Bir Hıristiyan Masalı'ndan Türkiye gerçeğine

Bir Hıristiyan Masalı'ndan Türkiye gerçeğine

Sizlere, okuduğum bir kitapta dikkatimi çeken bazı bölümlerden alıntılar sunuyorum:

Ülkemizde, 381 yılında kurulup on yedi yüzyıllık bir tarihin mirasçısı olan Fener Rum Patrikliği hakkında yapılan yok "ekümenik"tir, yok "ekümenik" değildir tartışması, her şeyden önce zayıfın güçlüye karşı savunmasına ilişkin bir ayıptır.

Eğer yaşadığımız toprakların tarihine saygı göstermek istiyorsak-ki, gelecekte bizlere saygı gösterilmesi için gereklidir-hepsi topu 3,5 milyon mümini temsil eden Fener Rum Patrikhanesi'nin; Türkiye'de varlığını sürdürme çabasına ve 260 milyon nüfuslu Ortodoks dünyada hâlâetkin olabilmek

mücadelesine destek olmalıyız. (sayfa 177)

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu yasası Lozan Antlaşması'nda"ekümenik" sözü geçmese bile, bu yokluk, büyük olasılıkla I453'teki Fatih fermanını kaybedip I520'de "hatırlanana"göre yeniden yazılan belgedeki eksiklikten kaynaklanmıştır.

Günümüzde güya İstanbul'a sahip çıkanların İstanbul tarihiniFatih'le başlattıklarına; Türkiye'yi kuranların Osmanlı'yı inkârına ve şimdilerde Osmanlı'ya sahip çıkanların da Osmanlıhakkındaki cehaletine bakarak iddia edebilirim ki:

Gerek Fatih'in fermanını 67 yıl sonra(!) kulaklarına çalındığıkadarıyla yeniden yazanlar, gerekse Lozan Antlaşması'nıimzalayanların aklına "ekümenik" sözcüğü kendileri için birşey ifade etmediği ve zaten Yunanca olup ne anlamını ne deönemini bildikleri için gelmemiştir.

Oysa Müslüman bir ülkede var olma savaşı veren FenerRum Patrikhanesi'nin Ortodoks âlemine "ekümenik", yani küreselöncülük iddiası, dün Osmanlı İmparatorluğu'nun işinegeldiği gibi, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti'nin de uluslararası ilişkilerde yararınadır.

En azından hiçbir biçimde zararına değildir!(sayfa 178)

Vatikan Devleti'nin tanımı günümüzde: "Aziz Petrus'tanberi Papalık makamı ve İmparator Konstantin'den (4. Yüzyıl) öteye Hıristiyanlık âleminin resmi merkezi" biçiminde yazılıdır.Başka bir deyişle, 21. yüzyılda bile Papalık Devleti'nin meşruiyetiyer yer, hâlâ ve inatla Konstantin'in sahte vasiyetinedayandırılmaktadır!

Katolik Kilisesi Kurumu, 19. yüzyılın sonundan itibaren gerek"Konstantin'in Bağışı", gerekse bu vasiyete dayandırılan"Papalık Fetvaları"nın sahteliğini kabullenmesine rağmen açıkseçik dillendirmedi.

Çünkü Konstantin'in sahte vasiyeti, "Hatice'ye değil neticeyebak"ın Latincesi, sonuca bakınca aracı sahtekârlığıhaklı kılan bir hayırlılık durumu.Böyle bir sahtekârlık yapılmamışolsaydı, bugün Hıristiyanlık âleminin kutsal makamıİstanbul'daki Fener Rum Patrikliği olacak ve ... Müslüman birülkede, Fatih ilçesi gibi aşırı İslamcı bir nüfusun kuşatması altında kalacaktı.

Konstantin'in sahte vasiyeti olmasa, belki de Dördüncü Haçlı Seferi yapılmayacaktı. Hıristiyanlığın kutsal başkentiKonstantinopolis, 1204'te maruz kaldığı Haçlı işgal ve talanına belki de uğramayacaktı. Doğu Roma İmparatorluğu zayıflamayacak, Batı Roma' dan bunca nefret etmeyecekti, belkide. Ama en önemlisi, Konstantin'in sahte bağışı ve DördüncüHaçlı Seferi olmasa, Doğu Ortodoksları Sultan'ın kavuğunukuşkusuz yeğlemezlerdi Papa'nın külahına...

Sözün özü, eğer "Konstantin'in Bağışı" adı altında böylebir sahte vasiyet düzülmeseydi Batı tarihinde, belki deDoğu Roma yalnız kalmazdı Osmanlı orduları karşısında ve Konstantinopolis, İstanbulolmayabilirdi.(sayfa 183)

1684 yaşına basan bu kutsal kültür mirası, sadece 561 yıldan beri bizim mülkümüz.

Miras demiş, sende de durayım biraz.

Roma yıkılmış, elbet Türkiye ilelebet payidar kalacaktır da…

Sıra kimin?

(sayfa 184)

Khalkedonia (Kadıköy), 2013.

Yukarıdaki satırlar, kitap ve yazılarını keyifle okuduğum Mine G. Kırıkkanat’ın, “Bir Hıristiyan Masalı” isimli eserinden alınmıştır. Kitap debisi yüksek bir nehir gibi akıp gidiyor. Sayın Kırıkkanat, akıcı bir edebiyat dili ve olağanüstü bir anlatım zenginliği ile size zamanı unutturuyor; sayfaların eriyip gittiğinin farkında bile olmuyorsunuz. Şimdi de genel olarak çok beğendiğim bu emsalsiz eserdeki yukarıdaki satırlar hakkındaki naçizane fikirlerimi nakledeceğim.

Fener Rum Patrikhanesi konusunda Lozan tutanaklarını didik didik ettim. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Lozan’daki müzakerelere katılan Türk Heyeti, Patrikhane konusunda, “neyin ne olduğunu ve ne istediğini” çok iyi biliyordu.

Ekümenikliğin Türkiye’nin yararına olduğu ileri sürülüyor. Lozan’ın çöpe atılması pahasına olsa da böyle bir düşünce elbette savunulabilir. Ama en azından somut fayda ve mahsurların analitik bir bakış açısı ile irdelenerek ortaya bir çerçeve çizilmesi gerekiyor.

Yıllarca NATO müzakerelerine katıldım. Türk Boğazları (TheTurkishStraits) yerine, kayıtlara Bosphorus (İstanbul Boğazı) ve Dardanelles (Çanakkale Boğazı) ismini geçirmeye çalışan Batı ülkelerine karşı göğüs göğüse mücadele ettim. Türkiye, sadece bu nedenle, veto hakkını kullanarak onlarca NATO dokümanının yayımlanmasını engelledi.

İsim tartışmalarının, aslında maskelenmiş mülkiyet tartışmaları olduğunu bu vesile ile vurgulamalıyım. Kitabın Khalkedonia’da yazılmış olmasına bir anlam veremedim!

Tüm bu konuları da bir kenara bırakıyorum. Bir dekoder gibi tarihin şifrelerini çözenbu çok önemli kitap bilgi dağarcığımı genişleterek bana keyif verdi ama bir Türk olarak benim duygu dünyamda bir karşılık bulamadı. Sanki başka bir dünyanın özlemlerini yansıtıyor gibi geldi bana.

Her şeye rağmen Vatikan’ın asırlardır süren sahtekârlığını belgeleme konusunda hedefini tam on ikiden vuran kitap, sizleri tarihin derinliklerinde keyifli bir yolculuğa çıkarıyor.

E. Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr