Kudsi Ergüner: "İslamî tasavvuf sosyalist ideallere yakındır"
Anadolu'nun müziğini, hoşgörüsünü, insancıllığını, hakikate olan aşkını nefesiyle dünyayla buluşturan, farklı kültürlerle köprü kuran UNESCO Barış Sanatçısı, usta neyzen Kudsi Ergüner ile müziğe, tasavvuf felsefesine, çalışmalarına ve hayata bakışını Aydınlık'a anlattı.
Ersoy İrşi / Aydınlık
Nefesiyle kültür neferimiz oldu. Çalışmalarıyla hem Osmanlı müziğinin, hem de farklı coğrafyaların müzik kültürlerinin öğrenilmesinin, paydaşlıklarının ortaya çıkmasının öncülüğünü yaptı. Neyiyle Batı müziğinin cazından, flamenkosundan, operasından Doğu'da Hint müziğine kadar uzanan köprü oldu. Anadolu'nun hoşgörüsünü, insancıllığını, hakikat aşkını dünyaya anlattı. Eserleriyle gururlandıran, dünyaca ünlü neyzenimiz, UNESCO Barış Sanatçısı Kudsi Ergüner ile müziğe, tasavvufa ve çalışmalarına ilişkin söyleştik.
Mevlevilikte müzik kutsal sayılıyor, Allah'ın lisanı olarak tanımlanıyor. Ney ''insan-ı kamil''in sembolü. Siz neyle aranızdaki bağı nasıl yorumluyorsunuz?
Bu betimlemeye mecâz (metafor) dersek daha doğru olacak zira sembol bir hakîkatı temsil eder oysa mecâz anlatılmakta zorluk çekilen bir konuyu bilinen bir benzeri ile açıklamaktır.
Kudsîyet Allah’a aittir. Mevlevîlikte eşyaya verilen manevî değer sadece eşyanın vesile olduğu nimete olan şükrandır. Bu nedenle müziğe ve enstrumanlarına gösterilen hürmet de yaşanmasına aracı olduğu manevî zevk ve neşeyle ilgilidir.
Mevlânâ mesnevîsinin ilk onsekiz beytinde Ney aracılığıyle ‘’Kâmil’’ insanı, bir anlamda kendi hâlini anlatmıştır.
Günümüzde Ney’in kutsallık kazanmasını, neyzenliğin ise neredeyse evliyâlık gibi bir mertebeye yükseltilmesini yaşadığımız kültürel ve kavramsal kargaşaya bağlıyorum. Ney herşeyde önce bir müzik enstrümanı ve bağlı olduğu zengin bir müzik mirası var. Neyzenlik öncelikle bu sanatı öğrenmeyi gerektirir. Örneğin her Kur’an okuyan hafız, evliyâ olmak zorunda değildir, ama okuduğunun anlamını yaşamaya çalışırsa okuduğundan ilk önce kendisi faydalanır. Ben de Ney’in aracı olduğu manevî ve dinî zevklerden istifâde etmeye çalışıyorum.
'OLABİLDİĞİNCE MAKAMSAL YAPIYI ESAS ALMAYI DENİYORUM'
Farklı kültürlerden, coğrafyalardan müzikleri bir araya getiren çokça çalışmanız var. Bu birlikteliği oluştururken kıstaslarınız neler oluyor?
İnsanların arasındaki düşmanlıkların önemli nedenlerinden biri de birbirlerini tanımamaları, bilmemelerinden kaynaklanıyor. Bence müzik bu tanışmanın, buluşmanın en önemli araçlarından biri.
Özgün çalışmalarımda müziğin ötesinde, hep bir tarihî, edebî ortak konu aradım. Örneğin Flamenko müzisyenleriyle yaptığım proje, 1165’de Endülüste doğmuş ve Konya’ya kadar gelmis İbn Arabî‘nin şiirlerinin Türkçe ve Arapça olarak Türk ve Flamenko müziği tarzında icra edilmesiydi.
Genelde bu tür çalışmalar Caz veya Klasik Batı müziği platformunda yapılıyor, ben ise olabildiğince makamsal yapıyı esas almayı deniyorum.
