Erdoğan’ın söylediği Millet hangi millet?

İyi akşamlar sevgili izleyiciler, bir haftanın sonuna daha geldik. İki hafta önce başlamıştık bu akşam üstü günün yorumu programına. 10 program olmuş bile. Ama ben çok keyif alıyorum, Gerçi hazırlığı biraz uzun ve yorucu oluyor ama şu 20 dakika sonunda açıkçası sen çok mümkün oluyorum. Umarım siz de keyifle izliyorsunuzdur.

Geçen hafta içinde sizlerden pek çok güzel mesajlar aldım. Hepsi için çok teşekkür ederim. Özellikle programın görsel olarak daha güzel olması için yaptığınız öneriler için ayrıca teşekkür ederim, hepsini ilgili servislere aktarıyorum.

Bana söylediklerine göre çok kısa bir süre sonra Ulusal Kanal ekranlarında çok ciddi bir değişiklik olacak. Yeni stüdyo ve ışıklarla görüntüsü çok daha parlak ve canlı bir ekrana kavuşacağız. O zaman muhtemelen Günün Yorumu’nun da görüntüsü çok değişmiş olacak.

ANDIMIZDAN Nİ YE SÖZ ETMEDİM?

Bu hafta içinde gelen eleştiriler arasında “güya demokrasi paketi içinde yer alan andımızın kaldırılması için neden hiç yorum yapmıyorsun?” sorusu vardı.

Gerçi bir gün iki cümle söyledim ama yeterli olmadığını ben de biliyorum. Neden bu konuya pek girmediğime gelince, konuyu iyi düşünmek istedim belki. Tümden karşı çıkmak doğru mu, andımızdan rahatsız olanların söylediklerinde doğruluk payları var mı veya “karar çok doğrudur, andımıza gerek yoktu iyi ki kaldırıldı” demek ne kadar doğru? Bunları düşündüm işte.

Son birkaç günde özellikle yandaş medyada yer alan bazı yorumları görünce, andımızın kaldırılmasının aslında “Türk olmayanların rahatsız olması” nedeniyle değil , tamamen Cumhuriyet ve Atatürk devrimleriyle hesaplaşmak isteyenlerin pek hoş olmayan bir oyunu olduğu gerçeği ortaya çıkmış oldu.

Gerçi kararın ilk açıklandığı andan itibaren zaten böyle düşünüyordum, çok iyi biliyorum ki bugün andımız konusunda rahatsız olanların asıl çoğunluğu iktidarın ortaçağ zihniyetine bel bağlamış kesimlerdir ve Cumhuriyet devrimlerine gönderme yaparak kendilerince bir zafer daha kazanmış sayanlardır.

AMAÇ ATATÜRK İLKELERİNİ BİTİRMEK

Onla için tek hedef Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerini biraz daha örselemek, erozyona uğratmak ve sonunda tümüyle ortadan kaldırmak. Tabii yok edilecek daha ne kaldı o da ayrı mesele.

Sevgili izleyiciler, ben andımızı ilk kez 1962 yılında okudum. O yıl ilkokula başlamıştım. Ama inanın tam 5 yıl bu andı her sabah okumama rağmen aklıma hiç ırkçı düşünceler gelmedi. Bilemem belki ailemin özgürlükçü, sosyal demokrat olmasından kaynaklanan bir bilinç düzeyidir, ama o çocuk dimağımda “biz Türk’üz herkesten üstünüz” falan gibi duygular hiç oluşmadı.

Ama yıllar sonra, siyasi bilinç ve hareketlenmeler zihnimde oluşmaya başladığında Türk olmayan birinin her sabah “Türküm” diye başlayan bir metni okumak zorunda olmasının o kadar da doğru olmadığını düşünür oldum. Bu da bir gerçek.

