Böyle şeyler yalnızca hayatta olur!
Çakmağının üzerine Büyük İskender’in yüzünü işletmek için yola çıktı.
Yusuf Yavuz
Döndüğünde kendini Athena’dan Herkül’e heykeller, Hitit tabletlerinden Roma’nın gözyaşı şişelerine kadar orijinalinden ayırt edilemeyen eserler üreten bir sanatçı olarak buldu. Yaptığı sikkelerin her biriyle, milyon Dolarlık vurgunlar yapmayı düşleyen define avcılarının kâbusu oldu. İşte hazineler diyarı olarak anılan Elmalı’da, “böyle şeyler yalnızca romanlarda olur” sözünü boşa çıkaran “Son Likyalı” Hamdi Usta’nın, böyle şeylerin yalnızca hayatın içinde olabileceği fikrine olan inancımızı sürdürmemizi sağlayan öyküsü…
Anadolu coğrafyası her yönüyle insanı çarpan öyküleri saklar koynunda. Eğer yeterince isterseniz siz de o öykülere karışıp on bin yıllık bir zaman tünelinde kaybolabilirsiniz. Geriye dönmek içinse kaybolurken bıraktığınız izlerinize ve belleğinize yeterince güvenmeniz gerekiyor. Bir başka deyişle, zaman ve mekânın ötesine geçip rengârenk kültürlerin ipliğiyle dokunmuş Anadolu kiliminin üzerinde zaman yolculuğu yapabilirsiniz demek istiyorum…
BU TOPRAKLARDA EDEBİYAT HAYATIN GERİSİNDEN GELİR
Siz de bunun olanaksız olduğunu düşünenlerdenseniz eğer, hala aramızda yaşayan Likya’nın son kahramanını tanımıyorsunuz demektir. O halde şimdi, Cüneyt Arkın’ın “Sıkı Dur Geliyorum” filminin o unutulmaz “Böyle şeyler yalnızca romanlarda olur canımın içi” repliğini boşa çıkaran bu öyküye kulak verin. Çünkü aslına bakarsanız böyle şeyler yalnızca hayatta olur. Bu yüzden komşusunun yaşamı Faust’un kaderinden daha dramatik, Kafka’nın metinlerinden daha karmaşık olan Anadolu halkı romana uzak durur. Çünkü bu topraklarda edebiyat her zaman hayatın gerisinden gelir…
Adı Hamdi Toşur. 39 Yaşında. Antalya Elmalı’da yaşıyor. Onun sıra dışı ama gerçek öyküsünü birkaç kez Elmalı’da duymuştum. Hatta bir ara kentin ana caddesi üzerindeki atölye olarak da kullandığı dükkânına uğramış, ancak akşamın geç saatinde kendisiyle görüşememiştik. Bakkal mıydı, tuhafiye mi anımsamıyorum, komşusuna bıraktığı dükkânının anahtarıyla kapı açılmış, bir sanat galerisini andıran mekânda adeta kaybolmuştuk…
ELMALILI HAMDİ’NİN BÜYÜK İSKENDER TUTKUSU
Hamdi Toşur, Elmalı’daki gençlerin pek çoğunun yaptığı gibi ‘sanat okulu’na, yani teknik liseye girdi. Elektrik bölümünü bitirdi. Ancak onun içinde başka duygular vardı. Binlerce yıllık kültürel ve manevi mirasın üzerinde kurulan Elmalı’nın, yalnızca bakmasını bilene gösterdiği derin yüzünü keşfetmişti belki de. Yaşıtları pop yıldızlarının, ünlü futbolcuların ve siyasilerin yaşamlarını ezberlerken Hamdi Büyük İskender’in yaşamını merak ediyordu. “Düşünce yapısı hoşuma gidiyordu. Tarihte yüzünü ilk resmettiren liderlerden biriymiş. Kendisinin gidemediği yerlere suretinin ulaşmasını istemiş” diye anlatıyor, Büyük İskender sevgisini:
‘ÇAKMAĞIMA İSKENDER’İN BAKIR RÖLYEFİNİ YAPTIRMAK İSTİYORDUM’
“Sigara tiryakisiydim. Bir de Zippo çakmağım vardı. Çakmağımın üzerine Büyük İskender’in bakır rölyeften yüzünü yaptırmak istiyordum. Ama bunu yapacak kimseyi bulamadım. Bir gün Safranbolu’ya gezmeye gittim. Burada dolaşırken bakır rölyefler yapan bir usta ile karşılaştım. Bu ustaya derdimi anlattım ve ardından birkaç gün atölyesinde yerleri süpürdüm, getir götür işlerini yaptım. Ustam önce beni ciddiye almadı. Çakmağımın üstüne İskender rölyefi yaptırma hayalimi ciddiye almadı. Ama sonra baktı ki ben çok ciddiyim, bana rölyef yapmayı öğretmeyi kabul etti. Ancak renklendirme işini nasıl yapacağımı öğretmedi. Ben de ‘madem öğretmiyorsun, ben gidiyorum’ dedim. Sonra renklendirmeyi de öğretti. Çünkü ustama dedim ki, ‘sen ölünce bu işi yapacak olan kimse kalmayacak…”
USTAM ‘BÖYLE SAÇMA ŞEYLERLE UĞRAŞMA, KENDİNİ KURTAR’ DEDİ
Hamdi Toşur, Safranbolulu rölyef ustasından işi öğrendi ama bütün uğraşlarına rağmen hala küçücük çakmağın üzerine İskender’in suretini işlemeyi başaramamıştı. Çünkü Büyük İskender’in suretinin çakmağın üzerine işlenebilmesi için çok küçük bir parça üzerinde çalışılması gerekiyordu ve ustasına göre bu çok saçma bir fikirdi. “Ustam bana ‘böyle saçma şeylerle uğraşma, daha büyük şeyler yap. Gününü de kurtar, kendini de’ dedi. Daha büyük neler yapabileceğimi araştırırken, Antakya’da bu işlerle uğraşan bir usta olduğunu öğrendim ve onun yanına gittim. Alaylı bir ustaydı. Bronz, gümüş ve altından imitasyon heykeller yapıyordu. Onun yanında da 9 ay kadar çalıştım ve işi öğrendim. Ancak ustamın kalıpları daha gelip geçici işlere göreydi. Ustama, ‘daha çok ayrıntı yaparsak iyi olur’ dedim. Ustam önce ciddiye almadı ancak günün birinde ustamın da yardımıyla örnek bir çalışma yaptım. Yaptığım çalışmayı soğuması için öylece tezgâhın üstüne bıraktım. Dükkâna İsrailli bir müşteri geldi. İsrailli müşteri tezgâhın üstündeki işi görünce ‘how much’ dedi. Ustamla göz göze geldik o anda. Birbirimizin yüzüne baktık. Ustam, ‘kaç para diyelim’ der gibi işaret edince, ‘300 lira’ diyebildim. Çünkü onca gümüş kullanıp, üç gün de uğraşmıştım yapmak için. İsrailli müşteri ‘tamam, ancak bundan üç tane istiyorum’ dedi. İki saat içinde iki tane daha yapıp müşteriye verdik…”
MEHMET USTA’NIN BİR YILLIK GÜMÜŞ STOĞU ERİYOR…
O günün ardından Hamdi Toşur atölyede gümüş ve bronzdan eski paralar yapmaya başladı. Şekeller, Roma paraları vs. Kendini öylesine kaptırmıştı ki, her gün yeni bir kalıp deniyor, eski uygarlıkların paralarına yeniden şekil veriyordu. Bir gün ustası “yeter artık yahu!” dedi. Çünkü atölyede eritilmemiş gümüş kalmamış, Hamdi Mehmet Usta’nın bir yıllık gümüş stokunu eritmişti!
ADANALI’NIN GÜMÜŞ KAŞIK TAKIMI ANTİK PARALARA DÖNÜŞTÜ
Atölyede gümüş kalmayınca Hamdi Toşur Adana’nın yolunu tuttu. Bulabildiği kadar gümüş alıp geri dönmek istiyordu: “Adanalı birinin gümüş çatal kaşık takımı varmış. ‘Bunları bana satar mısın?’ dedim. ‘Satarım’ dedi. Bu arada eriteceğim bir kaşıktan kaç tane gümüş para çıkartabilirim onu hesaplıyorum. Yaklaşık on tane çıkartırım diye düşündüm. Sonra bu kaşık ve çatalları da eritip kullandık. Günde yaklaşık yüz kadar eski para yapıyorduk. Bir gün ustama gümüşün üzerine bronz kaplama yaparak da eserler üretebileceğimizi söyledim…”
TIP ÖĞRENCİLERİ GİBİ ANATOMİ ÖĞRENDİ
Antik çağdan Osmanlı’ya eski paralar konusunda sayısız denemeler yapan Hamdi Toşur’un içindeki öğrenme tutkusu bitmek bilmiyordu. Antakya Harbiye’de heykel yapan bir usta olduğunu öğrenince onun yanına gitti. Sonra Sakarya’daki bir başka heykel ustasının yanına. Adeta bir tıp öğrencisi gibi önce anatomiyi öğrendi. Kaslar, ifadeler, mimikler. Teknik lisede öğrendiği çizim yeteneğinin de katkısıyla kendini giderek daha çok geliştiriyordu. Kalıplar yapmayı, Roma mumunu ve mumdan heykeller yapmayı öğrendi. Sonra memleketi olan Elmalı’ya döndü…
SOBA BORUSUNDAN SOĞUTMA, DOMUZ KILINDAN PARLATMA TEKNİĞİ
“Ben bir Likyalıyım diye düşündüm ve Likya’ya ait neler yapabileceğimi araştırırken Likyalı ustaların geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını görünce onların yaptığı gibi çalışmanın daha iyi olacağına karar verdim. Biz bugün her türlü teknolojiden yararlanıyorduk ama eski ustalar bir iş için günlerce uğraşıyorlardı. Bizim yaptığımız paralar orijinallerinin canlılığını ve parlaklığını yansıtmıyordu. Ruhsuzdu. Bir gün ben de antik çağdaki ustaların kullandığı aletleri yapmaya başladım. Metal uçlar, soğutma teknikleri vs… O çağda işlenecek metali balmumunda soğutuyorlarmış. Bu, metale çok iyi bir canlılık ve parlaklı kazandırıyordu. Bir gün bol miktarda balmumu satın alıp eriterek bir soba borusunun içine doldurdum. İşlediğim sıcak gümüşü borunun üst tarafından atıyordum, metal yavaşça kendi olağanlığıyla aşağıya inerken tam kıvamında soğuyordu ve tam zamanında kalıba basıyordum. Böylece antik çağda üretilenler gibi bir sonuç çıktı ortaya. Metali nasıl parlattıklarını araştırırken de domuz kılından yapılmış fırçaların kullanıldığını öğrendim. Ben de öyle yaptım…”
ROMA DÖNEMİNİN GÖZYAŞI ŞİŞELERİ ELMALI’DA YENİDEN HAYAT BULDU
Antik sikkelerin tıpkıbasımında geçmişin ruhunu da yakalayan teknikler geliştiren Hamdi Toşur, öğrendiklerine yenilerini katmakta da gecikmiyordu. Bu kez hedefinde Antakya’da gördüğü mozaikler vardı. Kısa süre içinde mozaik yapmayı da öğrendi. Ardından da sıcak cam üfleme sanatını. Çam reçinesinden yapılan heykelleri de… Nerede eski kültürlerin ve sanatların izlerini yansıtan bir usta görse gidip buluyor, derdini anlatıyor ve belki de kendisinden sonra o işi yapacak kimsenin kalmayacağı o ustadan işin püf noktalarını öğreniyordu. Sıcak cam üfleme sanatını öğrendikten sonra antik çağın önemli eşyalarından biri kabul edilen minik gözyaşı şişeleri yapmaya başladı. Ancak gözyaşı şişelerinin eski çağlardaki gibi görünmesi için kendi olanaklarıyla kurduğu sistemlerle kimyasallar yerine kum püskürterek eskitme yöntemini geliştirdi.
