Prof. Dr. Ali Demirsoy yazdı: Anlatamadım
Bu coğrafya bilinen her çeşit sorunu yaşadı; yaşamaya da devam ediyor. En kötüsü de yaşadığı bir sorunu tekrar tekrar yaşıyor.
Örneğin darbeden yakınıyor; ancak bilinen iki büyük; çok sayıda darbeyi sineye çekiyor. Bunca üniversitesi kale alınır bir şey yaratamıyor; ancak yurtdışına gönderdiğimiz insanlarımız dünya bilim tarihine geçiyor. Meydanlarımızı süsleyen hayranlık duyduğumuz heykellerin, sanat eseri olarak gösterilen binaların altında başka bir milletin mensubunun imzası bulunuyor.
Trafiğe çıkınca, miras bölünce, iş ortaklığı kurunca karşımızdakinin hakkını yemeyi bir yaşam tarzı haline getirmişiz. Miras bölüp de birbirine düşmeyen aile yok gibi. Trafikte hır çıkmasın diye dilimizi ısırıyoruz.
Yaklaşık yüzyıldır cumhuriyet düzenine geçmişiz; 70 yıldır çok partili parlamenter sisteme geçmişiz, hala seçim yasalarını kendimize göre düzenlemenin peşindeyiz; milletvekili olma çıkar sağlama kapısı haline dönüşmüş; parti diye bir şey yok parti başkanı ne derse o oluyor. Her seçimde hile karıştı sözünü duyuyoruz. Demokrasi sözcüğünü düzeni sağlamak için konulan kuralları yıpratmanın bir yolu olarak görüyoruz.
Dış ilişkiler çarpık gittiğinde ya da içeride terör belası her tarafı sardığında birilerinin bu ülkeyi karıştırdığı bahanesine sığınarak kendi yetersizliğimizi ve basiretsizliğimizi örtmeye çalışıyoruz.
Tarihimizle hesaplaşmaktan korkuyoruz. Geçmişin hatalarını bilimsel bir gözle gündeme getirenleri vatan haini, Osmanlı düşmanı ve batı hayranı olarak suçluyoruz. Başımızı kaldırıp çevremizde bizimle aynı değerleri paylaşanların da bataklık içinde boğuştuklarını görmek istemiyoruz. Bizi bataklığa sürükleyen nedenleri görmek istemiyoruz; gündeme getirenleri de ölüm tehdidi başta olmak üzere susturmaya çalışıyoruz. Bu ülkeyi gericiliğin pençesine iten, halkı birbirine düşman eden, Türklük bilincinin gelişmesini önleyen, uygarlaşmayı batılı hayranı olarak gören, bilimi din düşmanlığı olarak sunan insanların adlarını köprülere üniversitelere vermeyi bir marifet görüyoruz. Bir defa dini duygularımızla oynayarak kendisine bağlandığımız insanların kusurunu görmemezlikten geliyor; sonuna kadar körü körüne destekliyoruz. Kusur görülmez ve düzeltilmez ise yenileri sahneye çıkıyor. Cumhuriyet tarihinde birkaç istisnası hariç hemen her cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların, çocuklarının ve akrabalarının hırsızlıkla, rüşvetle ve yolsuzlukla suçlanmasına sadece ama sadece seyirci kalıyor; en azından bu insanların iftira edilmiş ise- temize çıkması için hukuken aklanmasını talep edemiyoruz.Milletvekilleri bu tip oylamalarda birey değil, Arapsaçı gibi birbirine girmiş, kenetlenmiş kitle olarak hareket ediyor, gelen emre göre domino taşı gibi bir o yana bir bu yana yıkılıyor. Hiç kimse gerçeği öğrenemiyor, gerçeği öğrenemeyince nereye yöneleceğini bilemiyor. Şans, kader, kısmet, takdiri İlahi gibi beylik sözlerle gazının alınmasını anlayamıyor. Tek düşündüğü bu yağmada acaba ben ne alabilirim olmadan öte bir şeyle artık ilgilenmiyor. Böylece kitap okumada dünya sıralamasında 150’ci sıraya oturuyoruz.