Ama hemen yine şunu da söyleyeyim, Türkiye’de herkes Türk değil. Almanya’da herkesin Alman, Fransa’da herkesin Fransız olmadığı gibi. Ancak şunu da biliyoruz ki, üzerinde Alman pasaportu taşıyan kim olursa olsun kendini tanıtırken “Almanım” der. Bu Almanlık, ırk olarak Almanlık değildir. Bir aidiyettir. Ama Almanya’yı Almanlar kurdukları için ülkenin adı da Almanya’dır. Fransa’yı Fransızlar kurmuşlar, ülkenin adı Fransa. İtalyan’lar İtalya’yı, İspanyollar İspanya’yı kurmuşlar. Ülkelerin isimleri de kuranlarla anılmış hep. Amerika çok farklı tabii. Orayı kuran bir millet yok. Her milletten insan gelmiş ve kurmuş Amerika’yı. Ama bugün Amerikan pasaportu taşıyan herkes kendini Amerikalı olarak tanıdır. Çinli, Japon, Hintli, Fransız, Türk olması hiç fark etmez. Örneğin Amerikan vatandaşı Türkler belki sadece Türkiye’ye geldiklerinde Türk olduklarını söylerler, ama onun dışında nereye giderlerse gitsinler, asıl kimliklerini söylemezler bile, Amerikalıyım derler.

Türkiye’nin adı neden Türkiye? Çünkü Türkiye’yi Türkler kurdu. Şimdi Kürtler de vardı, hatta Ermeniler, Rumlar da vardı diyebilirsiniz. Ama o sonuçtur. İşin başına bakalım. Türkler 1071 yılında resmi olarak Anadolu’ya girdiler. Aslında girişleri daha eskiye dayanıyor ama küçük aşiretler olarak kimi zaman bağımsız kimi zaman dönemlerin krallıklarına bağlı olarak yaşadılar. Ama Alpaslan’ın Bizans Kralı Romen Diyojen’i yenip Anadolu topraklarına girmesini Türkler’in Anadolu tarihindeki başlangıcı olarak kabul ediyoruz.

TÜRKLER HEP DEVLET KURDU

Şimdi, o günden bu yana, Türkler Anadolu’da ama beylikler ama sultanlıklar ama imparatorluklar adı altında hep asıl nüfusları Türkler’e dayanan devletler kurdular.

Osmanlı İmparatorluğu çok uluslu bir devletti. Zaten adı imparatorluk. Elbette çok uluslu olacak. Ancak kurucu unsura bakalım. Oğuzların Kayı Boyu’ndan Osman Bey’in aşireti kurdu ilk devleti. Osman Bey ve ailesi Türktü. Devlet yönetimi 1299’dan Osmanlı’nın bittiği 1922 yılına kadar yani 633 yıl boyunca hep Türkler tarafından yönetildi. İçinde elbette çok sayıda farklı ırk ve etnik kimliği barındırdı ama, çoğunluk hep Türkler’den oluştu.

Aslına bakarsanız 1789 Fransız devrimine kadar dünyada ulus kavramı pek öne çıkmazdı. Devletler ağırlıklı olarak dini inanışlarına göre oluşan nüfuslarla kurulmuşlardı. Bizans devleti tamamıyla Hıristiyanlardan oluşurken Osmanlı Devleti ise Müslüman’dı. Her iki devlet de içinde başka inançlara mensup insanları barındırırdı ama ezici çoğunluk aynı dinden olanlardydı. Bunun yanı sıra o tarihlerde belki pek önemli sayılmasa da Bizans Trakya ve Anadolu’ya gelmiş Yunan’dan, değişen adıyla Rumlar’dan, Osmanlı ise Türkler’den oluşurdu. Türkler Müslümandı. Osmanlı devletinde Türk olmayan Müslümanlar da vardı elbette. Ama Türklük ön plandaydı. Tam olarak söylemek gerekirse, Osmanlı Türktü, sonra Müslümandı.

Araya küçük bir parantez açayım, çok partili hayata geçildikten sonra dönemin DP iktidarı daha çok oy alabilmek için ilk din istismarına giriştiğinde çok ciddi bir tartışma da açılmıştı. İlk başlarda felsefi olarak yapılan bu tartışma giderek siyasal bir eylem biçimi haline geldi. O tartışma şuydu; “Önce Türk sonra Müslüman mıyız, yoksa önce Müslüman sonra Türk müyüz?”

