Sütle ilgili bildiklerinizi unutun!
Meğer sütün kendisi bile "sütten çıkmış ak kaşık" değilmiş…
Geleneksel tarım konusunda dünyanın pek çok ülkesinde araştırmalar yapan Araştırmacı Erhan Ünal, küresel ölçekli endüstriyel süt üretimi ve tüketimi konusunda oynanan oyunları ortaya koyduğu analizinde, tüketicileri ezberlerini bozmaya davet ediyor ve ekliyor: “Bireysel direniş kurtuluşun başlangıcıdır!”
İNEK SÜTÜ KONUSUNDA BİLDİKLERİNİZİ UNUTUN
Süt ve süt ürünlerinin günümüzdeki konumu, beslenme açısından nedir? İnek sütü, tüketici açısından ne gibi sorunları içermektedir? Bu soruların cevabı, ‘Kitlesel Tarım Üretimi’ ve buna bağlı olarak ‘kitlesel hayvancılık’ modelinin irdelenmesinde bulunmaktadır.
KIRSAL NÜFUS NEDEN YEDEK İŞÇİ TABURLARINA EKLENİYOR
Kısaca tekrar hatırlayalım: Geleneksel olarak yapılan tarım, ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için yapılır. Ürün fazlası ise yakın pazarda satılır. Bu tür tarımda, amacı gereği ürün çeşitliliği oldukça geniştir fakat ürün miktarları ise göreceli olarak düşüktür. Bununla beraber, tarımsal üretim sayıca çok fazla kişi (çiftçi- köylü) tarafından yapıldığı için sonuçta ülkeye yetecek miktarda tarımsal üretim ortaya çıkar. Kırsaldaki çiftçiler de doğayla iç içe, insan için üreten, onurlu dik insanlar olarak yaşamlarını sürdürürler. Küresel Finans Oligarşisi (KFO), sahip olduğu bütün ekonomik ve politik gücünü sistematik olarak kullanarak oluşturduğu ‘Kitlesel Tarım Üretimi’ modelinde ise durum, tamamıyla tersidir. Kitlesel Tarım, sermaye yoğunluklu büyük tarım şirketleri tarafından, çok geniş topraklarda, çok az insan ile yapılır. Çok dar bir ürün çeşitliliği ( Soya, Mısır, Buğday…) üzerine oluşturulmuş bu sistemde elde edilen ürün dev boyutlarda olmakla beraber, ürün çeşitliliği söz konusu bile değildir. Kırsalda yaşayan geniş insan kitleleri de topraklarından şehirlerin varoşlarına bir şekilde sürülüp, endüstrinin yedek işçi taburlarına eklenmişlerdir.
MERALAR NEDEN ÖNEMLİ
Birçok defa sözünü ettiğim gibi KFO, üretimini organize ettiği yüzlerce milyon ton tahılın tüketilmesini de organize etmek zorunda. Eğer küresel dev tarım kuruluşları bu tahılların üzerinde oturup kalırlarsa, kurulmuş olan sistem çatırdamaya başlar. Yüzlerce milyon ton tahılın tüketilebilmesi için, bir yandan küresel olarak gıda üretimi bu tahıllar üzerinden yapılandırılmakta, öte yandan insanların beslenme gelenekleri de bu gıda sistemine talep oluşturacak bir şekilde yeniden eğitilmektedir. İnsanlara bu kadar tahılı tükettirmenin yollarından bir diğeri de direk olarak tükettiremedikleri tahılları, yem olarak büyük ve küçükbaş hayvanlara yedirmektir. Bu hayvanların etleri ve sütleri de tekrar insanlara tükettirilebilmektedir. Ortalama bir hesapla günümüzde, 1 kg sığır eti 6,5 kg tahıl demektir. Meralarda otlayan hayvanların ‘küresel sisteme’ getirisi yoktur.
