İşte, Mustafa Kemal'e verilen hediyeler

Aydın Keleşoğlu yazdı: İşte, Mustafa Kemal’e verilen hediyeler

İşte, Mustafa Kemal'e verilen hediyeler

İlk hediyeyi babası verdi.

6 yaşında annesinin isteğiyle Hafız Mehmet Efendi ilkokuluna başlamıştı. Bu okul çağa uygun eğitim vermiyordu. Kısa bir süre sonra babası onu bu okuldan aldı ve daha laik, daha bilimsel ve çağdaş eğitim yapan Şemsi Efendi Okuluna verdi. Böylece babası sadece Mustafa’ya çağdaş bir okul hediye etmedi, Türk Milletine de çağdaş bir öğrenci hediye etti.

İkinci hediyeyi öğretmeni verdi.

Selanik Askeri Ortaokulunda üstün zekâsıyla matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi’nin dikkatini çekiyordu. Mustafa Efendi ona “Bilgi ve erdem bakımından olgunluk ve eksiksizlik” anlamına gelen bir hediye verdi.Hediyenin adı, Kemal’di.

Mustafa Kemal oldu ve Türk Milletine verildi.

Üçüncü hediyeyi annesi verdi.

10 Ağustos 1915’de Conk Bayırında.

Askeri mevzilerde çömelip oturmuyordu. En önde koşuyordu.

“Askerler , karşımızda ki düşmanı yeneceğinize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Önce ben ileriye gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız” dedi. İleri atıldı, kurşun mermileri ve şarapnel parçaları arasında kaldı. Ve bir şarapnel parçasıyla göğsünden vuruldu. Ölmemişti. Çünkü şarapnel göğsündeki metal saate isabet etmişti.Saat, annesinin kendisine verdiği hediyeydi.Annesi Mustafa Kemal’e bir saat hediye etti, O saat, Mustafa Kemal’in canını kurtardı, O can Türk Milletini kurtardı.

Bir de Çanakkale Savaşının Hediye’si var.

Çanakkale Savaşına 1315’likler de cepheye çağrıldı.

Onbeşliler dedikleri 18 yaşındakilerdi. Tokat Tahtoba’lı Hüseyin ile nişanlısının hikayesiydi. Savaş çıkınca nişanlısını bırakıp cepheye gitti.Dönünce evleneceklerdi. Ama Hüseyin dönmedi.Cepheden cepheye koştu. Nişanlısı da yaşlı bir zengine verildi. Yaşlı zengin 1 yıl sonra öldü. Eşkiyalar geldi, Hüseyin’in nişanlısının eşyalarını çaldı, tecavüz etti dağa kaldırdı. Dağda herkese peşkeş çekildi. Hüseyin hala cephelerdeydi. Nişanlısı eşkıyalardan kurtuldu, şehre döndü, ama kötü yola düştü dendi. Gururuna yediremedi, aldı başını gitti. Kayboldu. Aradan yıllar geçti, Çanakkale savaşı bitti, Kurtuluş savaşı bitti, sekiz sene sonra askerler köylerine döndü. Tahtaoba’lı 15’liklerinden sadece Hüseyin döndü. Diğerleri şehit olmuştu. Hemen nişanlısını sordu. Olanları öğrendiğinde yıkıldı. Adeta deli oldu. O da aldı başını gitti. Bu gerçek olay da Çanakkale ve Kurtuluş Savaşının tek gazisi Tahtaoba’lı Hüseyin’in hediyesiydi.

O nişanlısının adı; Hediye idi

Ve bir hediye daha

Atatürk, Orman çiftliğinde dolaşırken yaşlı bir köylü kadına rastladı.Atatürk nereye gitmekte olduğunu sordu. Yaşlı kadın “Niye sordun ki, buraların saabı mısın?” diye cevap verdi. Atatürk gülümsedi.”Ne sahibiyim, ne de bekçisiyim. Bu topraklar Türk Milletinin malıdır. Bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?” dedi.

–“Tabii söyleyeceğim, ben Sincan`ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindenim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angaraya geldim.”

Kadın belli ki Atatürk’ü tanımamıştı. Konuşma devam etti;

– “Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?”

– “Atatürk’ümüzü görmem için. Başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip verdi. Angarayagiceleyingeldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey”

Atatürk;“Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?” deyince kadının birden yüzü sertleşti. Karşısındakinin Gazipaşa, yani Atatürk olduğunu bilmiyordu.

– “Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki… O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulduk. Buralara bir defa yüzünü görmek, ona ‘sağol paşam’demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yıbulacağım yeri deyiver.”

Atatürk’ün gözleri doldu. Çok duygulandı ve yanındakilere dönerek:

–“Görüyorsunuz ya, işte bu bizim insanımızdır… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu” dedi.

Oradakiler; “Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor” deyince köylü kadın şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk’ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir hediye çıkarttı.

Hediye mi?

Beze sarılmış sade bir köy peyniri idi. Atatürk’e uzattı;

– “Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşam, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm” dedi. Bu da şehit anasının, Türk Milletinin Atatürk’e bir hediyesiydi.

İşte, Atatürk’e verilen hediyeler bunlar.

Ne dinar ne euro ne dolar..

Atatürk’e verilen hediyeler paha biçilemez, parayla ölçülemez.

Atatürk’e verilen hediyeler kalple ölçülür, aşkla ölçülür, sevgiyle ölçülür.

O da Türk Milletinin sevgi selidir.

Ayrıca;

Mustafa Kemal Atatürk en önemli hediyesini 1920 yılında alkışlarla Meclis Başkanı seçildiği gün aldı. Uzun bir konuşma yaptı, ama son cümle;

“Benim için en büyük hediye, milletin en küçük takdir ve iltifatıdır” dedi.

Sayın Cumhurbaşkanı “O uçak benim şahsımın değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nindir” filan diyorsun da,madem o hediye Türk Devletinin, Türk Milletinin;

O hediyeye acaba Türk Milleti de binecek mi,

YoksaTürktelekom’da olduğu gibi,

O hediyenin Katar misli Türk Milletine de binecek mi ?

Aydınlık

makale aydın keleşoğlu