Sevgili izleyiciler, özellikle genç izleyiciler, bu tartışma şu an sizlere tuhaf gelebilir, ama AKP’nin temellerini oluşturan siyasal İslamcı akımın öncüsü aslında budur.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DİNE KARŞI MI?

Şimdi kimi sahtekârlar, geçmişi anlatırken sanki Türkiye’de Cumhuriyet’le birlikte din yasaklanmış, Müslüman olmak aşağılanmış gibi yaparlar. Öyle anlatırlar ki, sanki Türkiye’de İslam adına hiçbir şey yapılmamış, insanlar inançlarını ya saklamak zorunda kalmışlar ya da tamamen dışlanmışlar ama buna rağmen dinlerini yaşatmışlardır.

Hiç de öyle değildir. Hatta tam tersine, Atatürk ve arkadaşları, Osmanlı’nın son yıllarında din istismarının çok artığını, bilgisiz, yetersiz ve yeteneksiz sözde din adamlarının koca imparatorluğu çökerttiklerini gördüklerinden Cumhuriyet’le birlikte din eğitimine de önem vererek, İslam dinini gerçek yerine çıkarmaya çabalamışlardır.

Din üzerinden güç sağlayanlar Cumhuriyet devrimleri nedeniyle kendi güçlerinin ellerinden gittiği, buna karşılık halkın din konusunda daha bilinçlenmeye başladığı gördüklerinde adeta çılgına dönmüşler ve yalanlarla iftiralarla Cumhuriyet’i kötüleme kampanyası başlatmışlardı.

Atatürk bunlara hiç aldırmadı. Çünkü Atatürk bilimin ışığında yürünmesi halinde İslam dininin de hak ettiği yere çıkacağını biliyor, halkın hurafe ve safsatalar yerine dininin gerçek kurallarını öğrenmesini istiyordu.

Örneğin biliyor musunuz ki Atatürk Latin harflerine geçip 10 yılda okuma yazma bilme oranını yüzde 40’lara çıkardığında ilk iş olarak Kuran’ı Kerim’i Latin harfleriyle bastırmıştır. Kuran’ı Kerim’in Türkçeleştirilmesi daha sonradır.

O dönemlerin din bezirganlarının en çok karşı çıktığı şey de buydu. Kuran’ı Kerim Latin harfleriyle basılamaz ve hele hele Türkçe’ye çevrilemez. Din bezirganları Kuran’ı Kerim’in lafzının çok önemli olduğunu, Latin harfleriyle basılması hele Türkçeleştirilmesi halinde manasının kaybolacağını söylüyorlardı.

YENİ HAFRLERLE KURAN’I KERİM

Oysa gerçek çok farklıydı. Sevgili izleyiciler; Cumhuriyet kurulduğu yıllarda koca ülkede okuma yazma bilenlerin nüfusa oranı yüzde 8’di. Bunun zaten yüzde 5’i askerler ve bazı devlet memurları, hepsi de okuma yazma bilmezdi devlet memurlarının, hatta vezir olup okuma yazma bilmeyen vardı o tarihlerde, hani 7-8 Hasan Paşa vardı, örneğin biri odur, okuma yazması olmadığı için adının baş harflerini imza diye atardı, o da 7 ve 8 rakamlarına benzediği için lakabı öyle olmuştu. Yüzde 3 de işte ticaret yapanlar ya da varlıklı ailelerin mensuplarıydı.

Yanisi şu ki, halkın Kuran’ı Kerim’i eline alıp okuması mümkün değildi, ki nerde kaldı anlaması. O zaman iş hocalara kalıyordu. Onlar Arap harfleriyle okumayı bildikleri gibi Arapçayı da biliyordu. Böylece ahali Kuran’ı sadece bu hocaların okumasıyla dinliyor ve ancak onların bildiği Arapçaya güvenerek manasını anlamaya çalışıyordu.