Osmanlı müziği üzerine araştırmalarınız, çalışmalarınız var. Aynı zamanda Batı müziği üzerine de. Bu noktada Batı müziği ile ortak yönler ve farklar nelerdir?
Müziğin evrensel bir dil olduğu söylenir, oysa evrensel olan müziğin dili değil müzik ile paylaşılan his ve fikirlerdir.
Avrupa, Ortaçağ'dan bu yana düşüncede, edebiyatta ve müzikte birbirinden farklı dönemler yaşamış, farklı ses sistemleri uygulamış, aydınlanma çağından itibaren dünyanın geri kalan müziklerinden tamamen farklılaşmış olan Batı müziği ise bugün evrensel medeniyetin müziği olarak kabul ediliyor. Bu müziğin kullandığı ses sistemi, estetiği, konusu itibariyle makamsal Osmanlı müziğiyle hiçbir ortak yanı yok.
Kullanılan diatonik veya 12 sesli tampere sistem ile bir oktavda 41 ses gerektiren makamlarımızı icra etmek fiziksel olarak imkansız.
Diğer önemli bir fark ise Batı müziği yazılıma dayalı ve kollektif iken , dünyada geri kalan çoğu müziğin kişisel yorum ve hafızaya dayalı olması.
Müzik eğitiminde dikkat ettiğiniz hususlar nelerdir?
Türkiye'de konservatuvarlarda verilen müzik eğitimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi kültürümüze ait müziğin öğrenilmesinde bir eksiklik var mı?
Bugün konservatuarlarımızda müziğimiz nazariyat olarak, yirminci yüzyılda, Batı müziğindeki çok sesliliği gerçekleştirmek amacıyla hazırlanan sistemle öğretilmekte.
Ses sisteminde ve makamlarda sadeleştirme yoluyla yeni nesillerin daha kolay öğreneceğini iddia eden bu aralık ve yazılım sistemi geleneksel icrâyı maalesef yansıtmıyor.
Müziğimizin öğrenilmesi için, eskiden meşk adı verilen, bir üstâdı taklîd ederek, usul ve melodinin ezberlenmesine dayalı olan eğitim, bence günümüzdeki sistemden daha uygundur.
Ben talebelerimi olabildiğince bu yönde yetiştirmeye gayret ediyorum.
ÇEKİMLER İÇİN HİÇBİR ÖN ÇALIŞMA YAPMADIK
Tony Gatlif'in kült filmi Vengo'da nefesinizle yer aldınız. Flamenko ile neyi bir arada dinledik. Filme nasıl dahil oldunuz? Flamenko ney buluşması size ne ifade etti?
Yukarıda bahsettiğim İbn Arabî projesinde daha önce Flamenco müzisyenleri ile zaten ‘’ Batı’nın Doğu’su’’ başlıklı bir CD ve konserler gerçekleştirmiştim. Flamenko tarihi itibariyle Endülüs etkisiyle oluşmuş ancak son dönemde tamamiyle farklı bir gelişme göstermiş.
Vengo filmine katılımım ise yıllardır tanıdığım ve bir diğer projesinde danışmanlık yaptığım Tony Gatlif’in daveti üzerine oldu.
Çekimler, Gatlif’in çalışma şekline uygun olarak, birlikte olduğum diğer müzisyenlerle hiçbir ön çalışma yapılmadan, sürpriz bir şekilde gerçekleştirildi.
RÖNESANS'A ZEMİN HAZIRLADI
Endülüs İslam eserleri eski Endülüs coğrafyasında ne durumda ve Endülüs'ün bugün hala var olan Avrupa kültür ve müziğindeki etkileri nedir?
Yedi asır süren Endülüs Islam döneminden Granada Alhamra Sarayı ve kiliseye dönüştürülen Kurtuba Camii dışında bugüne bir mimarî eser maalesef bırakılmamış.