Ben 48 yıldır yazar ve konuşurum. Çok iyi eğitildiğimi, zeki olduğumu, dünyanın dört bir tarafını bildiğimi söyleyemem. Ancak bütün bunları anlamak için çok zeki olmak ve dünyanın dört bir tarafını bilmek gerekmiyor; minimum zekânın yeterli olduğunu düşünüyorum. Anlamak için çok küçük bir zekâ gerektiği halde bunca yıl en yakınlarıma bile düşündüklerimi hiç ama hiç anlatamamış olmam, olsa olsa, yazının başlığını oluşturan “anlatamadım” olmalıdır.
Benim gibi derdini anlatamayanların, birçoğumuz gibi anlatılanları anlamak istemeyenlerin bulunduğu bir ortamda, doğru bildiklerini oturttukları yanlışları yaygınlaştırabilmek için, kendi geleceklerini garantiye almak için gençliği yönlendirecek yolu kaçınılmaz yol olarak görmüş ve harekete geçmişlerdir.
Sizin kronikleşmiş (müzminleşmiş) sorunlarınızın nereden kaynaklandığını bir daha anlatmaya çalışayım. En az bu yazıyı okurken, geçmişteki yanlış yönlendirilmenizlerden, katılaşmış dünya görüşlerinizden, doğru bildiğiniz inançlardan, takım tutar gibi bir görüşe müntesip olmadan uzaklaşın.
Başarılı yaşam, zamanını en iyi kullananların dünyasıdır. Bir saniyenin bile değerlendirilmesinin yapılması ve bunun bir yaşam tarzı olarak gençlere öğretilmesi gerekir. Özellikle kapitalist düzende hedefe ulaşmak için her yolun denendiği, bir adım geri kalanın sadece nal topladığı bir dünyada, gençlerinin zamanını tarihin hurafeleri ile geçirmek için tezgâh kuranlar vatan hanileridir.
Bugün bir ülkenin ya da insanın yaratıcılığının, üretme sığasının, sanatta yaratma gücünün, dünya genelinde saygınlık kazanmasının tek yolunun sayılabilir, tartılabilir, ölçülebilir ve tekrarlanabilir bilimden geçtiğini bilmeyen kalmadı diyeceğim; ama kaldı.
Yeni cumhuriyetçiler, her dinin bağnazları, dini politikaya bulaştıranlar, eğitim dünyasına dini eğitimi şu ya da bu ad ile sokuşturanlar; ahirete daha çok yatırım yapanlar; her mahallede dini kurslar açanlar Ortaçağın artıkları olarak hala bilim dünyasında ne yazık ki boy göstermektedirler.
İkinci Dünya savaşından sonra yeni bir dünya düzeni kuruldu. Bu düzende zaman yitirenlere, dogmayı yaşam tarzı olarak kabul edenlere, üretemeyenlere, yeni buluşları gerçekleştiremeyenlere ve en önemlisi uzlaşma kültürünü geliştiremeyenlere artık yer yok. En önemlisi de uzlaşma kültürünün geliştirilmesidir. Uzlaşmadan kasıt bir şeyi ortak paylaşma değil, elindekilerle en fazla yararı sağlama ve doğru bildiklerini diretmekten vaz geçerek başkalarının da doğrusu olabileceğini öğrenmedir. Uzlaşmada bölünme değil, olabildiğince bütünleşme esastır. Gel gelelim ki Türkiye’de ve bu coğrafyada “güya demokrasi adına” etnik ve dini bölünmeler olabildiğince körüklenmektedir. Anlatamadık, bunun kimseye yararı olmayacaktır…
Bir saniyenin bile değerli olduğu, üretimde bir kuruşun bile maliyet açısından hesaplanması gereken bir zamanda yaşıyoruz. Yönetimlerin benim adamım, daha doğrusu katıksız yandaşım diye bir yerlere getirdiği yeteneksiz insanlarla bir ülke fazla ileriye gidemez, dış politikasında, ticaretinde, iç barışın sağlanmasında er ya da geç tökezler. İşsizliği, vasıfsız işçilerin çalışacağı alanlara yatırım yapmayla çözemez. Kendi dinamiği ile yeni iş alanları açamayan yatırımlar bir zaman sonra tıkanır; buna en iyi örnek inşaat yatırımıdır.