Latin harflerine geçince, bir kere Arapçayı da bilenler okuduklarını anlamaya başladılar. Sonra Kuran’ın Türkçeleştirilmesiyle milyonlarca insan Kuran’ı hacılardan hocalardan dinlemeye ve öğrenmeye değil, bizzat kendi öğrenmeye başladı.

İşte o zaman halk daha önce hocaların kendilerine anlattığı bazı şeylerin Kuran’da olmadığını ya da bunların manasının öyle olmadığını anlamaya başladı. Din bezirganlarının buna tahammülleri olamazdı.

Neyse daha fazla dağıtmadan, başladığım konuya döneyim. İşte 50’li yıllarda felsefi olarak başlayan “Türk Müslüman mıyız, Müslüman Türk müyüz?” tartışmaları sonunda “Türk-İslam sentezi” oluşmasına neden oldu. 60’lı yıllarda kurulan Aydınlar Ocağı, İlim Yayma Cemiyeti, Komünizmle Mücadele Derneği Türk İslam Sentezi’nin ilk örgütlenmiş biçimleridir.

Oralardan başlayan İslamcı akımlar, siyasi olarak dönemin sağ partileri içinde yuvalanarak devlet yönetiminde de çok etkin hale gelmeyi başardılar.

Şimdi çelişki gibi görünmesin. AKP’nin bugün iktidarda temsil ettiği Siyasal İslamcı akım, aslında 1950’lerden itibaren hep devlet içinde var oldu ve asıl etkin güç olmayı da hep başardı. Ama şimdilerde kimilerinin “resmi ideoloji” diye aşağılamaya çalıştığı Türkiye Cumhuriyeti devlet yapısı, laik tabana oturduğu için sanki bu akımlara hiç nefes aldırılmamış gibi anlatılıyor.

Oysa tam tersiydi. Devlet yapısı laikti. Hatta laikliği koruyan kanunlar da vardı. Hatta komünizme karşı 141 ve 142’inci maddelerin yanında laikliği koruyan 163. Madde dinci kesimlerin korkulu rüyasıydı.

Ama bunlar hiç fark etmedi. Siyasal İslamcı akım, 163. Maddeye ara sıra bilerek kurbanlar vererek devlet yapısı içinde kalmayı ve palazlanmayı hep başardı.

Erbakan ve arkadaşları 163. Maddeye karşı siyasal bir yapı oluşturup Milli Selamet Partisi’ni kurar ve şeriat düzeni isterlerken, asıl İslamcı damar dönemin Adalet Partisi içinde kendine hayat damarı bulmuştu.

AP İÇİNDE BARINIYORLARDI

Aslına bakarsanız sevgili izleyiciler, bugünden bakınca, dönemin Adalet Partisi’nin siyasal İslam akımlarını içinde barındırmasına o zaman öfkelenirdik ama galiba bu o kadar da kötü değilmiş. Çünkü siyasal İslam devlet içinde ne kadar palazlanırsa palazlansın, sağ partiler içinde tam egemenlik sağlayamıyordu.

Bunda o parti yönetimlerinin henüz ilk Cumhuriyet nesli olmasının da katkısı vardır. Önce Bayar Menderes ikilisi, sonra Demirel, dini siyasete etme konusunda harikalar yaratmalarına rağmen, Cumhuriyet’in ilk nesli olmaları nedeniyle her şeye rağmen devrimlere, Atatürk’e bağlıydılar, ona minnet ve şükran hislerini taşıyorlardı.

Kırılma noktası 12 Eylül darbesiyle gerçekleşti. Şimdi parantez içine bir parantez daha açarak bir noktayı daha açıklığa kavuşturmak istiyorum. 12 Eylül generalleri siyasal İslam’ı palazlandırmak için ellerinden geleni yaptılar. Hep bir yanılgı vardır, sanki Türk ordusu Cumhuriyet’in olduğu kadar laikliğin de bekçisidir. Bu doğru değil. Ordu, zaten Osmanlı döneminde de tek laik kurumdu. Laiklik ordunun geleneğinde, temelinde vardır. Ama Türk ordusu hiçbir zaman laikliğin bekçisi olmadı.

