“Vurulduk ey halkım unutma bizi…”
Onunla ilk kez 1962 yılında Ankara Hukuk Fakültesinin kantininde tanışmıştık. Arkadaşlığımız öğrencilik bittikten sonra da sürdü. Çok iyi bir konuşmacıydı. Fakültenin bilimsel atışma (münazara ) ekibindeydi. Ankara Hukuk Fakültesi ile İstanbul Hukuk Fakültesi arasında yapılan bilimsel tartışmada söyledikleri günlerce fakülte öğrencileri arasında konu olmuştu. Ankara Hukuk Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanlığı yaptı. Bu görevi sırasında öyle etkinlikler yaptı ki Türkiye’de ses getirdi. O dönemlerde çok ünlü olan ve Türk aydınlarının eza cefa çekmelerine neden olan TCK 141 – 142 maddelerini fakülte de tartıştırdı. Etkinliğin konuşmacıları Mehmet Ali Aybar, İlhan Selçuk ve Çetin Altın dı.
Fakülteyi bitirdiğinde asistanlık, avukatlık ve gazetecilik yaptı. Sonunda gazetecilikte karar kıldı. Sıradan bir gazeteci değil, araştırmacı gazeteciydi. Olayları araştırıyor, kanıtlarını buluyor, ondan sonra yazıyordu. Bundan ötürü de yazdıkları yalanlanamıyordu. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuyordu. Bu deyimi dilimize o kazandırmıştı . Devletin haber alma örgütlerinin bulamadığı kanıtları o bulup ortaya koyuyordu. Bu nedenle de yasa dışı eylemcilerinin hedefiydi. Onların ipliğini pazara çıkarıyordu.
Atatürkçüydü, cumhuriyetçiydi, tam bağımsızlıkçıydı, anti emperyalistti, terörün, hırsızların, soyguncuların karşısındaydı. O nedenle de hedefteydi. Korkmuyor, yılmıyor, aydınlanmadan, Kemalist ilkelerden ödün vermiyordu. Bu yüzden Patnos’ta er olarak askerlik yaptı. Yaşadıklarını güldürüye çevirip acıyı bal eyledi. Sakıncalı Piyade’yi yazdı. Yazdıklarından yargılandı, cezaevlerinde yattı. Yıllar sonra kurmay subaylara Atatürkçülük konusunda ders verdiğinde yüzlerce kurmay subay onu ayakta alkışlamışlardı. Bu tavır bir yerde ona er olarak askerlik yaptıranların ondan özür dilemesiydi.
Prof. Muammer Aksoy alçakça bir saldırı sonucunda yaşamını yitirdiğinde, cenaze töreninde en önde Aksoy’un fotoğrafını taşımıştı. Daha sonra gazetede ki köşesinde yazdığı yazıda da Aksoy için “ kalpaksız kuvayı milliyeci “ sanını kullanmıştı. O günden sonra bu deyim onun girişimi ile dilimize girip yerleşti. Prof. Turhan Güneş yaşamını yitirdiğinde , onun üniversite öğretim üyeliğinden, politikacılığından, güler yüzlülüğünden söz ettikten sonra “ Hocam sana her şey yakışıyordu, ama bir tek ölüm yakışmadı “ demişti. 24 Ocak 1993 günü arabasına konulan bir bomba ile aramızdan ayrılınca onun Turhan Güneş için söylediklerini anımsayıp “ Sevgili Uğur, sana her şey yakışıyordu, bir tek ölüm yakışmadı “ demiştim.
Ölümünden bir süre önce yazdığı “ Sesleniş” te “ Vurulduk ey halkım unutma bizi “ derken sanki kendisini anlatır gibiydi. Aramızdan ayrılmasından sonra yapılan törene yüz binler katılmıştı. Bu törene katılanlardan çok daha fazlası evlerde onun için yas tutup gözyaşı dökmüştü. Onun bir tek yazısını bile okumayanlar, onu bir kez bile görmemiş olanlar onun için yas tutarken, onun Türkiye için, bu Ulus için yaşamını yitirdiğini anlamışlardı.
Eğer yaşasaydı, gericiliğe, bölücülüğe karşı çıkardı. Ülkemizin dinselleştirilmesinin, bir Ortadoğu ülkesi yapılmaya çalışılmasının karşısında olurdu. Açılım süreci adlı ihanet projesine karşı çıkardı. Ülkemizin bölünmeye çalışılmasının karşısında olurdu. Emperyalizmin karşısında olurdu. Çünkü yaşarken hep bunların karşısındaydı. Barış, demokrasi, insan hakları sözlerinin arkasına gizlenip teröre destek verenlerin karşısında olurdu.
Aradan 23 yıl geçti Ulusumuz onu unutmadı. Aradan 23 yıl geçti yüreğimdeki yara hâlâ kanıyor.
Erol Ertuğrul
ulusalkanal.com.tr