“Olup bitene rağmen AB ile yeni bir sayfa açılmalı“
"Bütün olup bitene rağmen Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmalı. Bu Türkiye'nin çıkarları açısından oldukça önemli bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Bu hususların da yapısal değil konjonktürel olduğunu vurgulamamız gerekiyor"
SETA İstanbul Genel Koordinatörü Prof. Dr. Fahrettin Altun, AB'nin olumsuz tutumuna rağmen, Türkiye ve AB ülkeleri ilişkilerinin normalleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesinin önemli olduğunu belirterek, "Bütün olup bitene rağmen, Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmalı. Bu Türkiye'nin çıkarları açısından oldukça önemli bir husus." dedi.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından, "Türkiye-AB İlişkilerini Rasyonelleştirmek" konulu panel düzenlendi.
Oturum başkanlığını SETA Avrupa Araştırmaları Direktörü Enes Bayraklı’nın yaptığı panele konuşmacı olarak, SETA İstanbul Genel Koordinatörü ve İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fahrettin Altun, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin Ünver Noi ve gazeteci Belkıs Kılıçkaya katıldı.
Altun, AB'nin son dönemde yaşadığı sorunlar ve Türkiye'ye karşı olumsuz tutumuna değinerek, "Bütün olup bitene rağmen Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmalı. Bu Türkiye'nin çıkarları açısından oldukça önemli bir husus olarak karşımıza çıkıyor. Bu hususların da yapısal değil konjonktürel olduğunu vurgulamamız gerekiyor." diye konuştu.
Türkiye ve AB arasında en önemli imkanın ekonomik işbirliği alanı olduğunu ifade eden Altun, şöyle konuştu:
"Türkiye, Avrupa için önemli bir pazar ve güzergah. Avrupa ise Türkiye'nin büyüyen ekonomisi için önemli. Bu çerçeve içerisinde Gümrük Birliği'nin revize edilmesiyle birlikte Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılması söz konusu olabilir. Bir diğer işbirliği alanı enerji. Petrol ve doğalgaz gibi hidrokarbon enerji kaynaklarının temini konusunda Türkiye de AB ülkeleri de dışa bağımlı durumda. Türkiye, bugün Avrupa'ya enerji arzının sağlanması, transit ya da aktarım merkezi olması açısından, Avrupa için oldukça önemli. AB'nin Türkiye'nin içerisinde bulunduğu enerji projelerine destek vermesi de son derece kritik öneme sahip. Çünkü bu kaynakların çeşitlendirilmesi ve enerji arzının güvenliği açısından oldukça önemli. Güvenlik sektörü de iki aktör arasında önemli bir işbirliği alanı. Türkiye'nin halihazırda İngiltere, Fransa, İtalya ve diğer AB ülkeleriyle sürdürdüğü askeri işbirliklerinin yeni dönemde artarak devam etmesi gerekiyor. Bu noktada Almanya'nın tutumu oldukça kritik. Almanya, ideolojik saiklerle bu sürecin içerisinde yer almıyor. Yeni dönemde Alman siyasetinin bu noktada daha realist bir perspektif kazanması, Türkiye ile AB ilişkilerinin normalleşmesi açısından oldukça kritik bir husus."
"Türkiye, AB ile ilişkilerin tutkular temelinde değil, çıkarlar temelinde rasyonelleştirilmesine çalışıyor"
Altun, önümüzdeki süreçte Avrupa ülkelerinin ve Türkiye'nin ortak çıkarlar perspektifinde birlikte hareket etmesinin, karşılıklı olarak aktörlere kazandıracağını söyledi.