Türk ordusu Cumhuriyet’in devletin bekçisi oldu.

Bugünkü siyasal İslamcılar orduyu aşırı laik olmakla, dine karşı olmakla ve Müslümanlara hep eziyet etmekle suçlarlar. Yok böyle bir şey. Ve en önemlisi, ordu hiçbir zaman Türkiye’de laiklik tehlikeye girdi diye herhangi bir müdahalede bulunmadı. 12 Mart ve 12 Eylül’de, meşruluk kazanmak için “irtica tehlikesine” vurgu yapıldı o kadar. Darbeler Türkiye’yi komünizmden korumak ve uluslar arası güçlerin Türkiye’ye çizmek istedikleri rotada yerini alması için yapılmıştır hep.

Özellikle 12 Eylül’den sonra bütün liderler tutuklandığı gibi Erbakan da tutuklanmıştır. Onun dışında dini faaliyetler içinde oldukları için kimse suçlanmamış, haklarında dava açılmamış ya da inançlarından ötürü hiç kimseye baskı yapılmamıştır.

12 EYLÜLE DESTEK OLMUŞLARDI

Nitekim, bak şimdi 12 Eylül’den söz edince Kenan Evren’in ünlü deyimini kullandım ben de, bugün iktidarda olanların tamamı, bakın tamamı diyorum 12 Eylül’ün en rahat kesimiydi, hiçbirine bir şey olmadı ve bugün sanki darbe karşıtıymış, çok demokratmış gibi davrananlar o gün 12 Eylül yönetiminin yanındaydı, onların destekçisiydi, üstelik korktukları, baskı altında oldukları için değil, tam tersine hepsi yürekten gönülden destekçiydi.

Yalan diyen biri varsa hemen gelsin burada yüzleşelim. Şimdinin gençleri, özellikle iktidarın yanında biat etmiş gençleri “ya ne diyor bu adam?” diyebilirler, şaşırmayın, durum aynen böyleydi. İsterseniz o günleri yaşamış yaşta olanlara bir sorun, bakalım ne diyecekler. Tabii şimdi hepsi birer darbe karşıtı kesildiler, ama ya o günler?

Neyse, bir parantez açtım güya, neredeyse konuşmamın tamamı parantez içinde kaldı. Dönelim yine asıl konumuza, andımızın kaldırılmasına.

Ne diyordum, hah, Osmanlı Türk’tü ve Müslüman’dı. Osmanlı sülalesi binbir çeşit etnik kesimin de imparatorluğunu yapmasına rağmen Türklük hiçbir kenara bırakılmadı. Sadece imparatorluğun son dönemlerine doğru, saray kendini toplumdan çok soyutladığı ve bir üst sınıf gibi davranmaya çabaladığı için, Türkler sanki sarayın dışında yaşayanlar gibi algılanmıştır.

Bakın çok küçük bir parantez daha açayım. Osmanlı 600 yılı aşkın dünyanın en büyük imparatorluklarından birini yönetmesine rağmen aristokrat sınıfını hiç yaratmadı. Sadece Osmanlı soyu biraz ayrıcalıklı sayılırdı o kadar. Batı ve Hıristiyan devletlerinde görüldüğü gibi asil kandan gelenler bizde hiç olmadı. Ama işte böyle olmayınca burjuvazinin oluşması da mümkün olmadı. Atatürk İzmir İktisat Kongresi’nden sonra Türkiye’de sermaye hareketlerini canlandırmak için devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratmaya çabaladı. Çünkü başka türlü muasır medeniyetlerle boy ölçüşemeyeceğimizi biliyordu.

Dedim ya Osmanlı döneminde aristokrasi yoktu ama biraz saray snopluğu vardı. Saray kendini halkın üstünde görürdü. Saraya kapılananlar da haklatan kopuk olmayı marifet sayardı. Halkın diliyle şiirler yazan Karacaoğlan varken, saray halkın hiç anlamadığı Türkçe, Arapça, Farsça karışımı şiirler yazan Nefi’leri Fuzuli’leri üretmişti.

