Hayvanların AKP ile imtihanı!
“Ayı görünce biber gazı sıkın” diyen Bakanların olduğu ülkede domuzların şehri basması kaçınılmazdır…
“Ayı görünce biber gazı sıkın” diyen Bakanların olduğu ülkede domuzların şehri basması kaçınılmazdır…
Türkiye, Anadolu coğrafyasının tarihi boyunca görmediği bir yıkıcılığın tam ortasında yaşıyor. Bunun adı hiç abartısız tam bir eko-kırım! Geçtiğimiz yıllarda ülkenin kuzeydoğusunda varolma mücadelesi veren boz ayıların yaşam alanlarının daralmasıyla kimi yerlerde köylere, kasabalara inerek yurttaşlara zor anlar yaşattıklarını biliyoruz…
‘AYI GÖRÜRSENİZ BİBER GAZI SIKIN’ DİYEN BAKAN
HES’ler, barajlar, otoyollar ve vahşi madencilikle ahlat’ı elinden alınan boz ayılar bir sabah köyü basmış, kimi yerlerde yurttaşları tokatlamış, kimi yerlerde ise köyün imamını dövmüştü! O günlerde Türk usulü ‘ölü taklidi’ yaparak ayıdan kurtulma hikâyeleri sıklıkla yerel basına yansıyınca, ayı sorunu meclisin gündemine taşınmış ve Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na ayı saldırılarına maruz kalan vatandaşların nasıl davranmaları gerektiği ve bu konuda bir önlem alınıp alınmadığı sorulmuştu. “Ayı görürseniz ıslık çalıp biber gazı sıkın”diyen Bakan Eroğlu’nun önergeye yanıtı ise kendisini tanıyanları hiç deşaşırtmamıştı. İlgili haberimiz için tıklayınız: (http://www.odatv.com/n.php?n=ayi-gorurseniz-islik-calip-biber-gazi-sikin-0402131200)
KAFAYI YİYEN YABAN HAYVANLARI TEDAVİYE, İŞ MAKİNALARI ORMANA
Yıkım politikalarıyla yaşam alanlarından edilen boz ayılar, 'ayı insan çatışması' türünden doktora tezlerine konu edilip, bu çatışmanın her daim kaybedeni olan ayılar, yine insan eliyle Bursa’daki iyileştirme merkezinin yolunu tutuyordu. Aynı dönemde güney sahillerinde yine insan eliyle delirtilen ve önüne gelene saldıran deniz kaplumbağaları da Dalyan’daki iyileştirme merkezinde tedavi altına alınırken, iş makineleri de kıyı ve ormanlara dalıyordu. Zira AKP hükümeti döneminde yalnızca insanların değil, yaban hayvanlarının çektiği zulüm de tarihe geçecek türden.
İLGİLİ BAKANLARDAN ŞAKA GİBİ AÇIKLAMALAR
Son bir haftadır tıpkı ülkenin kuzeydoğusundaki ayıların dramına ortak olan İstanbul’un son ormanlarında yaşayan yaban domuzları! Türkiye’nin metropolü olmakla övünülen İstanbul’un orta yerinde kendine yaşam alanı arayan yaban domuzları AKP eliyle uygulanan eko-kırım politikalarının belgesi, adeta kimlik kartı niteliğindedir. Ancak bundan daha da vahimi, ayılara biber gazı sıkılmasını öneren Bakan Eroğlu’nun konuya yaklaşımının, “domuz, domuzluğunu yapmış”biçiminde olması. İstanbul’u istila etmesini “magazin haberi” diye görmezden gelip küçümseyen ve “çok abartılacak bir olay değil, bir hayvandır” diyen Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce’nin tavrı da cabası.
ÖLÜMÜ GÖSTERİP YIKIMA RAZI ETMEK
Ölümün gösterilip yıkıma razı edilen insanların coğrafyası haline getirilen Türkiye’de Yırca köyündeki zeytin ağacı katliamınıalkışlayan, “zeytin Yahudi ağacıdır, görüldüğü yerde kesilmeli” diyebilen insanların varlığından beslenen, bir yanıyla da bu anlayışı besleyerek yeniden üreten siyasi otorite, tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir yıkıcılığın bayraktarlığını yapıyor.