‘Kitlesel Tarım Üretimi’ olgusu ile ‘süt ve süt ürünlerinin’ günümüzdeki yapısını ve bizlere dayatılan sorunlarını yukarıdaki kısa açıklamanın perspektifinde irdelemek ve anlamaya çalışmak gerekmektedir. İçinde bulunduğumuz durum; ‘bir takım kötü insanların, kar amacı ile insanların sağlığını tehlikeye attıkları’ ya da ‘geri kalmış ülkelerin halklarını koruyamadıkları’ gibi ve benzeri savlar ile açıklanamayacak kadar karmaşık, küresel olarak geniş tabanlı ve disiplinli bir şekilde yönlendirilmektedir.
YAŞAMIMIZDA SÜT
Süt üretiminin geçmişini kim hatırlar ki? Çok değil 1960’larda ‘cins’ bir ineğin süt verimi, yaklaşık olarak günlük 10 kg civarında. Daha gerilere gidersek bu miktar 1940’larda günlük olarak 6 kg , hatta daha da düşüyor. Yani 50-60 yıl öncesinde süt tüketimi hiçbir şekilde günümüzdeki boyutlarda değil. O yıllarda inek sahibi olmanın esas amacı sütten yağ kazanmak (Sade Yağı). Sütü uzun süreli saklayabilmenin yolu olarak da yoğurt ve peynir gibi süt ürünleri söz konusu olmuş.
OKUL SÜTÜ NEDEN ZORLA DAYATILDI
Günümüzde insanlar, küresel olarak süt ve süt ürünlerini tüketmeye alabildiğince özendirilmekte, teşvik edilmekte ve hatta okul sütü konusunu hatırlarsak adeta zorlanmaktadırlar. Kimse kolay kolay ‘ne oluyor yahu? İtelemesenize arkadaşlar’ diyemiyor. Süt konusu, tartışılmaz olarak; çağdaşlık, kalkınmışlık, sağlık sembolü halinde insanlara kabul ettirilmiş durumda. Bir zamanlar ülkelerin kalkınmışlık indeksi, kişi başına elektrik tüketimi gibi, alabildiğince mesnetsiz ve safça kabul görmüş enerji tüketim ölçütleriyle ifade edilirdi. Günümüzde ise kişi başına süt tüketimi üzerine bazı idealleştirilmiş rakamlar da aynı sahte temellendirmelerle ortalığa sürülmekte ve maalesef kabul görmektedir.
SORUN NEREDE?
Süt konusunda önemli bir uzman olan ABD’li araştırmacı yazar Robert Cohen,* süt sorununun başlangıcını şöyle anlatıyor: ‘Süt, memeli hayvanların, dolayısı ile insanların, dişisel bir meme salgısıdır. Bu salgı sadece ve sadece yeni doğan yavruyu kısa bir süre için, komple olarak besleme amacına yöneliktir. Sütün bileşimi de memelinin cinsine göre farklılıklar göstermekle birlikte, yavrunun büyümesi için yüksek seviyede büyüme hormonu içerir. Anne’yi emme sürecinin sonunda hiçbir memeli bir daha süt içmez ve kendisini cinsinin diğer yetişkinleri gibi besler.”