Yine kapatalım parantezi.

ATATÜRK’ÜN ULUS DEVLETİ

İşte Atatürk bunu bildiği için yeni devleti kurarken, tabii biraz da hanedanların çöküşünden sonra ortaya çıkan Avrupa devletlerine bakarak, bu devletin ulus devlet olmasının doğru olacağını görmüştü.

Şimdi, geçmişe yine bugünden bakanlar “efendim 1921 anayasasında Kürtler vardır, ama 1924 anayasasında sadece Türkler vardır” diye ahkam keserek güya Atatürk’ün Kürtler’e kazık attığını söylerler.

Ama unuttukları şudur. 1921 Anayasası Osmanlı anayasasıdır aynı zamanda. Yani imparatorluğun anayasası. Osmanlının temeli ulusa değil ümmete dayanır. Oysa yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti artık bir ümmet değil ulus devletidir.

Zaten tüm kıta Avrupası’nda ulus devletler kuruluyor. Her devlet hangi ulus çoğunluktaysa onun adıyla kuruluyor, biraz önce anlattım işte, Almanya, Fransa, İspanya. Eee Türkiye’deki devlet hangi ulusa dayanacak. Elbette bu topraklarda en uzun süre hükmetmiş ve en büyük nüfusa sahip Türkler’e dayanacak.

Ama sevgili izleyiciler, Atatürk de biliyordu ki, kurduğu yeni devlette sadece Türkler yok. Ama herkesin bir üst kimlikte buluşması gerekiyordu. İşte bu nedenle “Ne mutlu Türküm diyene” demiştir. Eğer Atatürk ırka dayanan bir anlayışta olsa herhalde “Ne mutlu Türküm diyene” değil “Ne mutlu Türk olana” derdi. Yani burada bireyin asıl kimliği değil, ait olduğu ülkenin vatandaşlığından mutluluk duymasıdır esas olan. Ama çok iyi biliyorum ki ne kadar anlatsak da, bazı aymaz kafalar, ruhu hala Ortaçağ’da yaşayan zihniyetler bunu anlamamakta ısrar edeceklerdir. Aslında anlamadıklarından değil, bal gibi anlıyorlar da öylesi işlerine gelmiyor.

Bu nedenle çocukken andımızı okurken aklıma hiç ırkçı bir anlam gelmezdi. Ama geçen bunca yıldan sonra, dünyanın vardığı ekonomik, sosyal düzey göz önüne alındığında, hele çoğu istismarlar sonucunda oluşmuş hassasiyetler bu kadar açığa çıktığında, andımızın artık olmazsa olmaz bir kural gibi algılanmaması gerektiğini de söyleyebiliriz.

Bazen diyorum ki, keşke andımız bu iktidar döneminde değil de daha demokratik, daha özgürlükçü, hukuka bağlı en önemlisi laik anlayıştaki bir iktidar döneminde kalkmış olsaydı. Çünkü bugünkü iktidar, kendince ne kadar haklı gibi görünen gerekçeleri öne sürerse sürsün, andımızı kaldırmaktaki amacı başka, Bu iktidar Cumhuriyet ve Atatürk’le hesaplaşmak için andımızı kaldırıyor. İnsana acı ve hüzün veren bu.

ERDOĞAN’IN SÖZ ETTİĞİ MİLLET HANGİSİ?

Bakın bunu niye bu kadar rahat söyleyebiliyorum. Başbakan Erdoğan’ı sık sık “millet” derken duyuyorsunuz değil mi? “Aziz milletim” diyor örneğin. Milli iradeden söz ediyor hatta öyle ki yaptığı her şeyi bu “milli” iradeye bağlıyor.

