21. Yüzyılda tıbbın çaresizliği

Esra Tanrıverdi yazdı

21. Yüzyılda tıbbın çaresizliği

Sevgili Okurlar,

Hatırlarsanız bir dönem Milenyum yılı olan 2000'lerin bir felaketler çağı olacağı ve kıyametin kopacağı gibi senaryolar durmadan kendini hatırlattı ve gündemden hiç düşmedi… Salgın hastalıkların tüm dünyayı sardığı filmler, 2012 için beklenen yok oluş senaryoları, küresel ısınma teorileri, enerji kaynaklarının tükendiği bilgisi bizleri içten içe hep bir "hastalıklar çağı"na hazırlar gibiydi sanki. Hani o Şirince’ye kaçma zamanı vardı ya acaba o zaman bu zaman mı yoksa?

21'inci yüzyıl ceplerinde virüsleri ile geldi dolu dolu. H1N1, Sars, Ebola derken geçtiğimiz günlerde bilgi dağarcığımıza yeni bir virüs daha eklendi. Adı Korona…

Virüs ne demek?

Latince zehir anlamına gelmekte. Hayatın olduğu her yerde bulunur. Kökenleri bilinmemekte, çünkü fosil formları bulunmamakta. Virüslerin kökenlerini bulabilmek için DNA ve RNA karşılaştırmasını kullanan moleküler teknikler uygulanıyor. Günümüzde virüslerin kökenini açıklamaya çalışan hipotezler bulunmakta ama şu anda konumuz bu değil benim uzmanlık alanım ise hiç değil. Çok küçük olan virüsler (ortalama bir bakteriden 100 kat daha küçük) sıradan bir mikroskop ile görülemez. Virüsler sadece bir hücreyi işgal ederek etkisini kullanır. Çünkü bunlar hücresel yapı değil. Kopyalanma, tekrarlanma yeteneğinden yoksundurlar, üremeleri için konak hücreye ihtiyaçları vardır. Bu nedenle virüsler protein kaplamasına sarılı DNA ya da RNA genlerinin sadece küçük paketleridir. Protein kılıf içerisinde bulunduklarından antibiyotik türü ilaçlardan etkilenmezler. Virüs bir kez hücreye bulaşınca, onu teslim almaya çalışır. Hücre içinde yerleşen virüs kopyalanıyor ve mümkün olduğunca çok sayıda yeniden ürüyor.

Geçtiğimiz günlerde biraz Tıp tarihini inceledim. Resim ve belge bulabildiğimiz en eski dönemlerden beri hastalıklar ya tanrı ya tanrıların cezalandırması ya da kötü bir ruh veya cinin, insanın içine girmesi ile olduğu düşünülüyor. Dolayısıyla aslında tıp bilimi, bir yerde cezalandırılması gereken insanı kurtarmak yani tanrısal bir karara karşı gelmek üzerine kurulu. Cezalandırılması gereken birinin kurtarılması, bazı dönemlerde pek de iyi karşılanmaz. Bu nedenle tıp bilimi yüzyıllarca gelişememiş. Özellikle Hristiyanlığın ilk bin yılı bu açıdan korkunç olaylarla dolu. Engizisyon döneminde binlerce kişi (özellikle kadınlar), insanları tedavi ettiği için, cadı diye yakılmış. Hristiyanlık öncesi pagan çok tanrılı kültürler, Hristiyanlığın ilk bin yılından çok daha özgürlük dolu.

Müslümanlık ise Hristiyanlığın bu karanlık döneminde bir çok bilim adamı ve tıp insanı için belki de kurtarıcı bir dönem olmuştur. Pagan dönemin bütün kültür hazinesi olan kitaplar Arapçaya çevrilerek, dünya kültürü için saklanmış. Özellikle İspanya’da hüküm süren Endülüs Emevi Devleti, zamanının en kültürlü ülkesi sayılıyor. Bir Müslüman Arap ülkesi olmasına karşın, sistemi bütün kültürlere açık ve bugünün bir çok ülkesinden daha liberal. Zamanın en iyi tıp fakülteleri orada. Gel zaman git zaman deney ve gözlem esaslı modern bilimin Avrupa’da gelişmesiyle, özellikle 16.yüzyıldan sonra müslümanların bilimsel üstünlüğü geride kalmış ve aradaki fark giderek batı lehine açılmıştır. Bildiğimiz üzere Osmanlı asker bir devletti, bilim alanında iddiaları yoktu. Ancak batıdan geri kaldıklarını anladıkları zaman batı tipi fakülteler kurmaya başladılar ama çok geç kalmışlardı.