TÜRKİYE’DEKİ SÜT TOLERANSI NE KADAR
İnsanlarda ise durum böyle mi? Süt en doğal ve işlem görmemiş şekliyle dahi bir sağlık riski içerir. Bu durum sütün içeriğinde olan ‘Laktoz’ (süt şekeri) isimli maddeden kaynaklanır. Laktoz’un hazmedilebilmesi için gerekli olan enzimlerin insan vücudunda üretimi, yaklaşık olarak küçük çocuğun ‘memeden kesilme’ dönemi ile birlikte sona erdiğinden, daha ileri yaşlardaki insanların bir kısmı sütü hazmedemeyerek hasta olmaktalar. Bu hastalığa ‘laktoz tahammülsüzlüğü’ (laktoz intoleransı) denilmekte. Bu durum, dünyada değişik ırklar arasında farklı oranlarda görülmektedir. Bazı kuzey-batı ülkelerinde süt toleransı yüksek olabilmekle beraber Türkiye’de süt toleransı yüzde 40 civarında. Bu gerçeğe rağmen, eğer Türkiye de okul sütü diye çocuklara ‘pastörize’ ve ‘homojenize’ süt dağıtılıyor ve çocukların ishal ve kusma haliyle tabur tabur hastanelere taşınmasına sebep olunuyorsa, tek neden sütlerin bozuk olmasında değil aynı zamanda var olan süt intoleransıdır. Buna rağmen, ısrarla okullarda kutulanmış endüstriyel üretim, inek sütü dağıtmanın amacı da ‘aman çocuklar iyi beslensin’ endişesi değildir. Bu durumda ‘bu aksiyonların arkasında hangi nedenler bulunmaktadır’ diye sormak gerekmez mi?
DÜNYA ADETA SÜT DENİZİNDE YÜZÜYOR
Dünya da taze süt üretimi FAO’nun 2011 yılı verilerine göre, 614 milyon ton civarında. Adeta bir süt denizinde yüzüyoruz. Bir de geleneksel olarak laktoz intoleransı yüksek olduğu için süt içemeyen doğu Asya topluluklarını tüketici olarak saymazsak, kişi başına düşen taze süt miktarı yıllık olarak yaklaşık 250 kiloyu bulur. Doğal olarak bu miktara yoğurt ve peynir tüketimi de dâhildir. Bu sayıların perspektifinde soralım:
BU KADAR SÜT NASIL ÜRETİLİYOR?
Kitlesel süt besiciliğinde süt üretiminin nasıl gerçekleştirildiği sorusunu, İtalyan gazeteci ve araştırmacı Stefano Liberti’nin** kitabından Suudi Arabistan’daki en büyük besi ve süt ürünleri çiftliği ‘Almarai’ ile ilgili bölümden bir alıntı ile cevaplamaya çalışalım:
‘…Almarai’de ki tesis bir şehir büyüklüğünde. İçinde ineklerin tutulduğu ahırlar sıralar halinde ufka kadar uzanmakta... Burada inekler endüstriyel bir üretim sistemine uyarlanmışlardır. İçinde klima sistemleri bulunan ahırlarda inekler 8 er saatlik aralıklarla sağılmakta. Sağılma süreci esnasında modern cihazlar sütün kalitesini ölçmekteler ve bu verilere göre bilgisayarlar yemin besi değerini ayarlamakta (...), Almarai’de devamlı olarak 20.000 ton yem depolanmaktadır… Burada ve etrafta Almarai için üreten diğer çiftliklerle beraber 80 bin inek yaşıyor ve günde 3 milyon litre süt veriyorlar. Tesiste içmek için süt ile peynir ve yoğurt da üretilmekte.’
GÜNDE 10 BİN TON OT VE SAMAN TÜKETİLEN AHIR KENT
Göz önüne getirilmesi çok zor bir fotoğraf. 80 bin ineğin yaşadığı bir ahırlar sitesi ve bu siteden süt, yoğurt vs. taşıyan bir kamyon seli. Aynı anda ters yönden sel halinde gelen boş süt kamyonları ve yem taşıyan kamyonlar. Bu hayvanların günlük olarak tükettikleri yem (ot ve samanı ile birlikte) ağırlık olarak 10 bin tonu bulmakta. İçinde bulunduğu iklim şartlarından dolayı kendi tarımsal üretimi önemsiz derecede az olan Suidi Arabistan’da yem olarak kullanılabilecek tahıl ve bitkisel kitle (kuru ot ve saman) yeterli miktarda olmadığından bütün bunlar ithal edilmekte. Kimden mi? Tabii ki Amerika kıtasında konuşlu büyük tarım konzernlerinden. Teorik olarak her gün Amerika kıtasından yem yüklü büyük bir geminin Suidi Arabistan’a doğru yola çıktığını ve her gün Cidde’ye tahıl (soya, mısır) taşıyan bir gemi yanaştığını düşünebiliriz. Bu durum, fotoğrafın bir yanı. Öte yanı ise bir günde bu hayvanların sıvı ve katı dışkılarının oluşturacağı atık dağları. Bu atıkların Suudi Arabistan gibi yağış almayan bir ülkede ne denli bir çevre sorunu yaratabileceğini düşlemeyi okuyucuya bırakıyorum.
