Amerika’dan Kars'ta vefat eden dedesini arıyor
Cem Özmeral uzun bir süreden beri Amerika’da yaşıyor. Orada çalışmış ve emekli olmuş bir T.C. vatandaşı. Özmeral 17 Mart 1954 tarihinde Kars’ta vefat eden dedesi Suphi Aykut’un mezarını arıyor.
Cem Özmeral uzun bir süreden beri Amerika’da yaşıyor. Orada çalışmış ve emekli olmuş bir T.C. vatandaşı. Özmeral 17 Mart 1954 tarihinde Kars’ta vefat eden dedesi Suphi Aykut’un mezarını arıyor.
Suphi Aykut 1953 yılında oğlu Osman Lemi Aykut’un hâkim olarak atanması münasebetiyle Kars’a gelmiş. Suphi Aykut, yaklaşık bir yıl oğlunun yanında yaşadıktan sonra 17 Mart 1954 tarihinde Kars’ta vefat etmiş.
Ve cenazesi Kars’ta defnedilmiş.
Cem Özmeral, bir süreden beri 1954 yılında Kars’ta vefat eden dedesi Suphi Aykut’un mezarını arıyor.
Özmeral, Kars Belediye Başkanlığı ve Kars Cumhuriyet Başsavcılığına birer e-posta göndererek dedesinin mefdûn olduğu mezarlığı sormuş, ancak e-postalarına bir yanıt alamamış.
Cem Özmeral, bir süre önce Kafkas Haber Ajansı’nın internet sitesi www.kha.com.tr’de Sezai Yazıcı’nın “Bir Mezar Taşı Üzerinden 1905 Rus Devrimi’nin Kars’taki İzleri” başlıklı makalesini okumuş.
Ardından Sezai Yazıcı’ya dedesinin mezarını bulmasında yardımcı olmasını rica etmiş.
Cem Özmeral, o günkü Kars yerel gazetelerin arşivini tarayarak dedesinin vefat ilanını da bulmuş.
Nisan 2015’te dedesinin mezarını bulmak ve ziyaret etmek için Kars’a gelmeyi planlayan Özmeral, ajansımıza, ailesi ve diğer ayrıntıları da kapsayacak nitelikte süreci anlatan ilginç bir yazı gönderdi.
Özmeral’in “Dedemi Arıyorum” başlıklı yazısını aynen yayımlıyoruz.
DEDEMİ ARIYORUM
CEM ÖZMERAL
Michigan’ın South Haven sayfiye kentinde ailece bir hafta sonu tatilindeyiz. Beş yaşındaki torunum Taylor Duru otel odasında oturmuş televizyonda çocuk programlarını izliyor. Üç yaşındaki Madise ise balkonda kucağımda oturuyor. Aşağıda Black River nehri Michigan gölüne doğru uzanıp gidiyor. Önümüzde botlar, yatlar, sandallar, yelkenliler tam bir resmi geçit yapıyorlar.Büyük gulet tipi bir korsan yelkenlisi aynı Bodrum’daki günlük turlar gibi yolcularını almış göle doğru açılıyor. Marina olarak kullanılan nehrin iki tarafı sahile demirlemiş tekneler le dolu. Sağımızda nehrin kara tarafında içeriye girdiği kısımda bir köprü iki yakayı birbirine bağlıyor. Konum aynen Göksu çayının Boğaz’a aktığı manzara, biraz daha moderni belki.
Yüksek bir bar koltuğunda oturuyorum, kız torunum kucağımda. Belki bir saattir gelen geçen deniz trafiğini, aşağıda vapur şeklindeki sahil lokantasının terasında içki içen insanları seyrediyoruz. Bana sorular soruyor, bitmez tükenmez. “Teknelerin neden bazılarında yelken var, diğerlerinde yok ?, neden botlar önlerini değil arkalarını karaya verip park etmişler ?, restoran gemisi hiç hareket edecek mi ?” Hepsine teker teker cevap veriyorum, o geçen teknelere el sallıyor, karşılık alınca da yüzünü bir sevinç kaplıyor. Sonra bana dönüyor ve aynen:
“ DEDE,WHAT A NİCE DAY !” DİYOR. GERÇEKTEN NE GÜZEL BİR GÜN, SENİN BU YAŞINDA BUNU DÜŞÜNMEN DAHA DA GÜZEL KÜÇÜK KIZIM.