Tıp, insan sağlığını inceleyen ve onu tedavi eden çok önemli bir branş. Tarihin ilk dönemlerinden beri insanlar hastalıkların nedenlerini araştırdılar ve tedavi yolları bularak uyguladılar. Özellikle Rönesans ve daha sonraki çağlarda çok değerli keşifler yapıldı. En büyük buluşlar 19.yüzyılda yapılıyor. Bu dönemde tıp, teknoloji ve bilimdeki gelişmeler, endüstri ve kapitalizmin büyümesi ile ekonomiye, demokrasi ile politikaya paralel gidiyor. Yüzyılın ilk yarısında Paris, Dublin, Londra ve Viyana’daki klinik okulların gelişimi, tıp tarihinin en büyük konularından biri. Histoloji, patoloji, fizyoloji ve farmakoloji bilim dallarında yeni ilerlemeler, 19.yüzyılın ikinci yarısında klinik tıbbın yeni bir tipinin gelişmesine yol açtı. Bu yeni klinik tıp, bugünün tıbbıdır.

Hiç kuşkusuz 21.yüzyılda, tıpta elde edilen bazı ilerlemeler dışında, 19. yüzyıldaki gibi çığır açan buluşların yapılmadığını görüyoruz. Antibiyotiklerin, aşı ve serumların bulunması yanında organ nakillerindeki bazı yenilikler 21. yüzyıla damgasını vurmuş gibi görünüyorsa da kansere çare bulunamaması, hastane enfeksiyonlarının yeniden hortlaması ve beyin, beyincik gibi organların işlevlerinin henüz araştırılmakta olması ve bunlara ait hastalıkların tam tedavi edilememesi, yaklaşık 4 aydır dünyayı sarsan Korona’nın önleminin alınamaması Tıp Biliminin teknolojinin gerisinden geldiğini göstermekte. Nasıl oluyor da insanın klonlandığı, yapay zeka çalışmalarının yapıldığı, görüntülü telefonlar üretildiği 21.yüzyılda, Milenyum Çağı’nda bir virüse yenik düşüyor? İnsanın sonu bu virüsün elinde mi?

Ulaşım, otomasyon, iletişim, bilgisayar, inşaat gibi disiplinlerin getirdiği çözümlere ve yeniliklere bakınca tıp malesef hayal kırıklığımız oldu. En zeki kişilerin tercih ettiği bu disiplinden beklentilerimizin yüksek olması elbette normal. Bilgisayar teknolojisinde bir virüs söz konusu olduğunda cihaz hemen korumaya alınıyor, virüsün yayılmaması engelleniyor. Yani sorun derhal çözümleniyor. Bugüne kadar hiçbir bilgisayar virüsü dünyayı hükmüne almış değil. Teknoloji buna izin vermedi. Oysa hastalık virüsleri mesela yeni Koronavirüsü tüm insanlığın sağlığıyla bir oyuncak gibi oynarken dil, din, ırk, kültür, ideoloji ayrımı yapmadan hepimize aynı korku yayarak eşitleştirdi. Buna hazırlıksız yakalanan tüm devletler ne yapacağını bilemez halde. Avrupa’da ve dünyada en ileri teknolojilere ve ekonomiye sahip ülkelerin bu derece aciz kalacağını hatta çok ilginç bir örnekle özgürlüğün ve demokrasinin beşiği kabul edilen Fransa gibi bir ülkede mücadele için sokağa çıkma yasağının ilan edileceğini kim tahmin edebilirdi? Yüz yıla yakın böyle bir küresel pandemi görülmemişti. Bu yüzdendir ki halklar ve devletler olarak panik içerisindeyiz.

Bu virüs bütün dünyaya resmen diz çöktürüyor.

Yaşanan felaket, insanın ne kadar aciz olduğunu hatırlatıyor aslında. Gözle göremediğimiz bir virüs, bütün dünyayı eş zamanlı olarak disipline edip, istediklerini yaptırabiliyorsa bu bizim acizliğimiz. Tıp bilimine teknoloji kadar gereken önemi vermeyişimiz de olabilir mi?

Şunu unutmayalım ki, tarih tam elde edilen başarılara tam not verir. Umut edelim ve dileyelim ki insanlık bundan sonra insan sağlığını tam olarak koruyacak çok daha güçlü buluşlarla karşılaşır.