Aydınlıkçılara borç

Kadim Ülker yazdı

Aydınlıkçılara borç

Ortaokul yıllarıydı. Köyümden Ankara’ya oradan da Mersin’e gitmiştim. Yatılı bir devlet okulunun orta bölümüne kayıt yaptırmış, devlet parasız öğrenci yurdunda paralı kalacaktım. Güzeldi ortam. Okul Mersin kentinin en merkezi yerindeydi. Devasa duvarların arkasında geniş bir alanda pansiyonumuz ve okulumuz bulunmaktaydı. Okul, pansiyon ve etüt binaları duvarlar arasında geniş bir alandaydı. Okul ve pansiyonumuzda Antalya’dan Maraş’a oradan da Tunceli’ye kadar bölgenin yoksul köy ve kasabalarından en zeki ve seçkin öğrenciler bulunmaktaydı. Derslerinde başarılılardı ve ülke sorunlarına ilgililerdi. Bu öğrenciler arasında Tarsus’tan gelmiş yaşça bizden daha büyük Sabri adlı bir arkadaşımız da bulumaktaydı. Hali vakti yerinde olan bir aileden olacak ki, her türlü kitap ve dergiyi satın alır, yutarcasına okurdu. Gönlü bol biriydi. Dergi ve kitaplarını sakınmaz, okumak isteyen herkese verirdi. Kimi Ses dergisini, kimi ise Hey dergisini alırdı ondan. Benim de dikkatimi Proleter Devrimci Aydınlık dergisi çekmişti.

Aydınlık geleneği ile ortaokulun ikinci sınıfında 1973/74 öğrenim yılında tanışmıştım. O günden itibaren Aydınlıkçıların çıkarmış olduğu haftalık, aylık ve günlük bütün yayın organların takip ettim. Dergi ve gazeteleri hem okudum hem de onları arkadaş çevremde tanıtım ve sattım. Bu okuma, tanıtma ve satma geleneğine 2000’e Doğru dergisinin yayın hayatına başlamasıyla yazmak da eklendi. Ortaokul bittikten sonra annem ve kardeşim ile köyden göçümüzü sırtlanıp Ankara’ya geldik. O zamanlar Avusturya’da inşaat işçisi olarak çalışan babamın satın aldığı küçük bir daireye yerleştik. Evimiz Gazi Osman Paşa, Bağcılar, Seyranbağları ve Küçükesat arasında bir yerdeydi. Mahallemizden ayrıldığımız anda hangi mahallenin çocuğu olduğumuz hemen bilinirdi.

Seyranbağları Mahallesi, Bağcılar Caddesi üzerinde bir liseye kayıt yaptırmıştım, kimsesizlikten veli olarak da sokakta karşılaştığım, hiç tanımadığım birini göstermiştim. Okulumuzun yeri Seyranabağları Mahallesi’nin muhafazakâr kesiminin ikamet ettiği yerdi. Okulu 300 ile 400 metre aşağısında sağcılar bir dernek kurmuştu. Bağlar Caddesi’nin paralelinde bulunan Ahmetler Caddesi’nde ise yine sağcıların hâkim olduğu Sivas, Adana, Çorum gibi yüzlerce üniversite öğrencisinin kalmış olduğu öğrenci yurtları bulunmaktaydı. Buralardan bize zarar geleceğini düşünerek, oralardan uzak durmaya çalışırdık. Lisenin 1975 yılı olan ilk yılı sakin geçti. İkinci yılın başlamasıyla okulumuza da saldırılar başladı. Zira okulumuzun öğrencilerinin çoğu Seyranbağları, Zafertepe, Bağcılar ve Umut Mahallesi emekçilerinin çocuklarıydı. Onlar da çoğu Sivas, Erzincan, Çorum ve Yozgat’ın köylerindendi, birbirlerini köylerinden mahalle ve sokaklarından tanıyorlardı. Lise ikinci yılında hem girişte hem de çıkışta saldırıya uğramaktaydık. Saldırılarıların merkezi okulumuz yakınında kurulmuş dernek ve Ahmetler Caddesi’nde bulunan Yüksek Öğrenim Kurumu’na ait öğrenci yurtlarıydı. Saldırlar bizleri bunaltıyordu, çareler arıyorduk.