‘GÖKYÜZÜ NE KADAR GADDARSA YERYÜZÜ DE O KADAR GADDAR’
Suyun, toprağın ve ağacın kutsandığı bir coğrafyada yaşadığımız söylenir. Ancak Batınilik üzerine çalışmalar yapan araştırmacı Esat Korkmaz’a göre bir coğrafyada gökyüzü ne kadar sertse yeryüzü de o denli serttir. Ortadoğu’nun tanrılarını gaddar bulan Korkmaz, bunun yeryüzüne yansımasının da benzer biçimde olduğunu savunur: “Belirli bir alan var ve herkes bu alana sahip olmaya çalışıyor. Yeryüzündeki ilişkiler ne kadar gaddarsa, gökyüzündeki ilişkiler de o kadar gaddar oluyor. Dünyanın hiçbir yerinde -Afrika dâhil-; insanların yaratılış öyküsü hizmetçiliğe dayandırılmadı. Yalnızca Mezopotamya’da var bu. Tanrılar, sırf ayak işlerini gördürmek için, hizmetçilik için yaratmıştır insanları. Başka hiçbir coğrafyada böyle bir şey yok…” Tamamı için bakınız: (http://gazeteciyazaryusufyavuz.wordpress.com/2013/03/03/yazar-esat-korkmazdan-akpnin-alevi-acilimina-carpici-yorum-arsiv/)
BABİL’İN ASMA BAHÇELERİ BUGÜN NEDEN 15 METRE KUMUN ALTINDA?
Esat Korkmaz’ın altını çizdiği coğrafyadaki hırs ve yağma ilişkisi aslında çok da yeni değil. Türkiye’de bitki sosyolojisi dalının kurucusu olan botanikçi Prof. Dr. Hikmet Birand, ‘Alıç Ağacı ile Sohbetler’(TÜBİTAK Yay.) kitabında, Babil uygarlığını yaratan doğal zenginliğin insan eliyle nasıl bir ekolojik felaketle son bulduğunu alıç ağacının ağzından anlatır:
“Güzel bir vatanı olmak, insanı mutlu yapan bir şeydir. Vatan üzerinde yaşadığımız topraktır. Onu korumak en kutsal ödevimizdir. Geçmişte ünlü, mutlu ülkeler vardı, şimdi namlarından şanlarından eser kalmadı. Anadolu'nun güneyinde Babil denen zengin, abadan bir ülke vardı.Bizim Fırat nehri bu ülkeden de geçerdi. Kral Nebokodonosor'un açtırdığıkanallarla, tarlalar, bağlar dillere destan olan bahçeler sulanıyor, Babil adeta zenginlik ve mutluluk içinde yüzüyordu. Lakin Anadolu'da o zamanlar M.Ö 7. yüzyılın ilk yarısında Fırat'ın mecrasında yakılan, kesilen ormanlar yüzünden başlayan erozyonla Fırat'a sürüklenen kum toprak Babil'de su kanallarını doldurdu. Bağlar, bahçeler sulanamaz oldu, hepsi kurudu ve fırtınaların savurup getirdiği kumların altına gömüldü. Şimdi orada, o parlak devri hatırlatan saray ve mabetlerin kalıntılarından başka, Babil'in namından, şanından eser yok. Babil'e o zamanki zenginliğini ve mutluluğu sağlayan su kanalları üzerinde 15 metre kalınlığında kum çakıl yığılıdır. Musa peygamber, Beniisraili Kenan eline geçirdiği zaman orası öyle abadan bir ülke imiş ki her yanından bal, yağ akarmış. Şimdi orada, toprağı erozyon silip süpürdüğü için yamaçlarda sadece çıplak kayalar ışıldamaktadır…”
İNSANA BOYUN EĞMEYEN SARI NEHRİN İBRETLİK ÖYKÜSÜ