Kitlesel süt besiciliği, bu çarpıcı örnekte çerçevesi çizilen manzaraya benzer şekilde Avrupa’da ve giderek artan boyutlarda ‘kitlesel besiciliğin’ dayatıldığı diğer bütün ülkelerde (Türkiye’de daha mütevazı boyutlarda olmakla beraber) öz olarak görünüş böyledir.
KİTLESEL SÜT ÜRETİMİNİN RİSKLERİ NELER?
Daha önceki yazılarımda besi hayvanlarının kapalı alanlarda ve yapay yem (soya, mısır ve hayvansal protein) ile semirtilmeye olumlu cevap verebilmesi için nasıl yapısal değişikliklere (genetik manüplasyon yoluyla) uğratıldığını ve türlü ilaçlarla bu sürecin ayrıca desteklendiğini anlattım. Aynı durum tabiatı ile süt besiciliği için de geçerlidir. Bununla beraber süt besiciliğindeki bir diğer uygulama daha da dehşet verici bir durum yaratmakta; yapay büyüme hormonu.
HAPSİ GÖZE ALAN CESUR BİLİM İNSANLARI GERÇEKLERİ İFŞA EDİYOR
‘Somatotropin’ doğal bir hormon. Bu hormon ineğin doğum yapmasının ardından, hayvanın beynindeki hipofiz (Hypophyse) bezi tarafından salgılanmakta ve süt oluşumunu hızlandırmakta. Neticede inek yeni doğan yavrusunu besleyebilmek amacı ile belli bir süre için daha fazla süt vermektedir. Dana sütten kesilince bu hormon tekrar azalmakta ve süt verimi de normale dönmekte. Bu olgunun 1936 da Sovyet bilim adamları tarafından tespit edilmesi, bu hormonu yapay olarak oluşturmak için hummalı bir yarış başlatmıştı. ABD kökenli bir kuruluş olan Monsanto’ya çalışan bilim adamları 1980’lerde bu hormonu yapay olarak oluşturmayı başardılar. Kısa adı, akademik alanda ‘rBGH’ (recombinant Bovine Growth Hormone) olarak tanınan yapay büyüme hormonu, 1994 yılında bir skandallar zinciri ile ABD’de sahaya sürülür. ABD de konuyu incelemeye yetkili ve sorumlu, sağlık enstitüsü FDA (Food and Drug Administration), hormonun kullanıma serbest bırakılması sürecinde, ayrıntılarını, yer sorunu dolayısı ile uzun uzadıya veremeyeceğim, bir dizi savsaklama, belgeleri saklama, olayın üstüne gitmeye kararlı memurlarını görevden uzaklaştırma gibi girişimlerle, Monsanto lehine aktif rol oynamıştı. Gerçektende hormonun enjeksiyon yoluyla haftada iki kez ineklere verilmesi ile 8 ila 12 litre arasında süt artışına ulaşılabildiği görülmüştür. İneklere yapay büyüme hormonu (rBGH) verilmesinin pek çok olumsuz sonuçları olduğu ise başta ABD’li cesur bilim adamlarınca bütün baskılara ve tehditlere rağmen ısrarla kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu uğurda hapsi göze alan bilim adamları dahi vardır.
