Elif...

Yeryüzünü düşlüyordu Elif, insanlığın ilk evini...

Elif...

"Binlerce yılda 'yaparak' öğrendiği her şeyi, bir çırpıda 'yıkarak' yerine sürekli yıkımı ikame eden bir tanrının kullarına dönüşüyordu insanlık..."

Yusuf Yavuz

"Burada yapılacak bir şey kalmadı, herkes göçtü gitti. Benim döşeğini yorganını sarıp yükünü taşıdığım insanlar adam oldu, biz hala bir adam olamadık. Çavuş Dayı'nın oğlu okudu, mühendis oldu, biz hala buralarda sürünüyoruz. Boşuna uğraşmayın, buradaki köyler 5 yıla kalmaz tarihten silinecek..."

Bu sözlerin sahibi, Yukarı Köprüçay Havzası'ndaki köylerden birinin yöneticisi. Bundan tam üç yıl önce, köyün kahvesinde bir kaç ihtiyarla oturmuş sohbet ediyoruz. Kahvenin dışında soluklanan gençlerin sesleri içeri taşıyor. Taner, Elif, Yakup ve diğerleri... Onlar, 12 Nisan 2011 günü Antalya'dan yola çıkan ve Ankara'ya ulaşmak için 40 boyunca yürüyecek olan Batı Akdeniz Kervanı'nın yolcuları. Ülkenin dört bir yanından eş zamanlı başlayan Büyük Anadolu Yürüyüşü'nün Torosları arşınlayan kolları...

Bugün yürüyüşlerinin 11. günündeler. 11 gündür yağmalanan Anadolu'nun isyanını Ankara'ya duyurmak için sadece yürüyerek ilerliyorlar. Lara'dan, Aksu'da, Taşağıl, Beşkonak, Karabük, Çaltepe, Yeşilbağ, Kesme ve İbişler'den geçip Köprüçay'ı izleyerek Kasımlar'a ulaştılar. Otel yapmak için yağmalanan kumul ve ormanlardan, tohumları ve hayvanları elinden alınmış köylerden, suları satılmış derelerden geçtiler. Geceyi Suçatı'nda kurdukları çadırlarda, Köprüçay'ın koynunda geçirdiler. Şimdi Kasımlar kahvesinde çay içip yorgunluk atıyorlar...

'BURALAR TARİHTEN SİLİNECEK, YAPACAK BİR ŞEY YOK'

Anadolu'nun dört bir yanında hüküm süren yıkımdan bu bölge de nasibini almış. Köylüler belirsizliğin tam ortasında bekliyorlar. Aralarından bazıları olacaklar hakkında az çok fikir sahibi ancak ağzını bıçak açmıyor. Böyledir, "sürüden ayrılanı kurt kapar" der, taşranın kurtları. Zordur velhasıl kurtlar sofrasında sürüden ayrı durmak. "Buralar yakında tarihten silinecek, yapacak bir şey yok" diyen köyün kanaat önderinin sözleri düşündürüyor beni. En çok da adam olmanın koşulu saydığı klişeler...

Dışarıdaki gençleri düşünüyorum. Hepsi de 'adam' olmanın koşulu sayılan eğitimin en ağdalısını almışlar. Kimi mühendislik, kimi de güzel sanatlar eğitimi almış. Yurtdışında kariyer yapanı da var aralarında. Ancak kafalarındaki kocaman sorulara aradıkları yanıt hala saklandığı yerden çıkmış değildi! Biraz da bunun için yürüyorlardı, kendilerine öğretilenle olan biten arasındaki o büyük uçurumun nasıl kapanacağı sorusuna anlamlı bir yanıt bulmak için...

'BİZ KANDIRILDIK, YÜRÜMEK BİR ÇOK ŞEYİ DEĞİŞTİREBİLİR'

"Biz kandırıldık" diyordu Elif, yola çıkmadan önce. "Neden yürüyorsun?" diye sorduğumda, "Bize hayatı böyle anlatmamışlardı! Yaşadıklarımdan, gördüklerimden sonra bu hayata olan inancımı yitirmeye başlamıştım. Yürümek bir çok şeyi değiştirebilir!" diye özetliyordu, neden yürüdüğünü.

