29 Ekim’in Objektifinden Bir Psikolojik Savaş Karesi: 32 Puntoda “Savaşa Hayır”

29 Ekim’in Objektifinden Bir Psikolojik Savaş Karesi: 32 Puntoda “Savaşa Hayır”

Psikolojik savaşların temel işlevini ve etkisini irdelemek çoğu zaman şaşırtıcıdır. Bir meydan muharebesinde binlerce askerinizi karşı tarafın birkaç düzine askerinin insafına bırakmak istemiyorsanız psikolojik savaşların niteliğini ölçebilecek kabiliyete sahip olmanız gerekir.

Devrimler bizler arzu ettiğimiz için gerçekleşmezler. Kaçınılmaz olan tarihsel olayların önüne geçilemedi, geçilemez. Tarihsel koşullar Osmanlı Devleti’ne son verirken bireylerin onayını almadı. Ölüm anı yaklaşan bir kurum kendi bireyleri arasından yeni, bambaşka bir yaşamın koşullarını yarattı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyetimizin doğumunu tahayyül ederken bu nokta aklımızda yer etmeli.

Savaştık. Sovyet Devrimi yükselirken çardan ricacı değildi, devrimciler savaştı. Amerikan Devrimi, “Büyük” Britanya’nın eli ayağı öpülerek gerçekleştirilmedi. Küba Devrimi, Batista’ya rica ederek rejimi ortadan kaldırmadı. Türk Devrimi de tarihsel koşulların ona devrim yolunu açmasıyla birlikte Anadolu halkının emeği ve kendi ordusunun kuvvetiyle ağını ördü.

Bugüne dönelim.

Her sene olduğu gibi dün de Cumhuriyet Bayramımızı kutlamak üzere binlerce yurttaşımız Bağdat Caddesi’nde yürüdü. Cumhuriyete verilen değeri, bir ulusun ferdi olmanın anlamını kazanmanın verdiği o hissi bayramlarımızda gerçek anlamıyla gözlemleyebiliyor olmamız ne keyifli!

Ancak dün yürüyüşün başından itibaren Bağdat Caddesi’nde farklı bir şeylerin olduğu çok açıktı. Bunu hissettiğimizde kimimiz üzüldük kimimizse öfkelendik. Farklı olan şey, 1 Kasım’a uzanan bu süreçte 29 Ekim gibi bir günün bu şekilde bir parti propaganda aracına dönüşmüş haliydi. Bu halin bir psikolojik savaşın parçası olarak yürüyüşe katılan kitleler üzerine zerk edilmesi durumu ise çarpıcıydı.

29 Ekim akşamı… Yürüyoruz.

Kadıköy Belediyesi tarafından fener alayı için hazırlanan binlerce döviz önümüzde. Her birinde Mustafa Kemal portreleri. Altlarında kapkara, kocaman puntolarla “Savaşa Hayır”.

Emperyalizmin çeşitli aygıtlarının cirit attığı bir ülkede, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda “Savaşa Hayır” denilmesinin bir nedeni olmalı. Bu nedeni ortaya koymak için de bir soru sormalıyız önce. Hangi savaşa hayır?

Kiminle “Savaşa Hayır”ın yazılmadığı bir sloganın hedeflediği nokta bellidir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti her kim ile savaşıyorsa “Savaşa Hayır” sloganının esas muhattabı odur. Bugün “Savaşa Hayır” demek Türk Silahlı Kuvvetleri’ne “Savaşma!” demektir. Bunu demek için “Gazi” Mustafa Kemal Atatürk’ün portresini kullanmak ironiktir.

Esas muhattabı ortaya koyalım. Kimse kimseyi kandırmasın. Ülkemizin içerisinde bulunduğu başka bir savaş olmadığına göre bugün “Savaşa Hayır” demek açık ve net bir biçimde PKK ile olan mücadele sona ersin demektir. Bugün “Savaşa Hayır” demek, Türk Silahlı Kuvvetleri cephede silah bıraksın demektir.

John Lennon şarkılarında yaşamıyoruz. Ülkemizin bütünlüğü emperyal politikaların bir aracı haline dönüşen bir terör örgütü vasıtasıyla yıllardır tehdit edilmektedir. Daha dün Amerika’dan 50 ton silah yardımı alanların ülkemiz içerisinde at koşturan kollarına karşı verilen mücadelede “Savaşa Hayır” sloganını, hem de Cumhuriyet Bayramımızda dört bir yana yazmak bir psikolojik savaş ürünüdür.

Barış mı istiyoruz? Tüm gerici ve bölücü terör örgütlerini ülkemizden def edelim. Emperyalizmin işbirlikçisi tüm bu kuvvetleri yumruğumuzla ezelim. Gerçek barışa ancak o zaman ulaşabiliriz. Pax Americana’nın bizi ulaştıracağı nokta kan ve göz yaşından öteye geçemeyecektir.

Öte yandan bu psikolojik savaş ürünü hamleleri daima püskürteceğiz, püskürtmek zorundayız.

Bölücü ve gerici tüm terör örgütlerine savaş ilan ediyoruz, edeceğiz!

Bu doğrultuda zafere inancımız ve ordumuza güvenimizde tereddüt etmiyoruz, etmeyeceğiz!

Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın tam bağımsız Türkiye!

Kahrolsun PKK!

Kahrolsun emperyalizm!

Mert Can Yılmaz

ulusalkanal.com.tr

ulusal kanal