Düşüncelere dalıyorum. Acaba yıllar geçip biz gittikten sonra, o bugünü hatırlayacak mı ? İmkan yok, insan üç yaşında yaşadıklarını hiç hatırlamaz, belki beş altı yaşında olanlar çok koyu bir perdenin arkasından bellekte kalabilir. Ama zaman bizim zamanımızla aynı değil. Benim çocukluğumdan dedemle olan üç dört siyah beyaz kare kalmış babamın körüklü Bessa makinası ile çektiği. Ama şimdi öylemi, ailede herkesin elinde cep telefonları, selfie çekmeler, instragramlar, video kayıtları, Facebooklar, web sayfaları. Belki her iki torunum da ileride kendi çocuklarına: “ bakın şu resimlere biz bir zamanlar dedenle anneannenle South Haven’e gitmişiz ve güzel bir gün geçirmişiz diyecek. Aynen benim annem,babam, anneannem, dayılarım ve yengelerim ile birlikte vapurla Sarıyer’e gittiğimiz ve benim dedemin kucağında oturduğum fotoğraftaki gibi . Ama dedemin sesi nasıldı, benimle o gün ne konuşmuştu hiç bilemeyeceğim? Oysa onu o kadar merak ediyorum ki !
SİS PERDESİ ARKASINDA DEDEM
Dedem kimdi, nasıl bir insandı ne iş yapardı, bu konuda çok az bilgim var, bunların çoğu da annemin bana anlattıklarından. Bir kere çok beyefendi ve nazik bir insanmış ve çok az konuşurmuş. Gençliğinde bir gemiyle New York’a, Ellis Island’a kadar gelmiş ama Mülteci Bürosu yapılan doktor muayenesinden sonra kendisini sağlıksız bulmuş ve Amerika’ya girişine izin vermemiş. Rahmetli annem bana yazdığı bir mektupta onu şöyle anlatmıştı:
Deden Suphi Aykut eşine az rastlanılan bir İstanbul beyefendisi idi. Babası Osman Bey, annesi deden çok küçükken ölmüş. Bir ablası var idi. Halam dünyada en çok sevdiğim insanlardan biri idi. Deden ben küçük iken Yeşilköy’de Air Fransız adlı bir Fransız şirketinde pasaport işlerine bakan bir sivil polis olarak hatırlıyorum.Sonra orası kapandı ve İstanbul’da İkinci Şubede komiser olarak yine pasaport işlerinde çalıştı. Ve sonra emekli oldu.Deden çok ileri görüşlü bir insandı. Beni ilk olarak Kumkapı’daki Jean Darc adlı Fransız mektebine verdi.İki sene orada okudum. Okul kapatıldıktan sonra Taksim’deki Saint Pulcherie’ ye yazdırdı.
SİSLER ARASINDA DEDEM
Büyük babam yani babamın babası, babam dört yaşındayken ölmüş onu hiç tanıyamadım. Ama dedem öldüğünde yedi yaşındaydım ve Ankara’da ilk okula yeni başlamıştım. O gün eve telgraf mı geldi, telefon mu edildi *, yoksa dayımın uzun mektubunu mu aldık hiç hatırlamıyorum. Ama annemin o gece hıçkıra hıçkıra saatlerce ağlamasını hiç unutamam. Dedemi son gördüğümde herhalde altı yaşındaydım. Onun la ilgili anılarımın hepsi bölük, pörçük aralarında bir devamlılık yok. Aklımda kalan bu sayıları çok az anıları da yazılarımda, kitaplarımda hep anlatmışımdır. İşte bütün hatırladıklarım :
Aradan elli yıl geçmesine rağmen , bazen hayallerimde bazen rüyalarımda ben bu camiyi hep görmüşümdür. Bazen avlunun içinden, dedemin elini tutarak yürürüz. Yolun iki tarafında koca koca servi ağaçları ve ağaçların aralarında beyaz mezar taşları vardır. Boyumdan çok büyük bu taşların bir kısmı üçgen şeklinde olup üzerleri, gül sarmaşıkları ve çiçek resimleri ile süslüdür. Daha ince olan diğerlerinin üzerlerinde dev bir soğan’a benzeyen kavuklar bulunur. Dedemle avlunun ön kapısından çıkarız . Bu kapının önünde büyük bir kahve vardır. Bodur sedir iskemleleri ile çevrili alçak masaların etrafı iskambil oynayan, tavla atan müşterilerle doludur. Bunların kimisi koca cam nargilelerindeki suyu fokurdatmakta, kimisi de gümüş tabakalarından çıkardıkları tütünü sigara kağıdına ustaca sarmaktadır. Mahallenin kabadayısı tulumbacı bir iki delikanlı dedemi görünce hürmetle ayağa kalkar ellerini göğüslerine götürüp selama dururlar. Dedem o zamanlar hatırı sayılır bir sivil polis amiridir. Delikanlıların üzerlerinde yakası açık beyaz gömlekler, lacivert pantolonlarının belinde vişne çürüğü kuşaklar göze çarpar. Arkasına bastıkları yumurta topuklu rugan ayakkabılarının içinde beyaz çorapları görünür. Çoğunun , sol elinde sarı renkli kehribar tespihler vardır. Dedemle yolun karşısına geçer , Mehmet Efendinin berber dükkanına gireriz. Dükkanın kapısında mavi, beyaz bir dönen bir silindir vardır ve bu benim hep hoşuma gider.