HAMDİ USTA’NIN FİLM SÜTÜDYOLARINDAN DİZİ SETLERİNE…
Hamdi’nin yaptığı gözyaşı şilelerini görenler 2 bin yıl öncekilerden ayırt etmekte zorlanıyordu. Artık o Hamdi Usta’ydı. Ama her şeyin ötesinde Anadolu’nun hamuruyla yoğrulmuş iyi bir sanatkârdı. Yaptığı işler kâh film stüdyolarında kullanılıyor kimi zaman da milyonları ekranlara kilitleyen ünlü dizilerin setlerinde tarihi dekorlara dönüşüyordu. Akdağ’ın koynunda çıkan kalkedon taşlarından benzersiz takılar yapıyor, Kızlarsivrisi’nin eteklerinden çobanların topladığı bitkilerden ‘mür yağı’ çıkartıyor, Likya’nın dününü bugüne bağlayan ruh köprüsünün bir ucundan diğerine adeta aşkla gidip geliyordu. Amerikalı bir müşterisi kendisi için antik çağ savaşçılarının zırhını istediğinde de, meraklı bir Türk altına Türkçe “İskender” yazdırarak Büyük İskender rölyefi istediğinde de büyük incelikle yapıyordu. Ürettikçe üzerinde yaşadığı coğrafyanın derinliklerini, sırlarını öğreniyor, öğrendikçe de şaşkınlığı da hayranlığı da artıyordu. Antik savaşçıların zırhına başlık yaparken Dirmilli keçi çanı ustalarının aslında binlerce yıl önce başlık yapan ustalarla aynı yöntemi kullandıklarını keşfediyor, başlık için atkuyruğu ararken geçmişte bölgede yetişen atların bugün nasıl tükendiğini öğreniyor, üzülüyordu.
HERKÜL MÜ HERMES Mİ BİLMEZDİM, YAŞAYARAK ÖĞRENİYORUM
“Arkeolojiden anlamam. Bir heykel gördüğümde Herkül mü Hermes mi ayırt edemezdim. Ama gördüğüm bir objeyi kafamda canlandırmaya başlıyorum. Yaparak öğreniyorum. Kimi insan yatağa uzandığında para düşünür, kimisi kadın kız düşünür. Ben de yatağa uzandığımda uykuya dalmadan önce gözümün önünde antik çağın objeleri dolaşır durur. Kendimi o dönemin savaşlarının içine girip çıkarken bulurum. Yaptığım işleri eline alan birisinin bunun antik çağdan kalma mı, yoksa imitasyon mu olduğunu ayırt edememesi benim için en büyük tatmin kaynağı. Bazen örnekler almak için müzelere gittiğim oluyor. ‘Ne yapacaksın’ sorusuyla karşılaşıyorum. İstediğim görsel malzemeleri temin etmekte zorlanıyorum. Çoğu zaman kendi ülkemde, burnumuzun dibindeki müzeden benim edinemediğim görsel malzemeleri, yurtdışındaki müşterilerimden istiyorum ve istemediğim kadar gönderiyorlar. Bu beni çok üzüyor. Biz kendi müzelerimizde bir fotoğraf bile çekemiyoruz ama Hermes’in kanatları dünyaca ünlü bir ayakkabı markasının, Çıralı’daki Yanartaş efsanesinde geçen kanatlı at Pegasus da büyük bir petrol şirketinin simgesi olmuş.”