Türkiye ve AB arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi açısından bir dizi zorunluluk bulunduğunu dile getiren Altun, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Terörizmin giderek küreselleşmesi ve bu ortamda Türkiye'nin AB ülkeleriyle ortak bir terörle mücadele konsepti geliştirmesi her iki tarafın ortak çıkarlarına hizmet edecektir. Bu noktada istihbarat paylaşımından başlayarak yeni bir ortaklık zemini kurulmak durumundadır. Bir başka husus da Avrupa'nın en önemli sorun olarak gördüğü mülteci krizinde Türkiye'nin oynadığı kilit rol. Gerçekleştirilen uzlaşı neticesinde mülteci ölümleri ve Avrupa topraklarına göç ciddi oranda azaldı. Bununla birlikte AB tek başına mülteci kriziyle baş edemez. Öte yandan Türkiye'de tek başına 3 milyonu aşkın mülteciyi tek başına finanse etmek durumunda bırakılması gereken bir ülke değil."
Altun, bütün sorunlar çerçevesinde Türkiye ve AB ülkeleri ilişkilerinin normalleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesinin, her şeyden önce Türkiye'nin çıkarları için önemli bir unsur olduğunu kaydetti.
Türkiye'nin Avrupa ile artık 2000'lerde, 80'li-90'lı yıllarda olduğu gibi ideolojik bir ilişki kurmaması gerektiğini vurgulayan Altun, konuşmasına şöyle devam etti:
"Onun yerine bu ilişki stratejik bir ilişki olmak durumunda. Çünkü Türkiye toplumu da siyaseti de Batıcı elitlerin geçmişte önüne koyduğu o tek boyutlu modernleşme konseptini kabul etmiyor. Bu noktanın oldukça önemli olduğunu ve siyasetin de bunun farkında olarak Avrupa ile ilişkilerini sürdürdüğünü, AB ile eşitler arası bir ilişki talebinde bulunduğunu düşünüyorum. Bu talebin karşılık bulmasının, hem Türkiye hem AB açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, AB ile ilişkilerin tutkular temelinde değil, çıkarlar temelinde rasyonelleştirilmesine çalışıyor. Yeni dönem perspektifinin de bu şekilde devam edeceği kanaatindeyim."
"Türkiye AB'ye üye olursa 80 milyon insan valizini alıp Paris'e gidecek sanıyorlar"
Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dedeoğlu ise Türkiye'ye yapılan 'Ayrıcalıklı ortaklık' teklifinin, ismi dolayısıyla 'ahlaksız teklif' olarak nitelenmesi gerektiğini söyledi.
Türkiye'nin bu teklifi kategorik olarak reddetmesi gerektiğini belirten Dedeoğlu, şunları kaydetti:
"Bizim Bulgaristan'dan ya da üye olmuş bir başka devletten daha ayrıcalıklı bir pozisyona sürüklenmesinin önünü kesmek gerekir. Türkiye, kademeli üyeliği geliştirebilir. Burada iki varsayım var. Birincisi AB şimdiki gibi gidecek yani çok vitesli Avrupa olmadığını varsayalım. Türkiye'de de Gümrük Birliği var. Bunu genişletebilmek, değiştirebilmek için Türkiye baskı yapmalı. Gümrük Birliği'ne artı denen kısımda gelişen her ilişkinin konu edildiği kurumlarda Türkiye temsil edilmeli. Bu doğrudan üyelik anlamına gelmez. Türkçesi, 'ne kadar köfte o kadar ekmek.' anlamına gelen bir durum. Yani hangi konularda işbirliği konusunda yol alındıysa Türkiye o alanlarda ya da onların alt kurumlarında temsil edilebilir olmalı."
İkili ilişkilerin geliştirilmesinin bir süre sonra AB-Türkiye ilişkilerine yansıma ihtimalinin çok daha güçlü olabileceğini öne süren Dedeoğlu, ayrıca iki tarafın kamuoyunda da yeniden karşılıklı güven oluşturacak şekilde çalışmalarının sağlanması gerektiğini aktardı.