ÖZLEDİĞİM İSTANBUL, OKYANUS ÖTESİNDEKİ BİR İSTANBULLU’DAN ANILAR,2001
Dedemin üzerinde lacivert bir takım elbise ve bordo renkli bir kravat vardı. Cepkeninden saat zinciri görülüyordu. O da anneannemin yanında hasır bir sandalyeye oturmuştu. Önündeki sehpanın üzerinde itinayla soyulmuş birkaç dilim elma ve bir kadeh kırmızı şarap vardı. Gümüş sigaralığından yassı bir sigara çıkardı,çakmağıyla yaktı, sigarayı ağzına götürdü. Etrafa mavi beyaz bir duman yayıldı. Sonra bu dumanın arkasındaki manzara ve renkler bir anda kayboldu. Tekrar görmek istedim bu zamanını tam bilemediğim çok renkli tabloyu. Hazım Amcayı görmek istedim en çok. Ama heyhat, geri gelmedi, gelmeyecekti !
KAYBOLAN KIR TEPEBAĞ, İSTANBULLİTE.COM 2007
En fazla beş yaşındaydım, Anneannem ve Dedem beni elimden tuttular ve Küçükyalı’ dan trene binerek Haydarpaşa’ya geldik. Herhalde oradan da bir fayton ile Kadıköy’e. İnsanların şık giyindiği yıllar ; takım elbiseler, fötr şapkalar, tayyörler. Benim üzerimde lacivert bir denizci elbisesi var, kısa pantolon, altın renkli düğmeli lacivert ceket, beyaz gömlek, rugan beyaz iskarpinler. Nasıl mı hatırlıyorum? Dönüşte ceketimi trende unutacağız ve onu kaybettiğime günlerce üzüleceğim ve bu olay belleğimden hiç çıkmayacak da, ondan.
Bugün hayatımda ilk defa sinemaya gidiyorum. Opera sineması bu yakanın hatta Türkiyenin en lüks sineması. 1938 yılında Abdülhamit ten kalma bahçeli bir konağın yerine yapılmış ve kısa zamanda getirdiği Amerikan filmleri ile ün yapmış. Rita Hayworth’lu, Gary Cooper’li, Spencer Tracey’li yıllar. Tabii beş yaşında bir çocuğun bunlardan haberi yok. Bütün bildiği ilk defa bir sinema filmi göreceği.
Sanki bir film şeridi gibi hala aklımda. Dedem cam pencerenin arkasındaki çalışana: “iki büyük, bir çocuk” diyor ve zincirli cep saatinin altındaki cepten para çıkarıyor. Gişedeki memur çocuğun kaç yaşında olduğunu soruyor. Dedem “altı” deyince, adam paso’mu istiyor. Tabii ben ne altı yaşındayım ne de daha okula gidiyorum. Böyle lüks sinemalara altı yaşından küçük çocukları almıyorlar. Çaresiz üzülerek oradan ayrılıyoruz, sonra ne yapıyoruz, hiç hatırlamıyorum.
BAHARİYE’DE SİNEMALAR, İSTANBULLİTE.COM 2012
Bir başka anım da bir sabah yataktan kalkınca dedemin bana yastığımın altına bakmamı istemesidir. Yastığı kaldırdığımda , burada bir cep saati vardır ve bu dedemin bana hediyesidir. Ben uzun müddet sabahları kalktığımda yastığımın altını kontrol etmişimdir. Gene bir gün dedemle gezerken, o zamanlar genellikle fotoğrafçıların çocukların resimlerini çekmek için kullandıkları, içine girilen model bir araba görürüz. Arabanın fiyatı elli liradır. Ben dedeme “ lüzumsuz bir elli lirası” olup olmadığını sorarım.Tabii ki yoktur. Zannederim o zamanlar babamın yüzbaşı maaşı yüz ya da iki yüz liradır.