İNEKLER HORMONDAN NELER ÇEKİYOR
Hormonun inekler üzerindeki olumsuz sonuçlarını çok kısa olarak sıralamak gerekirse:
- En başta artan meme iltihabından (mastitis) söz etmek gerekir. Mastitis demek ise yoğun antibiyotik tedavisi ve sütün içeriğinde antibiyotik artıkları demektir
- İneklerde çiftleşme ve döl alma sorunlarının oluşmasıdır
- Hayvanların bacak ve tırnaklarında çeşitli deformasyonlar meydana gelmektedir
- İneklerde aşırı bedensel tükenmekten dolayı, erken oluşan kesim zorunluluğu neticesi, kısa aralıklarla hayvan dökümünü yenileme sorunu.
- Enjeksiyon noktalarında geniş ödemler oluşması vs. vs…
‘rBGH’ hormonunun insanlar üzerindeki olumsuz etkileri ise büyük bir dikkat ve özveri ile ele alınarak araştırılması gereken ve insanların acilen bilgilendirilmesi gereken önem ve boyutlardadır.
HORMONLU SÜTLER İNSAN SAĞLIĞINI NASL ETKİLİYOR
İneklerde rBGH hormonunun üretimini tetiklediği bir başka hormon daha var. Aslında doğal bir hormon olan söz konusu hormonun akademik ortamdaki tanımı, IGF-1 ( İnsulin-like Growth Factor-1). Bu hormon, büyümeyi hızlandırmakta. Daha da öz bir ifade ile hücre çoğalmasını tetiklemekte. Bu sütü içen çocuklar ve yetişkinler de kaçınılmaz olarak ilave olarak IGF-1 hormonu almış oluyorlar. Ne olur alınırsa? Böylece çocuklar daha boylu poslu olurlar, yetişkinler ise artan hücre çoğalması dolayısı ile gençleşirler fena mı, denilebilir. İşin aslı ise başka. En iyisi, konunun uzmanı Robert Cohen* den alıntı ile çok kısa olarak anlatalım:
- IGF-1 hormonu hücre bölünmesini arttırıyor evet, fakat her türlü hücre için geçerli bu. Yani insan vücudunda zaten var olan kanser hücreleri de çoğalmaya başlıyor. Daha açık bir ifade ile IGF-1 kanser gelişmesini de tetikleyebilmekte. Özellikle meme kanseri, prostat kanseri, pankreas kanseri, kolon kanseri, lösemi…
- İnek sütündeki IGF-1 Hormonu, pastörizasyon işlemlerinden etkilenmemekte.
- Sütün homojenizasyonu, yani süt yağının çok küçük partiküller halinde küçültülmesi, hormonun insan ince bağırsağı duvarından, taşıyıcı yağ partikülleri ile birlikte sorunsuz olarak geçerek kana karışmasını sağlamakta.
- IGF-1 hormonu, çocuklarda ‘antikor’ oluşumuna neden olmakta ve bu antikorlar pankreas da insülin üreten ‘beta’ hücrelerini tahrip ederek diabet mellitus’a sebebiyet vermekte…
AB ÜLKELERİ POSİLAC’A SÜRELİ YASAK UYGULADI
Ticari adı ABD de ‘Posilac’ olan, ‘rBGH’nın, Monsanto tarafından AB ülkelerinde de satışa çıkarılabilmesi için müracaatı yapılmış fakat AB’nin reaksiyonu; süreli yasak, beklemek ve konuyu araştırmak olmuştur. Her ne kadar AB’de rBGH kullanımına genel müsaade çıkmamışsa da üye ülkelere, bilimsel deneme amaçlı olarak sınırlı izin verilmiştir. Bu yasak etkili olmuş mudur? Bu sorunun cevabını süt endüstrisi üzerine geniş tecrübeye sahip Alman hukukçu ve yazar Maria Rollinger*** dolaylı olarak şöyle cevaplıyor:
‘Gerçek odur ki 1990 lı yıllarda (yıllık 6000 ila 8000 lt süt verimli), -turbo inekler- bizde de ortaya çıkmıştır. Aynı yıllarda Büyüme hormonunun serbest olduğu ABD’de ve yasak olduğu AB de, ortalama süt verimi aynıdır. 90’lı yılların ortalarında ABD ve AB de süt ineklerinin aynı gelişmeyi göstermelerinin nedeni nedir acaba diye insan kendine sormadan edemiyor…’ Önemle vurgulanması gereken bir ayrıntı da; AB’nin sınırlı yasağının, AB harici ülkelere rBGH üretim ve satışını içermediğidir. Eski doğu bloğu ülkelerinde ve özellikle de Rusya Federasyonunda ise, hormonun uygulanması serbesttir. 1999 yılında AB ve Kanada kendi ülkelerinde rBGH uygulamalarını yasakladılar. Bu yasağın kalıcı olmasını umalım!...