Antakya ile Halep ve Hama arasında bulunan ve bugün çölleşen 400 bin hektarlık alanda yapılan arkeolojik çalışmalarda yüzden fazla kent kalıntısına rastlandığını aktaran Birand, aynı kitabında Çin'deki SarıNehrin ibretlik öyküsüne de değinir: “Bu nehir kollarından birinin suyu çok bulanıktır; o kadar ki suyun ağırlığının yüzde 63'ü sürüklediği topraktır. Nehrin sürüklediği toprak, dağlarda bilgisiz çiftçilerin usulsüz kurmuş olduklarıbahçelerden sellerin nehre ilettiği topraktır. Sarı nehir Çin Denizi'ndeki deltaya karıştığı yerde ağır akar, sürüklediği mil çöker ve yığılır. 19. yüzyılda Çinliler nehrin taşması yüzünden bela kesilen su taşkınlarını önlemek için 15 metre yüksekliğinden bentler yaptılar. Lakin nehrin getirdiği mil yavaşyavaş yatağını doldurdu. O kadar ki nehrin yatağı, içinden geçmekte olduğu arazinin seviyesinin üstüne çıktı. 1852'de nehir bütün barajları yıktı, büyük felaketlere sebep oldu ve kendine yeni bir yatak açtı. Bugün, eskiden döküldüğü yerin 640 kilometre kuzeyinden Çin Denizi'ne karışmaktadır.”
‘İBRET ALIP DA AKILLANMADINIZ Kİ, HALA SAKARLIK EDİYORSUNUZ’
Türkiye’nin yetiştirdiği yüz akı biliminsanlarından biri olan Birand’ın alıç ağacına söylettiği “ah!”, insanın tarih boyunca nedeni olduğu bu yıkımlardan bir türlü akıllanmadığı üzerine sürer gider: “Az önce Babil'i ünlü bir ülke haline getiren Kral Nebokodonosor zamanında bizim Fırat ve Dicle nehirleri ayrı ayrı yerlerde denize dökülürlerdi. Bugün eskiden denize karıştıkları yerlerden 160 kilometre uzakta birbirlerine kavuşmakta ve bir kolla denize dökülmektedirler. Sorarım şimdi sana, o kadar toprağı nereden getirdiler. Nil yedi koldan Akdeniz'e karışırdı.Bugün iki koldan denize dökülmektedir, beşi mille dolmuştur. Tarsus'un eskiden kıyı şehri olduğu, Kleopatra'nın Antonius'la buluşmak üzere gemisi ile gelipşehre indiği rivayet edilir. Kıyı şimdi şehirden 20 kilometre uzaktadır. Çukurova, Berdan, Seyhan, Ceyhan nehirlerinin taşıdığı topraklarda sonradan olmuştur. Daha dün denecek kadar yakın bir zamanda sürüklediği topraklar İzmir Körfezi'ni doldurmak tehlikesi gösteren Gediz'in yatağı değiştirilmiştir. Anadolu'da yapılan kazılarda da yeraltından eski şehirler çıkarılmaktadır. Ama ibret alıp da akıllanmadınız ki. Hala sakarlık edip duruyorsunuz…”
BEYAZLARLA SALDIRIP, KIZILDERİLİLERLE YAS TUTMAK
Alıç ağacının tarihin derinliklerinden aktardığı ibretlik tükeniş öyküleri bugünün yıkıcılığı karşısında oldukça naif kalıyor. Ancak yine de bu, Başbakanlığı döneminde “Çevrecinin daniskasıyım”, Cumhurbaşkanlığı döneminde ise kaçak sarayını “gelin, gücünüz yetiyorsa yıkın” diyebilen, beyazlarla saldırıp, Kızılderililerle yas tutmayı gelenek haline getiren, Tayip Erdoğan’ın ‘yeni Türkiye’sinin de benzeri bir ekolojik felakete doğru sürüklendiği gerçeğini değiştirmiyor.
Yusuf Yavuz
ulusalkanal.com.tr