Başbakan çok sık millet diyor demesine de çoğu kez bir sürü etnik kimlik sıralamayı da çok seviyor. Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Boşnak’ı ile, Çerkes’i ile diye başlayan tiratları var. Ama sizi bilmiyorum ben hep merak ediyorum, Tayyip Erdoğan sık sık saydığı bu etnik kimliklerden hangisini kendisine yakıştırıyor, ya da daha kestirme sorayım, Tayyip Erdoğan bu etnik kimliklerden hangisine ait. Türk mü, Kürt mü, Çerkes mi, Laz mı, hangisi acaba.

Bunu hiç söylemedi bugüne kadar. Bunu söylemediği gibi millet derken bunun adını da henüz hiç telaffuz etmedi. Bir kere bile Türk milleti demedi. Sahi Erdoğan hangisinden?

Sanıyorum o kendisini hiçbirinden görmüyor. Çünkü, tabii aslında çoğunuz biliyorsunuz, ben bir daha tekrarlamış olacağım ama Erdoğan’ın millet dediği aslında ümmet. Yani Erdoğan’ın zihnindeki üst kimlik din. Milletten anladığı aynı dinden olanların bir araya gelerek kurduğu topluluk veya bunun üst aşaması olan devlet.

Osmanlıya olan hayranlık da buradan kaynaklanıyor. Atalarımız diye Osmanlı’yı işaret ediyor. Ama hiçbir zaman Selçuklu’dan Alpaslan’dan söz etmiyor. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun, hatta Fatih sonrasına kadar, asıl kimliği Türklüktür. Sonra Müslüman’dır. Fatih’ten ama asıl Yavuz Sultan Selim’den sonra İslam kimliği Türk kimliğinin önüne geçmiştir.

Andımızdan girdik, nerelere geldik. Aslında bugün size söylemek istediğim birkaç konu daha vardı. Çin füzelerinden söz etmek istiyordum. Ama onun da geçmişini biraz anlatmaya kalksam uzayacak, başka güne artık, nasıl olsa daha çok konuşulacak.

GEZİ DAVALARINDAKİ SİNSİLİK

Ama bana göre günün haberlerinden biri Gezi olayları sonrası bir televizyon konuşması nedeniyle Behzat Ç dizisinin senaristi Emrah Serbes’e açılan dava. 12 yıl istiyormuş savcı. Çünkü Emrah Serbes bu televizyon konuşmasında Recep Tayyip diyeceği yerde Recep tazyik demiş. Bunun da Başbakan’a hakaret olduğuna karar verilmiş. Üstüne bir de gezi eylemini desteklediği için terörist damgası vurulunca ortaya 12 yıl istemli bir dava çıkmış.

Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama amaç belli. Şu anda sinsice uygulanıyor. Emrah Serbes herkes tarafından bilinen biri olduğu için açılan dava da haber oluyor. Oysa ülkenin dört bir yanında savcılar harıl harıl çalışıyor ve gezi eylemlerine öyle ya da böyle destek veren binlerce kişi hakkında soruşturma yapıyor. Çoğu bilindik isim olmadığından bu davalar medyaya yansımıyor. Herkes kendi başının derdiyle kalmış durumda. Tabii amaç halkı sindirmek korkutmak. Gezi olayı öyle bir travma yarattı ki iktidar üzerinde bir daha böyle bir şey yaşamak istemiyorlar. Bunun da yolunun halkı korkutmak sindirmek olduğunu sanıyorlar.

Yanılıyorlar tabii. Artık iş işten geçti. Halkı ne kadar korkuturlarsa korkutsunlar, bu akımı kesmeleri mümkün değil. Bugün korkutursun sindirdim sanırsın yarın hiç beklemediğin bir anda ve yerde bu kez gezinin iki üç misli insan sokağa dökülüvermiş.

Yani korkunun ecele faydası yok.

Bu iktidarın frenleri tutmayacaktır.

Eveeet bu akşam da süremiz bitti. Az sonra Ümit Zileli Ana Haberlerle karşınızda olacak. Pazartesi akşamı saat 18.30’da buluşmak üzere hepinize iyi akşamlar dilerim

Hoşçakalın.

ulusalkanal.com.tr