Destansı çöküş
MESELA Roma İmparatorluğu, Titanik gemisi, 11 Eylül saldırıları...
Ya da ülkemizdeki moda ifadeyle Osmanlı İmparatorluğu.
Son 13 yılın en kötü dönemini yaşıyoruz.
Aslında Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemi desek yanlış olmaz.
Osmanlının tüm hastalıkları fışkırıyor.
Monarşik yozlaşma, oligarşik ekonomik yapı, yobazlık, yolsuzluk, adam kayırma, mezhep ayrımcılığı, hukuksuzluk, koyulaşan cehalet, artan yoksulluk, say sayabildiğin kadar...
Buna bir de dış politikadaki destansı çöküşü eklemek gerek.
Ki, bu çöküş iç politikadaki çöküşün de tetikleyicisi aslında.
13 yıldır Türkiye’nin tüm dış politikasını, “Sünni İslam” üzerine kurmaya çalışan bir iktidar var.
İç siyasette kullanılan tüm argümanlar dış siyasette de kullanılıyor.
Yani, Türkiye, İhvan ya da Selefi bir Sünni İslam ülkesine dönüştürülüyor.
Bunun içerideki arazlarını görüyor ve yaşıyoruz.
Ama dünya ölçeğinde de yaşanan büyük bir “çöküş” var ki, bunu sokaktaki insan tam olarak anlayamıyor.
Somut yansıması, AKP’nin kendi eliyle bizzat yarattığı Suriye faciası sonrası Türkiye sokaklarına doluşan 2 milyon gariban Suriyeli...
Halkımız bunları görerek biraz olsun vahim durumun farkına varabiliyor.
Ama durum bundan çok daha vahim.
DAVUTOĞLU HAYALPEREST BİR MACERACI
“Stratejik Derinlik” kitabı ve Aksiyon Dergisi yazarlığından Boğaziçi Üniversitesi’nden sınıf arkadaşı şimdinin Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu referansı ile (Başbakan iken) Abdullah Gül’ün danışmanlığına, oradan Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığına, oradan da TBMM dışından Dışişleri Bakanı olarak atandı. “Stratejik derinlik” ve “sıfır sorun” vecizeleriyle Türkiye’yi tarihindeki en kötü batağa sapladı.
Kafasındaki Arap aleminin doğal lideri, Osmanlı mirasçısı Türkiye saplantısıyla Suriye’deki Emevi Camii fantezisinin mimarı olarak “Epic Fail”in en büyük hazırlayıcısı oldu.
Suriye, Mısır, İran, İsrail, Irak, Azerbaycan, AB, Rusya ile ilişkilerde tam bir facia yaşıyoruz.
Davutoğlu ve Erdoğan’ın bugün tek dostu, tüm dünyaya terör ihraç eden, başta Suudi Arabistan ile Katar olmak üzere körfez Araplarıdır.
Düşünün, birbirlerinden ölümüne nefret eden İsrail, Mısır ve İran’dan bir tanesiyle bile dost değiliz.
Aksine hepsiyle ayrı ayrı düşman konumundayız.
Bu, “monşer” diye aşağıladıkları o deneyimli diplomatların tabiriyle tam bir başarısızlık halidir.
Türk dış politikası Sünni bir İslam devleti ve dünyası hayaliyle hareket eden, bilgisiz ve maceracı bir zihniyetin elinde bugün.
Osmanlı’nın son dönemindeki “Hasta Adam” tabiri bugün için de geçerli hale geldi.
Uluslararası kurum ve kuruluşlara göre, İngilizcesi ile “Failed State” (düşkün devlet) olmaya doğru sürükleniyoruz. Buna Suriye ve Irak’taki teröre destek vermek suçunu da eklersek “Rogue State” (haydut devlet) adayı olmamızı da ekleyebiliriz.
Bunun sonuçlarını, uluslararası emperyalist yalan olan, ancak artık ciddi bir tehdit haline dönüşen sözde Ermeni soykırımının tanınmasında, tarihinin en kötü ekonomik döneminde bizim 152 adamızı işgal eden bir Yunanistan tablosunda ve bölücü terör örgütü PKK’ya teslimiyet noktasında görüyoruz.
TÜRKİYE’NİN İHTİYACI MİLLİ HÜKÜMET
Türk Akımı ve nükleer santral rüşvetlerine rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Erivan’a gidip “soykırım”ı tanıması da bunun sonucudur.
ABD Başkanı Barack Obama’nın ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu ile kesinlikle görüşmediğini biliyoruz.
Koca Almanya’nın Cumhurbaşkanı’na “papaz” dersen adam da gider soykırım tanımasına.
Yani ne İsa’ya, ne de Musa’ya yaranamaz bir haldeyiz.
Ne Avrasya’dayız, ne de Atlantik sisteminde.
Halk tabiriyle, gelenin geçenin tekme vurduğu başıbozuk bir ülke görüntüsü veriyoruz.
“Sünni İslamcı bir Teokrat Monarşik Devlet” hayaliyle yaşayan ve bunun dışındakileri insandan bile saymayan bu kadroların alternatifi de, sıcak paracı küresel sömürüyle barışık CHP, MHP ve HDP değildir.
Türkiye’nin bugün en yakıcı ihtiyacı, Milli bir Hükümet’tir.
Bilginin, bilimin, gerçeğin ve iradenin kısa ismi budur.
Bunun, en azından benim görebildiğim kadarıyla da adresi, Vatan Partisi’dir.
Hüseyin Vodinalı / Aydınlık