Çarelerden en önemlisi Zafertepe Mahallesi’nde bulunan daha sonra adı Seyranbağları Halkevi olarak değiştirilen Seyranbirliği Halk Birliği’ydi. SHB, Zafertepe Mahallesi’nde yaşayan Aydınlıkçıların derneğiydi. Seyranbağları Halkevi de öyleydi. Okulumza yapılan saldırılarda ne yapacağımızı dernekte Aydınlıkçılarla konuşuyor, onlarla bir çare arıyorduk. Bu çarelerden en önemlisi annelerimizi katmaktı. Annelerimiz ile her gün okula gittik ve onlarla geri döndük saldırılara onlarla karşı koyduk. Sorunlarımıza çare arayışlarında Aydınlıkçılar hep yanımızda yer alıyorlar, bizi çaresiz ve yalnız bırakmıyorlardı. Zafertepe Mahallesi’nin dışına çıktığımız anda tehlike çanları bizim için çalmaktaydı. Onun dışında dışlanma ve kabul görmeme de vardı. Sosyal, siyasal ve kültürel dünyamız bir gecekondu mahallesi olan Zafertepe Mahallesi’ydi artık. Zafertepe bir yandan korunduğumuz yer, diğer yandan ise zihinsel gelişmemizin oluştuğu yer oldu.

Çalışan, çalışamayan, lise ve üniversite öğrencileri hep bir arada bulunmaktaydık. Sorunlar ortak, çözüm de ortaktı. Seyranbağları Halkevi’nden Devrimci Liseliler Birliği’ne adımımızı attık. Artık Aydınlıkçıların “Doğru eylem” olarak belirlemiş olduğu eylem çizgisi dışına taşmıyor, hem kendimizi hem de arkadaşlarımızı alıcı kuşların, aç kurtların gazabından koruyorduk. Bu çizgimiz hem 12 Eylül öncesi hem de sonrası devam etti. 12 Eylül sonrasında mahallemiz ve okuduğumuz okullarda yok olmaya karşı direnme ve ayakta kalma kavgası içinde olduk.

Üniversite yıllarında yasal dergi çıkarma çalışmalarına omuz verenlerimiz oldu. 50. Yıl Lisesi, Seyranbağları-Zafertepe sürecinde Aydınlıkçı hareket içinde olanlardan iyi eğitimli insanlar çıktı. Bunlar arasında öğretim görevlileri, hukukçular, iktisatçılar, gazeteciler ve iş adamları çıktı. Bunlardan bazıları daha sonraki yıllarda Aydınlık hareketinden uzaklaştılar. Zira Aydınlık hareketi içinde bulunarak akademik kariyer yapmak ve ticaret içinde bulunmak kolay değildi onlar için.

Onlarca Aydınlıkçı arkadaş olarak zor dönemlerden sıyrılıp çıkmıştık. Akademik çalışmalar ve ticaret kaygıları olanların dışında üç arkadaşımız da bizden uzaklaştılar. Bu arkadaşlarımızdan biri sevdiği kıza daha yakın olacağını düşünerek gitti bizden, engel olamadık. Cumhur İçöz’ün bizden uzaklaştıktan kısa süre sonra 1 Ağustos 1986 tarihinde öldürüldüğü haberini öğrendik. Arkadaşlarıyla Tunceli dağlarına çıkarken askerler tarafından kuşatılmış, bizim yıllar yılı koruduğumuz, kolladığımız ve sahiplendiğimiz Cumhur İçöz 9 arkadaşıyla öldürülmüştü.

Cumhur İçöz gibi bir arkadaşımıza daha engel olamamıştık. Vedat Ali Çetin de bizden bir çırpıda uzaklaşmıştı. Uzaklaştıktan kısa bir süre sonra bir 23 Nisan günü, Seyranbağları Zafertepe Mahallesi’nde Vedat polis kurşunlarıyla ödürüldü. Ona da sahip çıkamamıştık. İsmini yazmak istemediğim başka bir arkadaşımız da yine bizden uzaklaştıktan sonra sol içi çatışmalarda bir üniversite öğrencisinin öldürülme olayına karışmaktan yıllar yılı hapis yattığını biliriz.

Son söz köyümde uzun yıllar muhtarlık yapmış Yusuf amcaya ait olsun. Yusuf amcanın iki evladı da lise yıllarından bu yana Aydınlıkçılar arasındadır. Bir sohbette Yusuf amca şöyle demişti: “Aydınlıkçılara hiç bir borcumuz yok diyenler, bir çift sözüm vardır. Evlatlarımızın hayatta kalmalarını Aydınlıkçılara borçluyuz.”

Aydınlıkçı