İstanbul Barosu'ndan İsrail Barosu’na mektup

İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği hava ve kara harekatından dolayı İsrail Barosu Başkanı Av. Doron Barzilay'a mektup yazdı.

İstanbul Barosu'ndan İsrail Barosu’na mektup

Kocasakal'ın yazdığı mektup şu şekilde:

"Sayın Başkan,

Size bu mektubu, bir hukukçu duyarlılığı ve görev bilinci gereği, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği harekât sebebiyle yazmaktayım.

Bildiğiniz üzere, Devletinizin Gazze’ye düzenlediği harekatta çoğu çocuk ve kadın olmak üzere ölü sayısı an itibariyle 350’yi, yaralı sayısı 2500’ü aşmış durumdadır. Bu ölü ve yaralı sayısının artması ihtimali kaygı vericidir. Bunun yanı sıra yıkılan, yanan evler, tahrip olan altyapı, açlık, susuzluk, elektrik alamama gibi durumlar tam bir insanlık dramı oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, konuya politik yaklaşmadığımı ve amacımın bu olmadığını belirtmek isterim. İsrail Devletinin ve vatandaşlarının terör ve saldırılara karşı güvenlik ihtiyacının da bilincindeyim. Bununla birlikte, bildiğiniz gibi meşru müdafaanın belirli hukuki şartları mevcuttur. Bunlardan en önemlileri savunmanın saldırgana karşı yöneltilmesi ve saldırı ile orantılı olmasıdır. Oysa yaşadığımız olayda, İsrail güçlerinin saldırısı, saldırganlara karşı değil, ayrım yapılmaksızın masum sivil halka yönelmekte ve hiçbir orantı içermemektedir. Bu nedenle harekatı kendini koruma/meşru müdafaa kapsamında kabul edebilmek hukuken ve insani olarak mümkün değildir. Nasıl ki örneğin bir saldırganı etkisiz kılmak adına saldırı ile ilgisi olmayan yüzlerce kişinin öldürülmesi meşru müdafaa sayılamaz ise burada da durum budur. Bir suçluyu etkisiz kılabilmek adına bir köyü yok etmek mümkün müdür ? Kendini koruma ve meşru müdafaa dahil hiçbir şey, evlerinde otururken bir bombayla, şarapnel parçaları ile can veren bebeklerin, çocukların, kadınların ve sivil insanların ölümünü, toplu bir imha ve kıyımı haklı gösteremez.

Sizin de yakından bildiğiniz gibi bu tür bir uygulama, öncelikle İnsancıl hukukun kaynağı kabul edilen 1949 Cenevre sözleşmelerine, özellikle Savaş Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair IV sayılı sözleşmeye aykırıdır. Gerçekten 4 sözleşme ve ekli protokollerden oluşan bu sözleşmelerde, silahlı çatışma durumunda korunmaya mazhar kimselerin kasten öldürülmesi, askeri zaruretin haklı kılmadığı, hukuka aykırı ve keyfi olarak gerçekleştirilen yaygın yıkım yasaktır ve sözleşmelerin ihlalidir. Takdir edersiniz ki bu boyutta ve sivillere yönelik öldürme, yaralama ve yıkım askeri gereklilik ile izah edilemez.

Aynı şekilde;

-Sivil nüfusa (1949 Cenevre Sözleşmelerine Ek 1 Protokolün 50.maddesi uyarınca silahlı kuvvetler mensubu olmayan herkesi kapsamaktadır) ya da çatışmalarda doğrudan yer almayan bireysel sivillere karşı kasten saldırı yöneltmek;

-Sivil, yani askeri olmayan hedeflere (Bulunduğu yer veya niteliği bakımından, askeri operasyonlara bir katkısı olmayan, yani ele geçirilmesi ya da yok edilmesi durumunda bile, savaşan tarafa herhangi bir askeri avantaj sağlamayan yapılar) karşı kasten saldırı yöneltmek,

- Elde edileceği umulan somut ve doğrudan genel askeri yarara oranla açıkça aşırılık oluşturacak biçimde, sivillere yönelik tesadüfi yaşam kaybına veya zarara veya sivil hedeflerde tahribata ya da doğal çevrede geniş çaplı, uzun vadeli ve ağır tahribata yol açacağı bilinen bir saldırıyı kasten başlatmak ,

- Savunmasız olan (direniş göstermeksizin işgale müsait olan) ve askeri hedef olmayan şehir, köy, yerleşim birimi veya binalara her ne surette olursa olsun saldırmak veya bunları bombalamak,

gibi bu harekatta gerçekleştirilen pek çok fiil, 1949 Cenevre Sözleşmelerinin açık ihlali olduğu gibi, 2002 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası Daimi Ceza Mahkemesi (Roma) Statüsü’nün 6.maddesine göre insanlık suçu, 8.maddesine göre de savaş suçu oluşturmaktadır. Üstelik gene bildiğiniz üzere, Cenevre Sözleşmelerinin insancıl hukukun asgari müştereklerini ve sert çekirdeğini oluşturan ortak 3.maddesi bu kuralların sadece uluslararası nitelikteki çatışmalarda değil, niteliği ne olursa olsun her türlü çatışmada geçerli olacağını öngörmekte, Roma Statüsü de bunu bu şekilde kabul etmektedir.

Sayın Başkan, bizler hukukçu ve avukatız. Evrensel bir değer olan adaleti esas alan bir mesleğin mensuplarıyız.

Vatandaşlığımız, dinimiz, etnik kökenimiz ne olursa olsun bazı evrensel değerleri korumakla yükümlüyüz. Buna vicdan veya insanlık hukukunun gereği olarak da bakabiliriz. Bu vesileyle bir hukukçu, avukat ve 50.000 avukatı temsil eden baro başkanı olarak sizi şahsım, Barom ve insanlık adına Gazze’de yaşananlara karşı sadece hukuki bakışla sesinizi yükseltmeye, hükümetinizi uyarmaya, tüm insanlığı rahatsız eden bu trajediyi durdurmak adına uygun göreceğiniz gerekli girişimlerde bulunmaya çağırıyorum. Hiçbir sonuç doğurmasa dahi bu girişim ve duruşunuz, tüm insanlığa kalacak onurlu ve değerli bir miras olacaktır".

ulusalkanal.com.tr

mektup istanbul barosu