Mesele sadece Charlie Hebdo mu acaba?
Paylaşmaya çalıştığımız bu yaşamda, herşeyin bir sebep sonuç ilişkisi içinde olduğunu nasıl yadsıyabiliriz?
Kuruyan toprağın ilk akla gelen sebebinin, yağmayan, giderek azalan yağmur veya ormanlık alanların daralması olabileceği gibi, aşırı soğuk havaların da, örneğin kimi hastalıkların anası, kaynağı olduğunu da düşünebiliriz.
Tıpkı, iki insan, iki küme, iki kabile, iki toplum, iki ülke veya iki dünya arasında tarihten bu yana görülen çatışkıların, iç savaşların, bitmeyen düşmanlıkların, sürekli körüklenen nefretin yarattığı sonuçların mutlaka bir sebebi olması gibi.
21. yüzyılda, iki insan ile iki dünya arasındaki yelpazede hiç bitmeyen ve bugün en modern aygıtlarla yapılagelen "sen-ben kavgası"nın yarınlarda biteceği konusunda da bir küçük umudumuz yok aslında.
Yaşamın hangi zaman diliminde olursa olsun, insanlık varolduğundan bu yana süregelen ve adeta kalıtım yoluyla günümüze kadar sirayet eden "ben" egosu, "insanlık" denilen gerçeğin bu değişmez hastalığı sürdükçe, dünyamızı kuşatan acılar, alevler de, maalesef katmerleşerek devam edecek. Gizlemeye, mutluluk tablosu çizmeye hiç gerek yok.
Bu durum tesbiti, dünyanın herhangi bir ücra köşesindeki kapalı toplumlardan tutun da, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, "Barış Havzası" idealleriyle yaşatmaya çalışılan Avrupa kıtasına kadar değişmeyen ve bundan sonra da değişmesi mümkün olmayan bir gerçek bence.
Son yıllarda Avrupa ekseni dışındaymış gibi görülen ve dünyanın farklı coğrafyalarında kendini gösteren sıkıntılar, acı ve gözyaşı, terör ve katliamlar, aslında hepimiz için o kadar yakın ki…
Herşey bir düğmeye basmakla başlıyor. Ve basıldı da…
Yeni yıla girerken, Almanya'da Müslüman karşıtı kitlesel sokak eylemlerine işaret eden ve Toplum Gazetesi'nde yayınlanan bir analizimizde, 2015'in hiç te öyle umulduğu gibi, umut veren bir yıl olmayacağından söz etmiştim. Bunu da fotoğraflamak için, örneğin Almanya başta olmak üzere, Avrupa ülkelerinde "Radikal Müslümanlar ile Nazi yandaşı gruplar arasında sokak çatışmalarının yaşanacağı iddiasını öne çıkartmıştık. Radikalleşmenin bir boyutu olarak, Almanya'da "ya bir İslam Partisi kurulursa?" kaygısına da vurgu yapmıştık.
AB üyesi ülkelere bakar mısınız? Zahiri bir mutluluk tablosunun arkasında giderek büyüyen ve sürekli kaşınan bir endişe var ve sürekli de körükleniyor. Sadece medya değil, hemen her ortamda "Radikal İslamizm" konuşuluyor.
Almanya'ya bakıyoruz. PEGİDA denilen ve halk hareketi olarak tanımlayabileceğimiz eylem girişimlerinin ruhunda Nazi rüzgarı olduğu ortaya çıkmaya başladı. Çok ilginçtir ki; kitle partilerinden önemli oranda insanın da desteğini alan bu hareketin bu denli büyümesi, aslında toplumda bastırılmış "ırk" duygularını da yavaş yavaş uyandırıyor ve özgüven aşılıyor. Kim ne derse desin, bu uyanış, kısa sürede önemli bir yol aldı bile.
Benzeri hareketlerin Fransa'da, İngiltere, Hollanda ve İsveç'te de giderek kendini gösterdiğini gözlüyoruz. Alman-Türk, Fransız-Fas, İngiliz-Pakistan ayrımı yerine, Avrupa-İslam üst başlığı öne çıkartılıyor.
Yani cepheleşme için kapılar açılmışa benziyor.
Yani bir merkezden düğmeye basanların attığı tohumlar filiz vermeye başlamış gibi.