KENTE İNTİHARIN EN AĞIR SONUCU BAĞIMLI OLARAK YAŞAMAK

Anadolu coğrafyasında, dünyanın artık giderek terk etmeye başladığı bir 'kalkınma' oyunu perdeleniyordu. Büyüme ve kalkınma adı verilen iki tanrı tarafından yönetilen yeryüzünde, kurallarını oyun kurucuların koyduğu bu oyunun tek kuralı, kuralsızlıktı! Binlerce yıldır toprağın, ekmeğin ve suyun kurallarıyla yaşamaya alışan Anadolu insanı için bu iki yeni tanrıya biat etmek bir çeşit intihardı. Onlar da öyle yapıyorlardı. Her gün, binlercesi ve topluca kırdan kente doğru intihar ediyorlardı. Bu intiharın en ağır sonucu ise kentte ve 'bağımlı' olarak yaşamak zorunda kalmaktı.

'ELİF, BURADA KAÇMAK İSTEDİĞİN YERE GİTMEK İSTEYEN BİRİ VAR!'

Köy kahvesinin dışındaki tahta masada arkadaşlarıyla oturan Elif'e sesleniyorum. Kentte ve bağımlı olarak yaşamaya karşı içinde bir isyan ateşi yanan 29 yaşındaki Elif'e. "Gel Elif" diyorum, "burada senin kaçmak istediğin yere gitmek isteyen biri var!"

AYNI MASADA BİR ARAP'LA BİR ESKİMO

Kimi zaman insan sonsuza kadar susmak ister, tam da avazı çıktığı kadar bağırmak isterken. Elif'le "buralar tarihten silinecek" diyerek yaşadığı coğrafyayı terk etmeye hazır köylü arasında, aynı dilde iki ayrı 'dili' konuşan, bir Arap ve bir Eskimo, bir Japon ve bir Slav arasında geçebilecek türden konuşma başlıyor. Zordur bazen, harflerin bir türlü birbirini tanımadığı cümlelerle iletişim kurmak. Nafiledir kimi zaman, kırk kılığa bürünmüş olasılığa inanmış birine karşı çıplak gerçeği anlatmak. Bu kez de öyle oldu. Masadan birbirine bir şey anlatamadan iki parça halinde kalkan sadece iki insan değil, bugünün neredeyse tek belirleyicisi olan "yıkmak" ve "yapmak" arasındaki çizgiydi. Binlerce yılda 'yaparak' öğrendiği her şeyi, bir çırpıda 'yıkarak' yerine sürekli yıkımı ikame eden bir tanrının kullarına dönüşüyordu insanlık.

'BU KENTE GİREMEZSİNİZ, TRAFİĞİ ENGELLİYORSUNUZ'

Elif ve diğerleri yola devam ettiler. Göllerden, güllerden, ovalardan, yıkımların arasından, yemyeşil buğday tarlalarından geçtiler. Bu sırada uzaklardaki sevdiği adam geldi yanına. Tam 40 gün boyunca birlikte yürüyüp, Haymana Ovası'ndan Gölbaşı'na vardılar. Anadolu'nun diğer kollarıyla birleştiklerinde, "bu kente giremezsiniz, trafiği engelliyorsunuz" diyen bir polis ordusu karşıladı onları. Elif direndi, Ankara'ya ulaşmak için yola çıkmıştı, tarlaların arasından yürüdü gitti...

YERYÜZÜNÜ DÜŞLÜYORDU ELİF, İNSANLIĞIN İLK EVİNİ

Ankara'ya vardığında ODTÜ Vişnelik kucak açtı ona. Bir yolu olmalıydı, bir anlamı olmalıydı, bir yerlerde bir anlamı olmalıydı; bu olup bitenlere verilebilecek bir yanıt olmalıydı. Yeryüzünü düşünüyordu Elif. İnsanlığın ilk evini. Korkuların, umutların, sevdaların ve ihanetlerin resmi geçit yaptığı o kadim evi. Kuşların, ağaçların, toprağın ve suyun evi. Evlilerin ve evsizlerin evi.