ENDÜSTRİYEL SÜT İLE BİR ÇOK HASTALIK ARASINDA BAĞLANTI VAR
Maria Rollinger burada hormonun el altından kontrolsüz bir şekilde yayılmakta olduğunu açıkça ima etmektedir. Büyüme hormonu rBGH (diğer tanımı ile rBST) Avrupa da ve diğer ülkelerde ‘Somatech’ ve Optiflex -640 gibi isimlerle, kimi ilaç şirketlerinde piyasaya sürülmektedir. İnek sütü suni büyüme hormonu olmaksızın da bir sürü sağlık sorunu yaratabilmektedir. Astım, osteoporose, diabet tip 2, alerji, beyin kanaması, kalp sektesi ve kollestirin gibi birçok hastalığın nedenleri ile endüstriyel olarak işlenmiş (pastörize ve homojenize) inek sütü tüketimi arasında bağlantılar olduğu, akademik alanda pek çok saygın bilim adamlarınca ifade edilmektedir. Bu bilim adamlarının araştırmaları ve savlarının ayrıntılarına başka bir zaman da değinmek üzere, şimdilik kestirmeden soralım:
ASLINDA SÜT İÇMEZSEK NE OLUR?
Robert Cohen, ABD için şöyle söylüyor: ‘Eğer süt ürünleri aniden ortadan kaybolsaydı neler olurdu? Belki ABD, öldürücü hastalıklar listesinde 1 numara olan kalp hastalıklarının sorumlusu olan kollestirin problemi olmayan bir ülke olurdu. Kanser sorunu olmayan bir topluluk olurduk. Büyük bir ihtimalle çok daha az; lösemi, enzefalitis, menenjit, diabet, osteropoz, artritis ve alerji vakalarımız olurdu.’
Bu kısa ifadeleri burada uzun uzadıya açıklama şansım yok. Belki ileride…
VE… NEDEN SÜT İÇMEYE ZORLANIYORUZ
Günümüzde insanlığın yaşamsal açıdan en yakıcı sorunu; Küresel Finans Oligarşisinin (KFO) ‘tek merkezli dünya hâkimiyeti’ne ulaşabilme yolunda, çok önemli temel hedeflerden olan, ‘merkezi gıda sistemi’nin yapılandırılması ve bu sayede ‘tüm insanlığın beslenmesini merkezi olarak elde tutabilme’ amacına ulaşmada, önemli stratejik girişimleri gerçekleştirebilmiş olmasıdır.