Türkiye'nin AB kurumlarında temsilinin önemine işaret eden Dedeoğlu, şunları söyledi:
"Eğer Avrupa çok vitesli olursa onun da hangi bütünleşme halkasına Türkiye üye olabilecek ise oradaki işleyen kurumlarda temsil edilmeli. Bunun iki türlü anlaşılması mümkün. Bir, Türkiye yavaş yavaş bu kurumlara girer. '80 milyon bir seferde geliyor' korkusunu da aşacak şekilde. Çünkü Avrupa'da, Türkiye AB'ye üye olursa 80 milyon insan valizini alıp Paris'e gidecek sanıyor insanlar. Hem azar azar doz verilerek Avrupa kamuoyunun alıştırılması söz konusu olabilir. Hem grup içi dengelerde ve devletlerin birbiri etrafında kümeleşmesinde Türkiye'nin oynayabileceği rol tespit edilmiş olur. Türkiye'nin üyeliği halinde sadece 80 milyonun Avrupa'ya gideceği korkusu yok. Aynı zamanda oy ağırlığı açısından ittifak oluşturduğu AB kararlarının alımında önemli bir rol oynama ihtimali var."
"Bulgaristan'ın dönem başkanlığı, AB ile ilişkilerin iyileşmesi açısından önemli"
İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Noi ise AB'nin yapısı ve genel üyelik kriterlerine değinerek, Avrupa Birliği'nin kendi içerisinde değişime uğradığını ifade etti.
AB ile gelinen aşamada, ortak çıkarlar üzerinden hareket etme durumunun ortaya çıktığını dile getiren Noi, şu ifadeleri kullandı:
"Bunun sürekliliğinin nasıl olabileceğini bilemiyoruz. Önümüzdeki dönemde Bulgaristan dönem başkanı oldu. Bulgaristan'ın dönem başkanlığı, AB ile ilişkilerin iyileşmesi açısından önemli. Sonraki dönem başkanı ise Türkiye ilişkilerin bitirilmesi gerektiğini söyleyen Avusturya. O yüzden ortak çıkarlar üzerinden ilişkilerin ne kadar sürdürülebileceği soru işareti. Hiçbir şeyin olmamasından daha faydalı bir süreçtir. İktisadi Kalkınma Vakfı'nın araştırmasına göre, tüm bu sorunlu döneme rağmen, 2016-2017'de Türk halkı yüzde 70'ler oranında Avrupa Birliği'ne üyeliği destekliyor. Bunun birinci nedeni ekonomi, ikinci neden demokrasi ve insan hakları, üçüncü neden ise vize muafiyeti, serbest dolaşım hakları. Bu bize AB değerlerinin aynı zamanda bizim değerlerimiz olduğunu gösteriyor."
Gazeteci Kılıçkaya da 15 Temmuz darbesine karışan askerleri AB'nin iki kurucu ülkesinden Almanya'nın kabul edip mülteci hakkı vermesinin izahı yapılamayacak bir durum olduğuna dikkati çekti.
AB ülkelerinden, 15 Temmuz'da üyeliğe aday ülkede yaşanan korkunç bir olaya verilmesi gereken cevabın alınmadığını söyleyen Kılıçkaya, sözlerini şöyle tamamladı:
"Ama yine de duygusallıktan çıkarsak, Avrupa'da bazı anlatmamız gereken şeyler olduğunu düşünüyorum. Bunların da hepsinin Cumhurbaşkanı ya da siyasiler tarafından anlatılacak mevzular değil ama Almanya ve Yunanistan'ın yaptığının izahı yok. PKK'nın yayın organlarında açıkça isim verilerek tehditler savruluyor. Bunlar Almanya'da basılıyor ve Avrupa'da dağıtılıyor. Belki PKK'lıların iadesi olmaz ama AB normlarına göre böyle bir medya özgürlüğü yok. Bunun da üzerine gidilmesi gerekiyor. Biraz daha ilişkilerin gerçekçi planda, çıtayı çok yukarıya koymadan hareketli hale getirebiliriz."