“Küçükyalı ile ilgili ilk anılarım dört, beş yaşlarıma rastlar.O zamanlar dedem , Kocamustafapaşa’ daki köşkten ayrılmış ve Küçükyalı’da tek katlı bir ev yaptırmıştır. Burada anneannem ve o zaman üniversiteden yeni mezun olan dayımla birlikte yaşamaktadır. Evin bütün etrafı kırmızı gelincik tarlaları ile kaplıdır. Dayım bana uçurtma yapmasını öğretmektedir. İnce çıtalar, altıgen şeklinde birbirine ince çivilerle tutturulur. Kırmızı, mavi, yeşil parlak kağıtlar bu iskeletin üzerine undan yapılmış bir tutkalla yapıştırılır. Uçurtmanın en önemli ve gösterişli kısmı, saçak,saçak incecik kağıtlardan oluşmuş kuyruk kısmıdır. Kuyrukta takıldı mı, artık uçurtma hür bir kuş gibi gök yüzüne salınır...........................”
“Dedemin ve anneannemin yalısının hemen arkasında iki katlı bir bina vardır. Burada Refik Bey ve refikaları yaşamaktadır ve bunların yedi kızları vardır. Lemi dayım bu kızlardan Servet hanıma tutulur ve kısa zamanda nişanlanıp evlenirler. Dayımın hakim olarak Kars’a tayini çıkar. Yeni evliler, dedem ve anneannemle Kars’a taşınırlar. Bu benim dedemi son görüşümdür. İki, üç sene sonra dayımlar Küçükyalı’ya döndüklerinde dedem artık yoktur. O artık uzaklarda, bembeyaz karların altında yatmaktadır.
Özlediğim İstanbul, Okyanus Ötesindeki bir İstanbullu’dan Anılar, 2001
* Maltepe çeviren sokaktaki evimiz 1954 yılında Ankara’da telefonu olan nadir evlerden biriydi. Üzerindeki yuvarlak dairedeki numaraları parmakla çevrilen siyah telefonumuzun numarası 25 582 idi ve şehirlerarası telefonalr santral aracılığı ile yapılırdı.
DEDEMİN ANNEME SON MEKTUBU
İki mektupta annemin ölümünden sonra onun sandığından itinayla içine konulduğu çıt çıtlı bir naylon kılıfın içinden çıktı. Eski Türkçe olan ilk mektup önlü arkalı tam dört sayfa. Bizim eskiden bakkal kağıdı dediğimiz bir kağıda kurşun kalemle yazılmış. Görür görmez bunun Suphi Dedem’den Annem’e yazılmış bir mektup olduğunu anladım. Ama bu sadece bir his miydi, yoksa ben çocukken bu mektubu annemin sakladığını görmüştüm, hatırlamıyorum. Acaba içinde ne yazıyordu, ah bir eski Türkçe okuyabilseydim. Burada da arkadaşım Selçuk Erarslan imdadıma yetişti. Bu mektubu eski Türkçe okuyan uzman bir arkadaşına okutmuş. Ondan beni çok sevindiren şu satırları aldım:
23.02.54 tarihli
“Sevgili pek küçücüğüm canım kızım;
Mektubuma ne yazayım. Şamil başlayayım istiyorum. Önce yolladığın mektubunun her şeyini tafsilatı ile yazdım.. canım evladım,bu günlerde…”
“diye devam eden oldukça yazısı bozuk bir babanın kızına yazdığı mektup. Tarih sene sırası 54 olarak yazıldığında 1254 mü 1354 mü olduğu anlaşılamamıştır. 1254 olursa 1839 olur. 1354 ise 1939 olur.”
Bu satırları Selçuk’a yazan arkadaş hasta olan dedemin yazısının kötülüğünü bahane ederek mektubun gerisini tercüme etmemişti.
Aslında tarih konusunda Selçuk’un arkadaşı konu ile bilgisi olmadığı için yanılıyordu.Mektup’a eski Türkçe yazıyla yazılmıştı ama tarih miladi takvim’e göre atılmıştı: 23.2.54 yani 23 Şubat 1954. Sevgili Dedem Suphi Aykut 17 Mart 1954 de Kars’da bu mektubu yazdıktan 24 gün sonra vefat etti. Lemi Dayım genç bir hakim olarak Kars’a tayin olduğunda dedem ve anneannem de oğullarının yanına küçük torunları Ömer’e bakmak için Kars’a gitmişlerdi. Dedem orada hastalandığında, anneanneme en büyük korkusunun İstanbul’a dönememek ve kızı Lamia’yı tekrar görememek olduğunu söylemişti. Ne yazık’ki bu korkusu başına geldi ve 68 yaşında hayata veda etti. Annem hayatı boyunca babasının mezarını ziyaret edememiş ve hep onun üzüntüsünü çekmiştir
Dedem son günlerinde küçük kızı Lamia’yı halının altında ararmış. Artık ilaçların tesirinden mi yoksa ölüme çok yaklaştığından mı bilemiyoruz. Annem “Beybaba”sının gözünde hep onun “küçücüğü”, “canım kızı”ydı.