SAHİP OLDUĞUMUZ BİLGİLERİ ONURLU BİLİMİNSANLARINA BORÇLUYUZ
Eti için beslenen milyonlarca sığırın yanı sıra, milyonlarca ineğin de kesimini iki veya üç yıl uzatarak sütünün değerlendirilmesi sayesinde, bu ineklere yedirilen yapay yemlerin (soya, mısır, vs) süt ürünlerine dönüştürülmesiyle, gıda maddeleri arz yelpazesinin bir parçasının daha merkezi siteme bağlanması mümkün olabilmiştir. Yukarıda kısaca sözünü ettiğim, insanlara zararlı yapısal özelliklerine rağmen inek sütü, sistemin ürettiği diğer kitlesel gıda maddeleri gibi insanlığa zorla dayatılmakta ve olası önemli tehlikeler ise önemsizleştirilerek geçiştirilmektedir. Bazı onurlu bilim adamlarının ümitsizce verdikleri karşı mücadele ise genellikle etkili olamamaktadır. Bununla beraber günümüzde sahip olduğumuz bilgileri yine de bu onurlu bilim insanlarının şahsi fedakârlıklarına borçluyuz.
NE YAPMALIYIZ?
Gıda konusunda küresel olarak insanlığı tehdit eden olguları konu alan 5 yazılık bir seriyi, değerli dost ve saygın gazeteci Yusuf Yavuz’un katkıları ile siz okuyuculara ilettik. Yazılar çok tehlikeli bir oluşumun görünen boyutlarına ve olgunun ardındaki küresel planlara kısaca değinerek, bu tehlikeyi az çok tarif edebilme amacı ile kaleme alınmıştı. Her yazı ile bu karanlık tablonun bir bölümünü görünür kılmaya çalıştım. Yazıların sonu ise bu olumsuz görüntünün iç karartan havası ile son buldu. Bu gün ele aldığım süt konusu ile bu karanlık seriyi farklı bir biçimde sonlandırıyorum. Farklı olan ise bu kez çözüm önerileri ve çıkış yönleri üzerine bazı önerileri içermesi.
BİREYSEL DİRENİŞ KURTULUŞUN BAŞLANGICIDIR
Değerli okurlar, her ne kadar görünen tablo iç karartıcı ise de durum ümitsiz değildir. Sadece bilincimizde ‘değişmezler’ sınıfındaki bazı bilgi yapı taşlarını yerinden oynatmayı göze almamız gerekecek. Her bireyin, önce kendisi ve çocukları için yeni bir beslenme modelini adım adım oluştururken bilgi birikiminde ve olaylara bakışında bazı değişmeler olması kaçınılmazdır. Önce bireyin kendisini teslimiyet duygusundan kurtarması gerekir. Bireysel direniş, kurtuluşun başlangıcıdır ve bu imkânsız değil.
EZBERLERİ BOZMA ZAMANI GELDİ
Etrafımızdaki her şey giderek artan bir hızla değişmekte. Günümüzde olup biten; hayatımıza bize rağmen yön veren politik ve sosyal gelişmeleri, anlamak, yorumlayabilmek için beyinlerimizde oluşturmuş olduğumuz bilgi rezervi sizce yeterli oluyor mu? Gelecekten; çocuklarımız ve gelecek nesiller adına kaygılı mıyız? Çağdaş birer aydın ve sorumluluk duygusunu yitirmemiş insanlar olarak, pek çok konuda olduğu gibi, beslenme konusunda da ‘bildiklerimizi’ gözden geçirmek ve değişik açılardan yeniden ve tekrar bakmak zorunluluğundayız. Kısacası ‘ezber bozma’ zamanı gelmiştir.
- Çağdaş ve aydın bir insanın, küresel merkezin sinsi planlarını anlama ve kendi kişisel reaksiyonunu akıllı bir şekilde oluşturma kapasitesi vardır.
- Çağımızda internet diye bir imkânımız var. İsteyen herkes gerekli bilgilere kısmen de
olsa internet üzerinden ulaşabilir. Yabancı dil bilenler için bu imkân daha da fazladır.
- Kişisel bilgi birikimini zenginleştirmek için, pek ala arkadaş veya komşu gurupları
kurularak, hep beraberce yararlanılabilecek bir bilgi havuzu oluşturulabilir.