VİŞNELİK'TEN ALAKIR'A GİDEN YOL

Düşüncesi, düşü oldu Elif'in. Yerin yüzüne kendi evini yapmak istedi, adına, ‘yeryüzü evleri’ denilen binlercesini de. Vişnelik'te zihnine düşen düşle birlikte evlendi, eşiyle Almanya'ya gitti. Ama aklı, uğruna yürüdüğü Anadolu coğrafyasındaydı. Ve bu coğrafyanın en güzel köşelerinden biri olan Antalya'daki Alakır Vadisi'nde. Oradaki kardeşleri Tuğba ve Birhan'da. Eşi Tayfun'la birlikte Alakır'a geldiler. Birhan'ın kendi elleriyle yaptığı 'Yuva'ya yerleştiler. Birlikte toprağı işleyip, ekmeği bölüştüler. Çocukları Cana Işık'ı Alakır'ın koynundaki yuvalarında dünyaya getirdiler. Kendi seslerini doğanın sesine katarak çoğaldılar, bölündüler, dağıldılar. Tıpkı doğanın kendisi gibi. Bir süre sonra eşiyle yolları değil ama gelecek planları ayrıldı Elif'in. İkisi için de bir başka dünyaya giden farklı planlar vardı, hepsi bu. Planlar ayrı, yollar aynı!

POLİS GELDİ, ELİF ANLATTI, POLİS GİTTİ, ELİF ATLATTI

Gezi olayları başlayınca kızı Cana Işık'ı da İstanbul'a gitti Elif. Gezi Parkı'nda kızıyla birlikte kendisi de büyüdü. Direncin, umudun ve bölüşmenin beslediği ruhunda yeni pencereler, yeni kapılar açılmıştı. Bu kapılardan birinden geçip, forumlarda düşü olan 'Yeryüzü Evleri'ni anlatmaya başladı. Sadece anlatmadı, uygumalar yaparak düşlerini somutladı. Bir gün sahiplerinin kullanmadığı bir evi "işgal" edip içine yerleşti. İnsanların bir çoğu evsizken, hiç kullanılmayan binlerce evin olması onu rahatsız ediyordu. Bir süre işgal ettiği o eve yaşadı. Amacı bu adaletsizliği anlatabilmekti insanlara. Komşular şaşkındı, polise haber verdiler. Polis geldi, Elif anlattı. Polis gitti, Elif atlattı. Kentlerde hukuki anlaşmazlıklara konu olan binlerce ev vardı ve bu da bir çeşit işgaldi. Herkesin, tüm canlıların yeryüzündeki yaşama hakkının gasp edilmesiydi. Yeryüzündeki bölüşümün kitabının yeniden yazılması, o kitaptaki 'mülkiyet' bölümünün adilane biçimde düzenlenmesi gerekiyordu.

2,5 YAŞINDAKİ KIZIYLA BİRLİKTE KENDİ EVİNİ YAPTI ELİF

O kitabın sayfalarını kendi elleriyle yazmak istedi Elif. Düşlediği gibi, yaparak, yaşayarak! Öyle de yaptı. Gittikçe yorulduğunu hissetti. Kızıyla birlikte kendi de büyümüştü. Cana Işık 2,5, Elif 32 yaşındaydı artık. Enerjisini toplayıp Alakır'a gitti ve kızının da yardımıyla kendi elleriyle bir ev yaptı. Bir 'Yeryüzü Evi'.

Bundan sonrasını Elif'in bizzat kendisinden dinleyelim:

'ESMA TEYZE, GİDİN ORADA YAŞAYIN DEDİ'

"Baharla birlikte Alakır vadisinde yaklaşık bir ay boyunca yürüdükten sonra Şahintepe’sinin eski sakini Esma Teyzenin 'Gidin orada yaşayın, evinizi barkınızı orada yapın' diyerek, toprağın mülkiyetine inanmayan bizler için tapudan da kıymetli olan toprağın zilliyetini (gönül rızasını) bize vermesiyle şu an yaşamakta olduğumuz toprak parçasında evin yapımına başladık. Bu ev bir ‘yeryüzüevi’ olacaktı.

