şahmeran ve Özgecan. Affedin bizi.
Başımız öne eğik. Evet, mahcubuz. Çünkü bu kötülükleri taşıyan, bu değerler ile yoğrulan biz, hepimiz sorumluyuz.
Akla gelebilecek bütün çirkinlikleri besleyen, büyüten, göz yuman, hoşgören sorumludur. Ve hatta körükleyen tüm insanlık! Bilin ki; sadece Tarsus değil!
Mehmet Canbolat
ulusalkanal.com.tr