- Bu guruplar bulundukları yörelerin imkanlarına göre, sağlıklı beslenme konusunda yöresel
ve gerçekçi çözüm modelleri oluşturabilirler.
- Hafta sonları AVM turlamaları yerine, pek ala topluca çevre köylere gidilebilir. Hala
geleneksel üretimi terk etmeyip direnen bu insanlarımızla tanışıp onların ürünlerini birinci
elden alma imkanı vardır (sebzeden, süt ve yumurtaya).
- Çiftçi ile kurulan direk ilişki; bir yanda tüketiciye ürünün kalitesi üzerine söz hakkı
imkânını verir, öte yanda çiftçiyi organik üretime önem vermeye cesaretlendirir.
- Asla unutulmamalıdır ki köylünün topraklarını terk ederek şehirlere göç ettirilmesi,
Küresel Merkezin ( Küresel Finans Oligarşisi) planıdır.
- Köylülere terk ettirilen topraklar bir şekilde birleştirilerek KFO’ya bağlı ‘küresel tarım
kuruluşlarına’ verilecektir.
- Binlerce yılda oluşmuş olan, insanlığın beslenmesinde büyük rol oynayan on binlerce bitki
türü yok olmaya mahkumdur. Küresel merkezin planında biyolojik çeşitlilik
(Biodiversite) öngörülmemektedir.
- Tüm bu küresel planlar gerçekleşirse; sonuçta insanlığın beslenmesi, görsel çeşitlilik
(rengârenk paketler), özde ise (içerik olarak) müthiş bir fakirleşme getirecektir.
- Bu gidişe dur demek bireyin elindedir. Kimse başka yerlerden köklü çözüm beklemesin.
- Bugün, Avrupa birliğine girerek çağdaş ve hür olmayı uman Ukrayna’da, ekilebilir
tarım arazilerinin yüzde 35’i Batılı Tarım Kuruluşlarına 49 yıllığına kiralanmıştır.
- Orta Afrika’da şiddet girdabı yine alabildiğine hız almıştır. Hala topraklarını terk
ettiremedikleri Afrika insanını kan ve zulümle toplama kamplarına doğru sürme süreci
bütün vahşeti ile devam etmekte. Subsahara bölgesinde 100 milyon hektara yakın
ekilebilir toprak halen küresel tarım kuruluşlarına 99 yıllığına kiralanmış vaziyettedir.
- Bağımsızlık; en başta kendi insanı için sağlıklı ve yeterli tarımsal üretim yapabilmektir.
Sağlıklı üretim ise geleneksel aile tarımıdır.
- Birçok sinsi oyunla, köylüyü köyünde yaşayamaz hale getirmek; geniş mera alanlarını
kullanmak yerine, ‘sermaye yoğunluklu’ kitlesel besiciliği teşvik etmek; bu ülkeye ve insanına karşı en hafifinden aymazlıktır.
- Küresel Merkez (KFO) ne kadar güçlü ve örgütlü olursa olsun; bizler de sayısal olarak çok fazlayız, hem de çok (6,5 milyar). Aydın birey bilinçli olarak direnmeye başlarsa, bu olgu süratle yayılacak ve küresel sistemi en hassas olduğu noktadan vuracaktır.
.- Dünyada Hindistan’dan Endonezya’dan Güney Amerika’ya kadar yüzlerce milyon insan bu hassasiyeti oluşturmuş durumda ve aktif. Bizde niye olmasın?
Saygılarımla…
Erhan Ünal
Yararlanılan kaynaklar:
* “Milk – The Deadly poison”, Robert Cohen, Argus Publishing, Inc. Englewood Cliffs, NJ
** “Landraub”, Stefano Liberti, Rotbuch Verlag GmbH, Berlin
*** “Milch besser nicht”, Maria Rollinger, Jou-Verlag, Trier-Mariahof
Yusuf Yavuz
ulusalkanal.com.tr