Eğitimin deseni değişmiştir; bir yerlerden diploma alma eğitilmiş olma anlamı artık taşımamaktadır; eğitim dünyası, tek bir pazara dönüşmüş bir dünyada kendi alanındakilerle başa baş koşabilen insanların dünyası olmuştur. Eğitimin içeriği bellidir. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz, hangi dini ve etnik gurubun içine girerseniz giriniz, oradaki insanlarla dünyada geçerli bilim ve bilginin kurallarında yarışabilmelisiniz.Evrensel eğitimin içeriği bellidir ve dünyanın her uygar ülkesinde ne olduğu da bilinir ve uygulanır. Bir insanın eğitiminde harcayacağı zaman da sınırlıdır; bu nedenle uygar bir ülkede bir saniyenin bile değerlendirilmesi gerektiğini söylüyoruz. Ya gençliğinizi evrensel olmayan bilgilerle doldurursunuz ya da onlara yaratıcılık kazandıran bilgileri vererek ülkesine ve dünyaya yararlı bir kuşak yetiştirirsiniz. Evrensel bilgi dünyadaki her insanın kullanacağı, aynı şeyi anlayacağı, ölçülebilir,tartılabilir, sayılabilir ve tekrarlanabilir bilgidir. Bunun dışında örgün eğitimde verilen her bilgi zaman yitirmedir. Bunun sonucunda niteliksiz insan çıkarırsınız. Bizim devlet kadroları başından beri niteliksiz insanlarla doldurulmuştur. Şu anda güya eğitilmiş olanların tek umudu devlette açılacak kadrolardır. Seçim vaatlerinin en önemli konusu, bu nedenle, devlette açılacak memur kadroları ve açıktan verilecek ianeler olmaktadır.
Aslında internet bağlantısı ve çeşitli anlaşmalarla dünya tek bir pazar haline dönüşmüştür. Yakın zamana kadar kendi kulvarımızda yarışıyor, niteliksiz insanımızı doyurabiliyor; hatta başımıza yönetici bile yapabiliyorduk. Bu kapı kapanıyor, herkes aynı kulvarda koşmaya başladı. Niteliksiz insanları niteliksiz işlerde (karmaşık olmayan, basit inşaat işlerinde) çalıştırarak işsizliği giderdiğimizi düşünüyorduk; aslında yeni iş alanı yaratamayan her türlü iş sonunda işsizlik yığını yaratmaktadır. Bunu da anlatamadık.
Dini eğitimin herkesin söylediği gibi ahlaklı bir kuşak yetiştirmek için gerekli olmadığını, bilimsel yöntemi içselleştirenlerin doğru düşünmeyi öğrenmesi nedeniyle, kurallara bağlı, saygılı ve ahlaklı olduğunu artık biliyoruz. Dünyanın en saygılı, düzenli, çalışkan ve üretken milletinin %70’nin Ateist olan Japonya ve bunu aynı oranlarda Ateist olan İsveç, Norveç, Hollanda’nın izlediğini biliyoruz.Tapınaklarda en çok vakit geçirenlerin, tapınmaya en çok vakit ayıranların, dünyadaki en azılı teröristleri, katilleri ürettiğini en az bu coğrafyadan biliyoruz. Düşünmekten ve olanların nedenini anlamaktan ve görmekten korkmayınız! Eğer korkarsanız bu yaşadıklarınızın yarın çocuklarınıza daha azgınlaşmış korkular olarak döneceğini biliniz!