DEFİNECİLER ARTIK ‘BUNU HAMDİ USTA MI YAPTI’ DİYE KORKUYOR
Hamdi Usta’nın tarih ve kültürle biçimlenen Elmalı’da kendi yaptığı işi anlatabilmesi hiç de kolay olmaz. Çünkü ünlü Elmalı hazinesinin de bulunduğu yer olan bölge define avcılığının da merkezlerinden biri olur. Hamdi Usta’ya göre bu iş iki ucu da keskin bıçağa benzer ve gerçeğinin 2 milyon Dolara alıcı bulduğu bir dekadrahmi ya da tetradrahmi’yi, yüzde 99.9 benzerlikte yapabilen bir usta için Elmalı’da bu işler hiç de kolay değildir: “Yaptığım işleri orijinalinden ayırt etmek uzmanlık gerektirir. Üretim aşamasında organik malzemeler kullandığım için karbon testine bile tabii tutulsa, günümüze ait petrogaz veya cila gibi bir kalıntı bulamazlar. Ancak atom ağırlığını ölçerek ayırt edilebilir ve bunun için de parayı parçalamaları gerekir. O zaman da büyük bir risk var, ya para gerçekse? Milyon dolarlık bir antika parayı parçalama riski göze alınır gibi değildir. Bir gün birisi benim yaptığım eserlerden birini Elmalı Müzesi’ne götürüp, ‘tarlamda buldum’ diye satmaya kalkmış. Müze yetkilileri bunu görünce ‘Hamdi Usta gerçekten güzel yapmış’ demişler. Adam kıpkırmızı olmuş ve ardına dönmüş. Ben yaptığım her işe bana ait olduğunu belirten küçük bir işaret koyuyorum. Müzeyle aramızda 100 metre var ve benden yüz liraya aldığı bir eseri müzeye satmaya kalkanlar çıkıyordu. Ancak tabiri caizse şimdilerde eskisi gibi kıçları yemiyor. Bir gün sigara almak için markete girdim. Bozuk paraların arasında cebimde kendi yaptığım imitasyon sikkeler vardı, marketçi bunları görünce güldü. ‘Bana birini verirsen dükkânı sana veririm’ dedi. Market sahibine bu paraların imitasyon olduğunu, böyle şeylerle karşılaşırsa aldanmamaları gerektiğini söyledim. Ancak son zamanlarda beni en çok sevindiren şeylerden biri de bu bölgede tarihi eser kaçakçılığı yapanlar bir eser satın aldıklarında ‘acaba bunu Hamdi Usta yapmış olabilir mi?’ diye soruyorlarmış.
BU İŞ BİR CANİNİN ELİNE SİHAL VERMEK GİBİ
Atölyeyi ilk açtığım yıllarda insanlar beni tanımıyorlardı ve kimi ahlaksız tekliflerle geldikleri oluyordu. Bu konuda önlemler aldık ve giderek gelmemeye başladılar. Benden bir ürün alacak köylüyü dolandıracaklar. Traktörünü, tarlasını takasını sattıracaklar. Bu işlerle uğraştıkça giderek insan sarrafı oluyorsun. Ustam bana ‘oğlum, dükkâna heykel almaya gelen biri olduğunda önce ayakkabılarına bak. Çünkü 30 liralık ayakkabı giyen birinin heykelle işi olmaz’ derdi. Bu niyetlerle gelenleri giderek temizledik. O tarzda birisi gelse hemen anlarım ve önüme milyarları koysalar hiçbir şey satmam. Bu işin en önemli yanı ahlaki sorumluluğu. Düşünebiliyor musunuz, kötü niyetli birine 20 tane para verseniz bütün Elmalı’yı dolandırabilir. Bu, bir caninin eline silah vermek gibi. Elmalı hazinesinin imitasyonunun yapılması bir zamanlar tabuydu. Ama şimdi bu tabuyu yıkmış da olduk. İnsanlar buna sahip olmak istiyorlardı ama herkese yetecek kadar hazine yoktu. Bir başka açıdan bakarsak, bu paraların imitasyonlarına sahip olanlar, ellerine dekadrahmileri alınca içlerinde bir çeşit tatmin yaşıyorlar. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan bu konuda aldığım izinler çerçevesinde ve ticari olarak kayıt altına alınan, faturası, kaydı olan ürünler yapıyorum. Bölgenin de reklâmı yapılmış oluyor.”
