Orman bizim ana göğsümüz, kesmeseler iyiydi...

Gerçek anlamda keşfedilmemiş son kıta olan Anadolu’nun öz çocukları Sarıkeçili Yörükleri, göçebe yaşamı olanca özgünlüğü ile sürdüren son topluluk. Sayıları yaklaşık 2 bini bulan Sarıkeçililer, yılda iki kez Torosları aşarak yazın Konya çevresindeki yaylalarda, kışın ise Mersin sahillerinde kıl çadırlarda konaklıyorlar. Ağacı suyu, kuşu böceği, otu çiçeği kutsal sayarak bütün canlara minnetle yaklaşan Sarıkeçililer için şimdilerde yeniden göç vakti. Türkiye’nin insanı bıktıran siyasi gündeminin dışında doğanın olağan döngüsüne uyarak sonsuza yürüyen Sarıkeçililerin ‘Mesellemeci’ (Masalcı) dedesi Cemal Candan, ‘can’ bildiği keçileri, develeri ve ailesiyle şimdilerde Seydişehir ve Akseki sınırındaki yaylalarda yol alıyor…

Orman bizim ana göğsümüz, kesmeseler iyiydi...

TURNAYA BAKIP KIŞIN SERTLİĞİNİ, YAPRAĞA BAKIP TOPRAĞIN DERDİNİ ANLAMAK

Cemal Candan, göç yolunda doğanın işaret ettiklerini okuyarak ilerleyen göçerlerin bilgelerinden biri. Havadaki turnaya bakıp kışın sertliğini, ağaçtaki yaprağa bakıp toprağın derdini anlayan bir yaşam ustası. Her göç vakti dinlence molalarında Yörüklerin deyimiyle ‘dengilip’ ulu ağaçları seyre dalınca, yaşamın milyon yıllık o büyük ve sessiz akışının ortağı olup yoluna devam ediyor…

CEMAL DEDEYİ İÇİNE İÇİNE AĞLATAN YIKIM

Ancak dün sabah uyanıp çadırından başını çıkardığında Cemal dede gördükleri karşısında sessizce içine içine ağladı. Çünkü her göç yolunda karşılarına geçip nazlı nazlı rüzgârla sevişmelerini seyrettiği ulu meşe ağaçlarının gövdelerine motorlu testereler dayanmış, vadinin sessizliğini bozan bir gürültüyle kesilmelerine tanık oldu.

‘ÜLEN BU AĞACI DA KESERLER Mİ ACABA?’

Oysa daha bir önceki akşamüstü gün batımında o meşeliğin karşısına oturup şöyle bir ormanı taradığında, o koca meşeye gönlünü kaptırmıştı. Böyledir Yörük kocaları, ormandaki ağacı, ağaçtaki ormanı bir bakışta görür, gönül verir, gönül alır. O koca meşeye bakıp bakıp iç geçirirken bir yandan da içinden “ülen bu ağacı da keserler mi acaba?” diye geçirdiydi…

Sonrasını Cemal Candan dededen dinleyelim:

‘ŞÖYLE YAKIŞIKLI, GÜZELCE BİR ORMANDI BURASI…’

“Yolda yağmura yakalanınca, Seydişehir ile Akseki sınırında, Dereköy’ün Antalya yolu kavşağında konakladık. Harman Pınarı da derler ya, tam Deli Memed’in yayla damının altında yerde… Dün akşam şöyle bir baktım o ağaçlara, nazlı nazlı nasıl da salınıyorlar. Şöyle yakışıklı, güzelce bir ormandı burası. Altında bir çeşme var, bahar gününde bu ağaçların altı çiçek çiçek olur. İçlerinde de bir koca meşe var, ormanın süsü sanki. Akşam içime mi doğmuş ne, sabah baktım motorlu testereyle kesiyorlar o meşeyi. Ben metreyi santimi bilmem ama şöyle beş yüz metre eninde beş yüz metre boyunda bir orman kalsa iyiydi burada. Her yeri kesmek mi gerekiyor illa ki, burası da böylece kalsın dedim içimden.

‘ÜLEN BEN HİÇ ORMAN MI GÖRMEDİM AMA BURASI YAKIŞIKLIYDI İŞTE!’

Sonra orman müdürünü aradım, ‘bu orman oranın süsü, burası da kalsın’ dedim. Eskiden bizim Yörükler saçlarını keserken şöyle tepede yuvarlak bir bölümü bırakılırdı, ‘serçen’ derler. Dedim ki bu ormanın da her yerini kesmeyi, şöyle ortada serçen gibi bir yeri kalsın. Ülen ben hiç orman mı görmedim, ömrüm ormanların içinde geçti ama burası şöyle yakışıklıca iyiydi işte. Burayı da kesmeyiversinler. Sabah dışıma vermedim ama içime içime ağladım o motorlu testereyi görünce. O meşeyi kestikçe sanki bir insan kesiliyor, kan akıyor gibi geldi bana, bir hoş oldum. Motorlu testere şimdi durdu, yemek molası mı verdi ne?

ORMAN BİZİM ANA GÖĞSÜMÜZ, KESMESELER İYİYDİ’

Şimdi bu orman cascavlak kalacak. Yazın Antalya yanından gelen bir yolcu sıcakta yorulmuş, güzelce bu ormanda dinlense… Altındaki çeşmede serinlese… O orman bizim ana göğsümüz, o ağaç ormanın bekçisi... Kesmeseler iyiydi…”

Yusuf Yavuz

ulusalkanal.com.tr

Yusuf Yavuz