Bakın bugün en vahşi, en cani en kanlı terör örgütünün en az ilk 10’nu İslam ülkelerinden çıkmış; bu coğrafyanın geçmişi de temiz değil, hep böyle. Geldiğimiz zaman diliminde tüm dünyada başka din ve inançlarla çatışan insanların hemen hepsi Müslüman. Kadın haklarının ihlali, hırsızlık, ırsızlık, rüşvet, kurallara uymazlık, saygısızlık, bilim ve sanat yoksunluğu bu coğrafyanın kronik sorunu. Suçu başkalarına atmayla, temelsiz nedenler aramayla artık bu çıkmazdan kurtulamayız. Zaman kalmadı, başımızı ellerimizin arasına alıp, korkusuzca, yansız, dogmalarımızdan arınmış olarak illetimizin nedenini (bulmalıyız demiyorum; çünkü biliniyor) sudan sebeplere bağlayarak biraz daha zaman kazanmayı bırakıp, yüzyılların ve bu coğrafyanın kronik sorununu en kısa zamanda ortadan kaldırmalıyız ya da düzeltmeliyiz. Atatürk ve arkadaşları laik cumhuriyet diye başlamıştı. Ancak gerisini getiremedik. Bu coğrafya tekrar dincilere teslim oldu… Böyle giderse bu bataklıktan hiçbir zaman kurtulamayacaksınız; işte “din simsarlarının pençesine düşmüş insanıma” yıllardır bunu anlatamadım…
Dünyadaki nüfus büyük bir hızla artıyor, tüketim alışkanlığı iyice pompalanıyor, tüketim deseni ve çeşitleri geçmişe göre onlarca kat artıyor, kaynaklar tükeniyor ya da azalıyor. Sudan toprağa, enerjiden, madene her çeşit temel kaynağın sıkıntısı başladı. Bugüne kadar doğanın efendisi safsatası ile insana yapılan müsamahanın sonuna gelindi. Doğanın, yansız, ödünsüz en katı kuralı olan “Doğal Seçme” devreye girdi. Evrimin en temel kuralı işlemeye başlandı: Bir ortamda olanaklar azalınca gerçek yarışma ve çatışma o zaman ortaya çıkar. Bu kayıktan ilk aşamada birileri atılacak. Tekrar söylüyorum: Bu kayıktan birileri atılacak. Kim atılacak diye merak etmiş olmalısınız. Üreten, icat eden, yenilik yaratan, karmaşık silahları yapan, sanata ve bilime katkısı olan, uzlaşma kültürünü geliştirmiş, evrensel bilgi eğitimine ağırlık vermiş, bir saniyesini bile boşa harcamayan, tarihten gelen dogmatik yanlışlarını düzeltmiş, dogma bataklığı içinde birbirini boğazlayan ülkelerin yönetimlerine sızmış ülkeler bu kayıkta ayakta kalmanın da yolunu bulacaklardır. Benim güzel ülkemin de bu kayıkta kalabilmesi için bugüne kadar inatla sürdürülen ırkçılık ve bağnazlık güdümlemesini en kısa zamanda terk etmesinden, eğitimi ve yönetimi laikleştirmesinden, gençlerini çağdaş bilgilerle donatmasından geçtiğini anlatamadım…
Olması gereken eğitim sistemi, yerleşmiş ve kronikleşmiş dogması ile değişmeyi başından ret eden, yanlışlarını tutku halinde savunan, yanlışlarını görme yerine onlarla hiç ilgisi olmayan başka nedenler arayan, çıkarı için kendisinin de taviz vermesinin uzlaşma için kaçınılmaz olduğunu anlayamayan bir dünyada kendine yer bulamaz. Bu coğrafyadaki insanların 1500 yıldır birbirini yemesinin ve bir türlü uzlaşamamasının bir nedeni olmalı; korkunun ecele yararı yoktur; bunu er ya da geç öğreneceksiniz. Bugüne kadar anlatmaya çalıştığımız buydu: Bunu kendimiz araştırarak çözmeliydik; birileri kafamıza vurarak bunu bize zorla öğretmenin acısını çekmemeliydik. Bu coğrafyaya yağan bunca bombadan, sürünen insanlardan, insanlıktan çıkmış güruhların içimizde ve çevremizde cirit atmasından, emperyalistlerin elinde soytarıya dönüşmüş yönetimlerden hala ders çıkaramadık. Hala eski berbere tıraş olmaya çalışan insanların yönetiminde koskoca bir ömrü – en az ben- tükettim. Türkiye geçmişte bir şans yakalamıştı;ancak emperyalistlerle kol kola gezmeye, kişilikli dış politikasından taviz vermeye, inançlarını politikaya bulaştırmaya, ırkçılığı ve bağnazlığı iç politika aracı olarak kullanmaya başlayınca, aydınlığa götürecek tren 1938 yılında makas değiştirdi.