JANDARMA VE POLİSTE ARKEOLOJİ BİLEN UZMANLAR ÇALIŞMALI
Hamdi Usta, artık bölgedeki kaçak definecilerin korkulu rüyası olmaya başlamış, zengin olma hayaliyle tarihi ve kültürel mirası yağmalayanların elinden satın alanlar hep “acaba bu imitasyon olabilir mi?” diye sormaya başlanmıştır. Ancak Hamdi Usta’nın canını sıkan başka bir durum daha vardır ki bu da zurnanın zırt dediği yeri işaret eder: “Benim en muzdarip olduğum konulardan biri de jandarma ve polisin içinde arkeolojiden anlayan birilerinin olmaması. Diyelim ki ben bir ürün yaptım ve arabamla buradan Antalya’ya götürüyorum. Yolda jandarma arabayı durduruyor. Heykeli görünce jandarmaya derdimi anlatana kadar akla karayı seçiyorum. Bir iki geceyi karakolda geçirdiğim de oldu. Oysa jandarmanın içinde arkeolojiden anlayan birileri olsa bu sorunlar ortadan kalkar. Babam her zaman bu işleri yaptığım için başıma kötü bir şeyler gelecek diye endişe ederdi. Ben de ‘Baba, dinimizin ve yasalarımızın yasakladığı hiçbir şey yapmıyorum’ diye onu rahatlatmaya çalışırdım. Ama derdimi anlatana kadar kelepçeleniyordum. Çok sayıda işsiz arkeologumuz var. Bunları polis ve jandarmanın içinde istihdam edilmesi yararlı olur.”
‘OĞLUM ANTİN KUNTİN ÇIPLAK KARI KIZ YAPMA ALLAH GÜNAH YAZAR’
Elmalı’nın geleneksel yapısına son yıllarda modern yaşamın eklediği çözülmeyi de kattığınıza, genç yaşta kendini geliştiren Hamdi Usta’nın ailesine de kendini anlatması bir hayli zor olur: “Anneme arkadaşları benim ne iş yaptığımı sorduklarında söyleyecek bir şey bulamamış. Ben de ‘antik kuntik işlerle uğraşıyor dersin anne’ diyerek espriye vurdum. Onun derdi oğlunun taksici, şoför ya da öğretmen gibi herkesin anlayabileceği bir mesleğinin olması. Ama sonraları annem benim yaptığım işleri ilk gösterdiğim eksperim oldu adeta. Onun beğendiği bir iş çok sevilip hemen alıcı bulurken, dudak büktüğü bir işin hiç beğenilmediğini gördüm. Önceleri babam da bu işi yapmamı istemiyordu. Atölyeye geldiğinde bana “oğlum antin kuntin işlerle uğraşıp durma. Çıplak karı kız yapıyorsun, adamın çükü filan görünüyor. Yapma oğlum, Allah günah yazar’ derdi. Döktüğüm antik paraları eline alır bakardı, ‘lan oğlum, geçmez paralarla uğraşıyorsun, bari bir çeyrek meyrek dök’ derdi. Benim müşterilerim genelde yurt dışından. Yaptığım heykelleri de hep düşük fiyata almayı isteyenler var. Yunanistan’dan bir müşterim vardı, benim bin 500 lira fiyat söylediğim heykele bin lira vermek istedi, satmadım. Bir gün babam hastalandı. Ameliyat olması gerekti ama paramız yoktu. Ameliyat için 8 bin lira gerekiyor. Yunanistan’daki müşterimi aradım. Heykelleri istediği fiyattan vereceğimi