Endülüs döneminde bilim ve edebiyatta yapılan gelişmeler ve yazılan eserler Ortaçağ Avrupasına ışık tutmuş, eski Yunan filozoflarının Arapçaya yapılan tercümeleri ve ilk Arap fizoflarının eserleri Endülüs döneminde IX.yy’dan başlayarak Arapçadan Latinceye tercüme edilmiş, Rönesans hareketine de sanat ve ilimde zemin hazırlamış.
GÖRSEL OLARAK GELENEĞE EN UYGUN ŞEKİLDE KORUNMALI
UNESCO'nun Mevlana Yılı'yla birlikte Mevlevilik ritüelleri çokça görünür oldu ve sık sık gösterilerde yer buldu, ''ney''e ilgi artışı oldu. Bu durum sizce içsel bir yolculuğu ifade eden, bir felsefeye yaslanan bu ritüellerin insana etkisini, anlamını, esasını zayıflatıyor mu?
Ney ve Mevlânâ’ya olan ilgiyi UNESCO nun Mevlânâ yılına endekslemek doğru olmaz. Avrupa’da ilk Mevlevî âyini gösterisi rahmetli babam Ulvî Erguner’in başkanlığında 1967 yılında Paris’de yapıldı, daha sonra benim de neyzen olarak katıldığım, 1970 Paris, 1971 Londra, 1972 büyük Amerika turnesi ile devam etti.
O yıllarda gerçekleştirilen Mevlevî âyinleri ile, Batı dünyasının da ilgisiyle, canlandırmaya çalıştığımız bu kültürel mücadele birden Türkiye’de kültürel kişilik arayışına, dünyada ise New age mistik hareketine malzeme oldu.
Osmanlı döneminin son yılları ile Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşamış olan dergâh artığı nesillerin, ellili yıllardan sonra gösteri adı altında saklanarak yaptıkları samimî ayinler, 2000’li yıllardan sonra gerçeklik iddiasındaki gösterilere dönüştü.
Kişilerin iç dünyası ile Mevlevî âyininin muhteşem müziği ve estetiği birbirinden faklı konulardır. Ayinin müziğinin, şiirlerinin günümüz insanının zevkine, yaşamına, maddî ve manevî dünyasına uymadığı gerçektir ancak bu rituelin en azından görsel olarak geleneğe en uygun şekilde korunması gerektir.
Son olarak, elli yıldır tüm dünyada gerçekleştirdiğim konserler ve CD lerim ve yayınlanan kitaplarımın da Ney’e ve Mevlevîliğe ilginin artışına katkıda bulunduğuna inanıyorum. 90’li yılların başına kadar Türkiye ve dünyada, Ney ve Mevlevîlik konusunda sanatçı olarak faaliyet gösteren tek ben vardım.
BİR TARİKATIN MENSUBU OLMA İDDİALARI BENCE GEÇERLI KABUL EDİLEMEZ
Tarikatlar geçmişte daha dünyevilikten uzaklaşmayı, arınmayı ifade ederken, bugün siyasi pozisyonları, ekonomik ilişkileri olan yapılar halinde. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Tasavvuf dünyadan uzaklaşmayı değil belki dünyanın gerçek değerini öğretir. Tarikatlar tarih boyunca yaptıkları siyasî mücadelelerinde, Batı ülkelerinin sömürgeci işgalleri karşısında direnişlerinde, dünya menfaatini değil ilahî adaleti gözettiler.
Tüm dünyadaki mistik oluşumlar gibi, günümuz Islâm dünyasında şahid olduğumuz tasavvuf ve dini temeldeki siyasal hareketler de soğuk savaş döneminde Komünizmle mücâdelenin sonucudur.
Bugün Türkiyede « tarikat ve tasavvuf » adı altında oluşan cemaatlerin çoğu siyasal partilere verdikleri destekle güçlenmekteler.
Yarım asırlık bir kesintiden sonra tarîkatlerin günümüzde geleneksel verileriyle devamlılık içinde olabilmesi imkansızdır. Bu nedenle bugün Mevlevîlik veya herhangi bir tarikatın mensubu olma iddiaları bence geçerli kabul edilemez.