Columbus nire, Kars nire ?
COLUMBUS, OHIO NİRE KARS NİRE ?
Son birkaç yıldır içimde nedenini tam bilemediğim bir istek doğdu. Kars’a gidip dedemin mezarını aramak. Acaba annemin 2009 yılında ölümünden sonra, onun hayatta olsa bu çok arzu edeceği şeyi yapma iç güdüsü müydü bu istek? Bilemiyorum. Üç yıl önce bir bayram arifesi Kocamustafapaşa’da idim. Niyetim Vidin Caddesindeki çocukluğumda dedem, anneannem ve diğer akrabalarım ile zaman zaman beraber yaşadığımız eski köşke uğrayıp buradaki kiracıdan geciktirdiği kiraları tahsil etmekti. İşimi bitirmiş, Sümbül Efendi caminin avlusundan sokağa çıkmış yürüyordum. Birden önümde ayaklarımın dibinde katlanılmış bir kağıt para olduğunu gördüm. Etrafımdan geçen kimseler yoktu, eğildim parayı elime aldım muntazam bir şekilde katlanmış banknotun katmanlarını açtım. Elli Türk Lirası idi. Birden tüylerimin ürperdiğini hissettim, dedemi hatırladım, geçtiğim sokakta onunla oturduğumuz eski kahveyi hatırladım, ondan istediğim “lüzumsuz elli lirayı” hatırladım . Hani şu fotoğrafçının sattığı, içine binilen çocuk otomobilini almak için lüzumlu olan elli lirayı, hani o gün hiç kimse de olamayan o lüzumsuz elli lirayı.Parayı cüzdanımı koydum ve otobüs durağına doğru yürüdüm. Ve o onda karar verdim, birgün muhakkak Kars’a gidip dedemin mezarını bulup onu ziyaret edecektim.
O gün bugün Kars’a gitme fikri aklımdan çıkmıyor. Ama kabri acaba hangi mezarlıkta, mezar taşı, hala yerinde duruyor mu? Dedem öldüğünde Kars’ta onun yanında bulunan kişilerden hayatta olanlardan biri gelini Servet Yengem, diğeri de torunu Ömer. Ömer o zaman üç yaşındaymış hatırlamasına imkan yok. Yengem ise bugün seksen sekiz yaşında ve İstanbul’da yaşıyor. Onunla son konuştuğumda dayımın vefatından bir yıl önce 1990 de Kars’a gittiğini ve babasının mezarını bulup ziyaret ettiğini söylemişti, ama mezarlığın nerede olduğunu o da hatırlamıyor. Aramaya Amerika ‘da yaşadığım Columbus, Ohio şehrinden, Kars’ın 12 000 km okyanus ötesinden nasıl başlayabilirim ? İlk olarak Lemi dayımın o tarihte T.C. Cumhuriyet Hakimi olarak görev yaptığını bildiğimden belki Adliye de bir kayıt vardır diye önce Cumhuriyet Savcılığına sonra da Kars Belediyesine aşağıdakine benzer bir mail atıyorum.
SAYIN CUMHURİYET BAŞSAVCISI MUSTAFA KÖYLÜ,
Ben Amerika’da yaşayan 65 yaşında bir emekliyim. Dayım Osman Lemi Aykut 1953 yılında Kars’a genç bir hakim olarak tayini çıkmış ve görev yapmıştı. 17 Mart 1954 babası, yani dedem Suphi Aykut Kars’da 68 yaşında vefat etti ve orada gömüldü. Sevgili annem ve dayım artık hayatta değiller.
Bu yıl Kasım ayında Kars’a gelip dedemin mezarını aramak istiyorum. Kayıtları varmı dır, nereye başvuracağım, bulabilir miyim ?. Annemin bana bu vasiyetini yerine getirmek istiyorum, bana yardımcı olabilirimsiniz? Mail’in bir kopyasını da Sayın Belediye Başkanına yolluyorum. Saygılarımla. Cem Özmeral
Özgür TUĞRUL / KARS
ulusalkanal.com.tr