Van Gölü’nün altından yerleşim yeri çıktı

600 bin yıllık geçmişe sahip Van Gölü’nün derinliklerindeki tarih ortaya çıkarılmaya devam ediyor. Daha önce yapılan çalışmalarda su altı peribacaları, 3 bin yıllık kale ve Ruslara ait gemi görüntülenmişti. Dalış yapan ekip, şimdi de yaşam belirtileri gösteren yeni yapılar keşfetti

Van Gölü’nün altından yerleşim yeri çıktı

Müjde Oktay/ Aydınlık

Türkiye’nin en büyük gölü olan Van Gölü, Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu oluşan ve sodalı suyuyla dikkat çeken 3 bin 713 kilometrekarelik alanıyla tıpkı bir deniz gibi uzanan uçsuz bucaksız sularının altında pek çok sır saklıyor. Kimilerine göre gölün mavi sularının altında kayıp uygarlıklar yatıyor, kimilerine göreyse devasa bir Van Gölü canavarı yaşıyor. Kıyılarında M.Ö 10 ve 8’inci yüzyıllar arasında Urartu Krallığı’nın başkentinin kurulduğu Van Gölü, 1990 yılından beri arkeolojik sit alanı statüsünde. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’yle birlikte çalışan dalış ekibi yaklaşık 10 yıldır Van Gölü’nün kalbindeki sırları açığa çıkarmak için su altı çalışmaları yürütüyor.

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (Van YYÜ) Su Ürünleri Fakültesi Dr. Öğretim Üyesi ve Van Gölü Su Altı Araştırmaları Derneği (VANSAD) Başkanı Mustafa Akkuş ve dalış ekibinde profesyonel dalgıçlık yapan Cumali Birol, Van Gölü’nde yapılan keşifleri Aydınlık’a anlattı.

Van Gölü sahiline yaklaşık 1 buçuk kilometre uzaklıkta bulunan Adilcevaz’ın Esenkıyı bölgesinde dalış yapan Cumali Birol, yaptıkları son keşiflerde, gölün altında yaşam belirtilerinin olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Birol, Van Gölü’nde yaptıkları yeni keşfi şöyle anlattı: “Van Gölü havzasında keşiflerimize bir yenisini daha ekledik. Adilcevaz sınırları içerisinde Esenkıyı açıklarında, 300 metre uzaklıkta bir yapı keşfettik. Bir yığma taş misali denizin ortasına sanki gemilerle taş getirilmiş. Çünkü o bölgede olmayan taşlara rastladık. Bir de yapıya rastladık. Yapı biraz çökmüş temelleri duruyor. Yaklaşık 170 metrekare civarında. Van Gölü gizemini korumakta. Yeni keşiflere, yeni bulacağımız alanlara dalış yapıyoruz.”

30 HANELİ BİR YAPI

Uluslararası alanda dalgıçlık yapan Cumali Birol, su altında keşfedilen yerleşim yeri hakkında detaylı bilgiler paylaştı: “Suyun altında yaklaşık 10-15 metre derinlikte bir yerleşim biriminin kalıntılarını bulduk. Yaklaşık iki kilometrekarelik bir alanı kapsıyor. 30 haneli bir yerleşim birimi ve içerisinde mabetler, ibadethaneler bulunuyor. Van Gölü 600 bin yıllık geçmişe sahip. Bu süreç içerisinde göl, şimdiki seviyesinden yüzlerce metre aşağıya düşmüş, kimi zaman yüzlerce metre yukarıya çıkmış. Bu bize gösteriyor ki Van Gölü bundan binlerce yıl önce şu andaki bulunduğumuz yani kıyıdan 1 buçuk kilometre açıktaki seviyedeymiş ve insanlar burada yaşamlarını sürdürmüşler. Suyun altında yürüme yolları evler yapmışlar. Banklara benzeyen yapılara da rastladık. Henüz kesin bir şeyler söylemek doğru olmaz ama tahminimizce bu yerleşim birimi bir mahalle olabilir. Biz keşfediyoruz ve sahip olduğumuz bilgilerle tahmin ediyoruz. Bölgeye su altı arkeologlarının gelmesi ve detaylı bir araştırma yapması gerekiyor.”