Tasavvuf felsefesi ile cumhuriyetin insana bakışında ortak yönler görüyor musunuz? Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biri toplumu, diğeri ise kişiyi konu eden bu iki mevzuyu, aralarında etkileşim olsa da, aynı çerçeveye koymamak gerekir. Bence Cumhuriyeti, Atatürk’ü şu anda yaşanan yersiz siyasal polemiklere konu etmemeli.
TASAVVUF SOSYALİST İDEALLERE YAKIN
Nazım Hikmet üzerine Şair Cenazesi eseriniz var. Paylaşım kültürü, kolektif yaşam, lüks ve israftan kaçınma gibi ilkeler sosyalizm ile tasavvuf arasında köprü kurmuyor mu?
Vahşi kapitalizmin ve aşırı tüketime dayalı ekonomik sistemlerin sadece tasavvufa, İslama değil hiçbir insanî ve dînî değerle bağdaşamayacağı bir gerçektir.
Maddi varlığı bir emanet ve etrafına karşı bir mesuliyet olarak kabul eden İslâmî tasavvuf, paylaşımı, israftan, lüksten, dünyevi hırslardan kaçınmayı öngörür. Bu açıdan bence sosyalist ideallere daha yakındır.
Batı'da bireyci bir yaklaşımı Doğu'da ise daha paylaşmayı, bir arada olmayı görüyoruz. Özlemini kurduğunuz dünya açısından Doğu ve Batı medeniyetlerinin insana bakışını değerlendirdiğinizde gelecek nerede?
Kanımca artık dünyanın Doğusu veya Batısı kalmadı, XVIII. ci asrın sömürgeciliği ve günümüzün olanaklarıyla tüm dünyayı kapsayan bir medeniyetin etkisiyle bütünleşti.
Tüketilen eşyalar, haksız zenginliğin simgesi gökdelenler, alışveriş merkezleri, okunan kitaplar, seyredilen filmler, dinlenen müzikler dünyanın hemen her yerinde benzer bir yaşam şekli ve tek bir düşünce sistemi oluşturuyor. Dış görünüşleri, iddiaları dînî veya millî de olsa artık insanlar her yerde aynı değerleri yaşıyorlar.
Buna reaksiyon olarak ortaya atılan siyasal hareketler ise, hangi ülkede olursa olsun, bence genelde içi boş söylemler, başkalarını aşağılayan mesnetsiz milliyetçi veya dînî üstünlük iddialarından öteye gidemiyor.
Her toplumun kendi yüksek değerlerini yaşama ve yaşatma sorumluluğunu duyması ve şövenizm tuzağına düşmeden eş olanaklarla paylaşabilmesi muhakkak ki gelecekte çok daha zengin ve renkli bir dünya oluşturacaktır.
'YAŞAMAKTA OLDUĞUMUZ SISTEMIN SORGULANMASINA VESÎLE OLACAĞINA İNANMAK İSTİYORUM'
Salgınların insanlık tarihinde önemli etkileri var. Örneğin veba, hümanizmin yükselişinin rönesansın taşlarının döşenmesinin de yolunu açtı. Sizce şu an yaşadığımız salgının, düşünce, kültür ve sanat dünyamıza etkisi nasıl olacak?
Kibirlendiğimiz, güvendiğimiz çağdaş medeniyetin, bütün ilmi ve teknolojik gelişmelere rağmen, gözle dahi görülmeyen bir virüs karşısında bu kadar âciz kalması düşündürücü olmalı.
En azından yaşamakta olduğumuz değerlerin sistemin sorgulanmasına vesîle olacağına inanmak istiyorum.
UNESCO tarafından ''Barış Sanatçısı'' seçilmeniz hayatınızda neleri değiştirdi? Bu ünvandan sonra yer aldığınız proje ve etkinliklerden sizi en çok etkileyen hangisi oldu?
Bugüne kadar yaptığım çalışmalar UNESCO’nun da kuruluş amaçlarına uyduğu için bu görevi bana verdiklerine inanıyorum.