söyledim. Sekiz heykeli kargoya verdim ve parasını havale etmesini istedim ve o 8 bin lirayı ödedim. Ameliyattan çıkınca babam ‘paramız yoktu nasıl oldu bu’ diye sorunca, ‘o beğenmediğin heykelleri sattım, onların parasıyla ödedim baba’ dedim. Babam iyileşince evde, ‘çocuğun heykellerine dikkat edin. Atölyeyi arada süpürüverin, çoluk çocuğa dikkat edin, içeri girmesin’ demeye başladı. Zamanla o da kabullendi yani…”
‘BENİM SONUM DA SON HİTİTLİ NECİP USTA GİBİ OLACAK…’
Genç yaşına rağmen 300’den fazla heykel, binlerce takı, rölyefler, mozaikler, cam tasarımları ve taş tabletlerden oluşan bir iki müzeyi dolduracak kadar sanat eseri biriktirmiş Hamdi Usta. Elmalı’nın tek büyük caddesinin üzerinde bulunan atölye ve dükkânında her daim tarih ve sanat kokan sohbetler sürüp gidiyor. Üretmekten ve ürettiklerinin beğenilmesinden mutlu. Doğup büyüdüğü toprakların tanıtımına ve derinliğinin anlaşılmasına katkı sağladığı için de gururlu. Ancak geleceğe yönelik ne düşündüğünü sorduğumda, her daim ezberleri bozan bir coğrafya olan Anadolu bilgeliğiyle bir yanıt veriyor: “Ben geleceğe yönelik bir şey düşünmüyorum. Yapabildiğim kadar yapmaya çalışacağım bu işleri. Denizli Tavas’ta Hitit geleneğiyle terrakotalar yapan ve ‘son Hititli’ olarak anılan bir Necip Usta vardı. Necip Savcı. Medet köyünde yaşıyordu ve yaptığı resimli seramikler muazzamdı. Dünyada tekti. 2010 yılında yokluk içinde öldü. Şimdi çocukları onun işini sürdürüyorlar ama onun üslubunu yakalamak kolay değil. Ben de sonumun Necip Usta gibi olacağını düşünüyorum. Yeni birilerinin yetişmesi de zor ama ben bunu da önemsemiyorum. Ben nasıl binlerce yıl sonra bir şekilde bu yola düştüysem, şimdi kimse ilgilenmese bile bin yıl sonra da birileri de benim yaptıklarımı fark eder ve kendi zamanına taşır.”
DİYELİM Kİ PARAYI YAPTIK FERRARİ’Yİ ÇEKTİK; SONRA NE OLACAK?
Sıkıntılı günlerinde kendi kendine “acaba kamyon şoförü mü olsaydım?” diye sorduğunu söylüyor Hamdi Usta. Ancak yaptığı işin ve taşıdığı sorumluluğun öylesine farkında ki, bu işi bir vefa borcu gibi gördüğünü söylüyor. İçinden geçilen dönemin ruhuna inat onun döneceği yerler köşeli olmaktan çok, derin ve ruhsal kıvrımlar taşıyor: “Bazı arkadaşlarım bana ‘bir memur maaşı 2 bin lira. Birkaç para yap, kendini de kurtar bizi de’ diye takılıyorlar. Ben de onlara diyorum ki, ‘diyelim ki birkaç para yaptım ve çektik Ferrarileri. Sonra ne olacak, yerine ne koyacağız? Olay bu değil çünkü. Benim çok paramın olmasına gerek yok. Dostlarımla sohbet edebileyim, iyi yaşayayım yeter. Bugün yiyeceğim yemeğin parası çıksın, ayakkabı alacaksam bunun parası çıksın yeter…”
ulusalkanal.com.tr