Demokrasi amaç olmaktan çıkmış; hedefe ulaşmak için araç olarak kullanılan bir söyleme dönüşmüştür. Toplumu sürükleyen ve ileriye götüren gücün aykırı düşünenler ve aykırı konuşanların arasından çıktığı gerçeğini unutarak; çoğunluğun çıkar beklentileri arasında geleceğin yitirilmesine göz yummanın doğru bir yönetim olmadığını anlama ne yazık ki yıllar sonra anlaşılabiliyor. Bu nedenle siyasi tarihimiz keşkelerle yazılıyor…
Kapitalist sistem dünyanın tümünün gelişmiş, uygar, düzenli olmasını hedeflememiştir. Kendi refahı için her zaman sömüreceği, sırtını sıvazlayıp, ağzındaki lokmayı alacağı ahmakların bulunması gerekir. Petrol zengini olup da hala Ortaçağı yaşayan Müslüman ülkelerin durum budur. Hepsi sözüm ona kalkınmış; ama hiç biri gelişmiş değildir. Bu coğrafya parazit ve terörist üreten ülkeler topluluğudur. Her türlü insan haklarının ihlalinin, her türlü rüşvetin, dalaverenin, yolsuzluğun, ahlaksızlığı, çevre tahribinin, çatışmanın, çağdışılığın yaşandığı coğrafyadır. Bu coğrafyanın insanları cennetin anahtarı ile uzun yıllar avutulduktan sonra, çareyi kendi dünya görüşlerini paylaşan ülkelere değil dünya görüşü kendirlerinkine taban tabana zıt olan başka bir medeniyetin içine sızmakta bulmuşlardır. Akdeniz’de yüzen on binlerce çoluk çocuğun cesedi, ülkelerin dikenli tellerine takılan binlerce insanın tenleri, kimseye duyuramadığı çığlıkları, bu coğrafyanın ve bu öğretinin bittiğinin tamtamlarını olduğunu anlamalısınız.Bir istisnası olmuştu: Türkiye Cumhuriyeti. Batı için kötü bir örnekti, laik Müslüman ülke kapitalist sistemin çıkarlarının tehlikeye girmesi demekti. Emperyalizmin bu korkulu rüyası 1946 yılından bu yana imzalanan açık ya da gizli anlaşmalarla kendi açılarından istenen rotaya sokuldu. Bağımsız Türkiye’den çeşitli anlaşmalarla kazığı bağlanmış bir Türkiye çıktı. Ordusunun, aydınının, yazarının, çizerinin, bilim adamının mahkemelerde yıllarca süründüğü, kurumların tahrip edildiği düzmece belgelerle beli kırıldı. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da, Yemen’de, Nijerya’da, Malezya’da, Endonezya’da, Sudan’da kargaşalığın temelinde, karşıt gurupların oluşumunda tek belirleyici etmen, din ve ırk açısından dünya görüşündeki farklılıklardır. Bu ülkelerde yönetim başından bu yana din eğitimine bulaştırılmıştır. Türkiye’de adım adım izlenen eğitim uygulamaları ile aynı yolun yolcusu olacağımız görünmektedir. Yasalara, kurallara uymayan, insana ve başkasının haklarına saygısı olmayan, çıkarı için her şeyi mubah gören, çocuğuna ve karısına şiddet uygulayan, okumayan, düşünmeyen, tek hedefi lüks tüketim olan, fırsat bulursa yabancı ülkeye yerleşmeyi düşünen, demokrasi dendiğinde sadece örtünmeyi anlayan bir nesli yetiştirdiğimizi görmemek için kör olmak gerekiyor. Bir daha anlatayım: Eğer acil önlem alınmaz ise, anlattıklarımız anlaşılmaz ise, bir kuşak sonra (şimdiden örneklerini her yerde görmeye başladık) bu coğrafyanın teröristleri, canileri, katilleri, uygarlık düşmanları bu topraklarda da yeşerecektir. Demedi demeyin…
Prof. Dr. Ali Demirsoy
ulusalkanal.com.tr