Gerçekleştirmeye devam edeceğim çalışmalarımın uluslararası bir eğitim ve kültür kurumu tarafından da desteklenmesi elbette teşvik edici. Geçtiğimiz yıl Singapur ve Venedik’in iki prestijli mekanında topluluğumla gerçekleştirdiğim, İstanbul’un Türkçe, Rumca, Ibranice, Ermenice, Arapça ve Farsça sözlü dînî müziklerini içeren konserler beni ve dinleyicileri çok etkiledi. UNESCO tarafından da takdirle karşılandı.
Koronavirüs ile birlikte evlerimizde daha fazla zaman geçirdik. Bu dönemde çalışmaya başladığınız ya da ilerlettiğiniz bir projeniz oldu mu? Yakın zamanda yeni bir projenizle buluşacak mıyız?
Pandemi döneminde, üzerinde çalışmakta olduğum iki kitap ve müziklerini bestelemem gereken bir esere daha da yoğunlaşma fırsatı buldum. Önceden hazırlanmış birkaç projem de virus nedeniyle tehir oldu, en kısa zamanda tekrar gündeme geleceklerini umuyorum.
Onun dışında Zoom aracılığı ile Rotterdam Devlet Konservatuarındaki derslerim ve konferanslarım devam ediyor.
HOŞGÖRÜNÜN NEFESİ
Kudsi Ergüner, 4 Şubat 1952'de Diyarbakır'da doğdu. Müzik hayatına 1969 yılında İstanbul Radyosuna girerek başladı. Tasavvuf müziğinin ana enstrümanı neyde, Mevlevi geleneğinin devamı olan "Erguner ekolü"nün son temsilcisi Ulvi Erguner’in yetiştirdiği bir sanatçıdır. Osmanlı müziğinin köklerini araştırdı ve albümlerinde kullandı. 1973 yılında Paris’e yerleşti ve burada müzik çalışmalarının yanı sıra, mimarlık ve müzikoloji öğrenimi gördü ve her iki konuda da doktora çalışması yaptı. Seksenli yılların başında Mevlana enstitüsünü kurdu ve kendisini klasik sufi düşüncesini öğretmeye adadı.
Erguner’in ilk defa İstanbul’un Hıristiyan ve Müslüman dinî müziklerini bir araya getirdiği Tarih Boyu Hoşgörü ve Hint, Jazz ve Türk müziği sanatçılarını bir araya getiren Taj Mahal konseri, Nazım Hikmet için yazdığı Şair Cenazesi eseri, İstanbul ve İzmir festivalleri çerçevesinde beğeni kazandı. Ayrıca 2008 yılında ekibiyle birlikte, Frankfurt Operası’nda Goethe’nin “Doğu-Batı Divanı”ndaki şiirlerini tasavvuf müziği formunda Türkçe ve Almanca seslendirdiği önemli bir konser verdi.
FARKLI COĞRAFYALARI BİRLEŞTİREN MÜZİK KÖPRÜSÜ
Geleneksel müzikler üzerinde yaptığı çalışmalarla sadece Türkiye ile kısıtlı kalmadı, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Japonya ve Kuzey Afrika ülkelerinde de araştırma ve çalışmalar yaptı. Kendi albümlerine ek olarak dünyaca ünlü Peter Gabriel, Jean Michel Jarre, Maurice Béjart, Peter Brook, William Orbit, George Aperghis, Didier Lockwood, İtalyan şarkıcı ve besteci Alice ve Michel Portal gibi pek çok müzisyenle beraber ortak çalışmalar yaptı. Uzun yıllar özellikle İstanbul Festivali'nde, birbirinden çok değişik alanlarda projeler üreterek, Klâsik Türk Müziği'nin kendi içinde de farklı konuları olabileceğini ortaya koydu. Dünyaca ünlü Peter Brook’la tiyatro ve sinema konusunda çalışmalar yaptı, Mehmet Ulusoy’un yönettiği Simyacı ve Benerji tiyatro oyunlarına hazırladığı müziklerle 1998 ve 2002 "Afife Tiyatro Ödülü" ne layık görüldü. Tony Gatlif'in kült filmi Vengo'da nefesiyle yer aldı. 2016'da UNESCO Barış Sanatçısı olarak seçildi.