Şimdi amacımız, karamsar bir tablo çizerek korku yaratmak ve huzursuzluğu körüklemek değil elbette. Ancak varolan bir gerçeğin gelişim sürecini izlerken, yaptığınız durum tesbiti size ne yazık ki başka bir yön, farklı bir çıkış yolu göstermiyor.
Adına ister "Batı'da yabancı düşmanlığı", "İslam karşıtlığı" deyin, ister "Haçlı zihniyeti"nden söz edin...
Veya Batılı dünyada "İslam ile Terörizm" bir kapta değerlendirilsin, "Müslümanlar ile Barbarlık" eşdeğer tutulsun ve buna eli kanlı IŞİD'in insanlık dışı güncel eylemleri örnek gösterilsin…
Hiç farketmiyor. iki insan, iki inanç, iki toplum, iki dünya yavaş yavaş, adını henüz telaffuz etmeye cesaret edemediğimiz önü alınamayacak büyük bir çıkmaza sürükleniyor.
Haçlı Seferleri dönemindeki göğüs göğüse çarpışma, kılınç ve bilek veya iman gücüyle değil, kitlesel ölümlere yol açan 11 Eylül örneğindeki gibi vahşetlerden söz ediliyor. İntihar komandolarının Batı'da kitlesel ölümlere yol açacak katliamlara hazır beklediğini bilmeyen var mı? Batılı ülkelerde, belki gündelik yaşamda pek farketmediğim kadar, güvenlik önlemlerinin perde arkasında yoğunlaştığını da unutmamak gerek.
Fransa'da Charlie mizah dergisine yönelik kanlı eylemin sıradan bir saldırı olduğunu düşünmeyelim.
Başta da dediğimiz gibi, herşeyin bir sebep-sonuç ilişkisi var ve bu eylemde kanımca, düğmeye basanların uzun vadeli senaryosunda yer alan küçük bir kesitten başka birşey değil.
Fransız mizah dergisine yönelik eylemin ardından gelen gerilim, sadece Avrupa kültürü ile, bu coğrafyada doğup büyümüş bir avuç radikal İslamistin nefretiyle bitmiyor kuşkusuz.
Dünya; Fransa veya Almanya, Ortadoğu veya Türkiye ile de ibaret değil elbette.
Mizah dergisine yönelik katliam, sadece birkaç kişinin Hıristiyanlar'a veya Museviler'e yönelik nefretten ibaret, HİÇ değil.
Bilmem ne kadar haberdarsınız ama, İslamiyet'in egemen olduğu daha birçok coğrafyada hergün kanlı eylemler yaşanıyor. Hem de mizah dergisi Charlie'ye yönelik kanlı saldırının birer küçük uzantısı gibi. Yoksulluğun, güvensizliğin kol gezdiği Afrika ülkelerinde "Muhammet" karikatürleri yüzünden hergün onlarca insan ölüyor.
Nijerya işte bu kanayan coğrafyalardan birisi. "Mizah ve Muhammet" ekseninde, sokaklara dökülen, dogmaların neferi kitleler, önüne gelen Katolik'i öldürüyor, Fransızlar başta olmak üzere, farklı inanç ve kültüre ait kuruluş veya kiliseler, içinde insanla birlikte yakılıyor.
Özetle; durum yakın bir gelecek için hiç içaçıcı görünmüyor.
Dinlerarası diyalog çabaları da, inanç dayatmalarının baskısıyla bir sonuç veremiyor, sadece evcilik oyunu gibi, oynayanları mutlu ediyor.
Charlie Hebdo'nun yayın şefi, bir Amerikan televizyonunun sorularını yanıtlarken, Batılı Avrupa medyasını katliamdan sonra çıkartılan ve Hazreti Muhammed'i resmettiği söylenen karikatürlü kapağı değerlendirmediğinden ötürü sert biçimde eleştiriyor.
Neler oluyor sahi?
Galiba mesele bir Charlie meselesi değil.
Anlayalım artık.
Mesele başka yönde…
Dünyanın yüzyıllar boyu çektiği korkunç acıları düşünüyoruz da...
Dilimiz varmıyor, dilemiyoruz ama;
Mesele çoookk başka…
Mehmet Canbolat