ÜÇ DEVRİ GÖRMÜŞ BATIK RUS GEMİSİ

Dr. Mustafa Akkuş, VANSAD’ın Van Gölü’nde yaptığı çalışmalar neticesinde ‘Akdamar Şilebi’ isimli batık Rus gemisine ulaştıklarını söyledi. Batık Rus gemisinin, 1915’li yıllarda yapılmasına rağmen bozulmadan günümüze kadar gelmeyi başardığını vurgulayan Akkuş, “Akdamar Şilebi adlı Ruslara ait batık gemi; Ruslar, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olmak üzere üç devri görmüş, o dönemde yaşanan olaylara şahitlik yapmış bir gemidir. Bulduğumuz geminin bir Rus gemisi olduğu ve 1958 yılında yakalandığı bir fırtınada battığı tahmin ediliyor. Bu batık, Van Gölü’nde yüz yılı aşkın bir süredir saklı kalan batıklardan birinin ilk kez keşifedilmesi anlamında büyük önem taşıyor. Çünkü bölgenin yakın yüz yılı üzerinde araştırmalar yapan Justin McCarthy son kitabında 1900’lü yıllarda Van Göl’ünde çalışan yüzü aşkın gemiden bahsetmektedir. Bu nedenle bizler Van Gölü’nde yeri bilinmeyen ve gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen birçok batık olduğunu düşünüyoruz” diye konuştu.

URARTULARA AİT KALE İLK GÜNKÜ GİBİ DURUYOR

Dr. Mustafa Akkuş, Urartular dönemine ait 3 bin yıllık kalenin keşfini ve önemini de şu sözlerle dile getirdi: “Ruslara ait batık gemisinden sonraki keşfimiz, Urartulara ait 3 bin yıllık kaleydi. Su altında bu kaleye rastlamamız mucizevi bir olay. Bu kalenin tarihi hakkında arkeologlar araştırma yapıyor. Kaledeki surun taş yapısı daha çok Urartular döneminde kullanılan kesme taşlardır. Bu nedenle bu kalenin bir Urartu kalesi olması olasılığı daha ağır basıyor. Burada bulunan kalenin surları çok geniş bir alanı kaplıyor. Van Gölü’nün suyu sodalı olduğundan kalenin yapılarında bir bozulma söz konusu değil. Bu nedenle kale yıllardır suyun altında tahrip olmadan ilk günkü özelliklerini koruyor. Gölün derinliklerine indikçe bir anlamda tarihe bir yolculuk yapmış oluyoruz.”

EN BÜYÜKLERİ VAN GÖLÜ’NDE

Van Gölü’nde keşfedilenlerden biri de Gevaş, Tatvan, Ahlat ve Adilcevaz ilçe sınırları içinde su altı peribacaları (mikrobiyalit ) alanları. Van Gölü’nde keşfedilen su altı peribacaları dünyanın en büyük mikrobiyalitleri olma özelliğini taşıyor. Dünyada bilinen mikrobiyalitlerin boyu genelde iki-üç metre civarında iken, Van Gölü’ndeki su altı peribacaları 20 metre boyunda.

‘GÖLÜN KORUYUCU GÖREVİNİ BİZ ÜSTLENMELİYİZ’

Dr. Mustafa Akkuş, tespit edilen yapıların bölge ekonomisine önemli katkı sağlayacağını belirterek şöyle konuştu: “Buradaki bu yapıların korunması gerekmektedir. Çünkü ülkemizdeki tarihi kalelerin çoğu tahrip edilmiş durumda. Van Gölü, suyun altında kalan kaleyi koruyuculuk görevi üstlenerek bu zamana kadar saklamış. Bize de bu noktada büyük sorumluluk düşüyor. Öncelikle bu tarihi zenginliği korumamız ve burayı dalış turizmine açmamız gerekiyor. Eğer burada gerekli altyapı hazırlıkları oluşturulursa inanıyoruz ki buraya binlerce insan gelecek ve Van Gölü’nün altındaki gizemli yapıları görmek, bu gizemli yapılara dalmak isteyecektir. Van Gölü etrafında onlarca dalış okulu açılacak ve bu nedenle binlerce insan dalış yapmak için buralara gelerek bu güzellikleri yerinde görebileceklerdir. İşte bu güzellikler bölgede bir ekoturizm sektörünün doğmasını sağlayacaktır. Bu da bölgede ekonomik açıdan bir canlılığı beraberinde getirecektir.”