'ÇADIR KURDUM, ATEŞİ YAKTIM, GÜNEŞE VE AYA BAKTIM'

Sanki tüm canlılarla kardeş olma niyetimde sınanıyormuşumcasına, burada kaldığım ilk gecenin gün doğumunda yaban domuzu sürüsü ile göz göze geldim. Ben çadırıma sakince çekilirken onlar da uzaklaştılar beslendikleri yerden. Çadır kurdum, ateşi yaktım, güneşe ve aya baktım, izledim. Bulunduğum yerdeki ev yapılacak en uygun konumu anlamaya çalıştım. Kışın olabildiğince çok, yazın olabildiğince az güneş almalıydı evim, pasif ısınma dengesi bakımından. Konumu belirledikten sonra, alandaki otları toplayarak evin sıvası için hazırlayacağım çamurun ilk malzemesini de elde etmiş oldum.

'ÇAMUR SIVAYI TAMAMLAYIP EVİM TOPRAK'A YERLEŞTİM'

Evi yapacağım alandaki hafif eğimi kazma ve kürekle düzleyip, 'en doğru malzeme en yakındaki malzemedir' düsturundan hareketle, etraftan bulduğum direk olabilecek sağlamlıktaki ağaçları evin dış kenarına ana direk olarak gömdükten sonra su basmanı için etraftaki büyük taşlardan zemini oluşturup üzerini çakıl ve toprakla kapladım. Ana direklere tespih çalısının dallarını sepetmişçesine, birbirine yatay ve dikey olarak bağladım. Aralarınaysa sıvayı tutacak olan pirnar meşesinin dallarını sıkıştırdım. Kapı ve pencere için boş bıraktığım yerlere atık olarak bulduğum kapı ve pencereleri yerleştirdikten sonra çatıyı yine tespih çalısı dallarıyla ağırlık kaldırabilecek güçte örüp, üzerini yine atık olarak bulduğum bez ve brandalarla kaplayıp en üste de aldığım hasırları serdim. Evin çamur sıvasını tamamlayarak kış gelmeden 'Toprak'a yerleştim.

'PARA KULLANMADAN EV YAPMAK BÜYÜLEYİCİ'

Evin yapımı ile ilgili teknik ayrıntılardan bahsetmeyeceğim çünkü tek bir teknik yok yeryüzüevleri’nde. Bulunulan doğal koşullara uyumu yeryüzüevleri’nin esası. Üstelik bizi koruyacak olan çok değerli yaşam alanımızı para kullanmadan yapabiliyor olmak bu sürecin belki de en büyüleyici taraflarından biri.

'CİDDİ BİR ERKEK İŞİNE GİRİNCE KADIN OLDUĞUMU FARK ETTİM'

Cana Işık’la hem birlikte hem ayrı olabilmeyi ikimizin de yan yana deneyimleyebildiğimiz bir süreç oldu. Sonra iş bölümü de kendiliğinden gelişti aramızda. Kaybolan eşyaları bulmakta çok iyiydi Cana Işık, bir de en yorgun anlarda su getirmesi müthişti. İkimiz de elimize ilk kez alet almamıza rağmen herhangi bir kazaya uğramadık. 20 metrekare büyüklüğündeki evimiz Toprak’ı inşa etmek için dahi kaç karınca yuvası bozduğumuzun, el emeğinin kıymetinin ve düşüncesizce atılan her adımın maliyetinin öncekine göre daha bilincindeyiz. Kendimi şu ana kadar herhangi bir cinsiyetçi kimlikle tanımlamamış olmama rağmen, böylesine ciddi bir 'erkek işi'ne bulaştığım için ne kadar kadın olduğumu fark ettim, trajikomik biçimlerde.

'HATALARDAN DERS ALARAK YAŞANACAK BİR DENEYİM'

Yeryüzüevleri herkesin, bulunduğu yerdeki canlıları incitmeden, keyifle ve rahatlıkla yapabileceği bir ev. Kusursuzluğu amaç edinmeden, hissederek, zaman zaman düşünerek, hatalardan ders alarak yaşanacak bir deneyim. Tek başına çocuklu bir kadının yapabileceği naiflikte ve yine bir çocuğu ve kadını koruyabilecek sağlamlıkta.

'KİMSEYE MUHTAÇ OLMADAN, HUZURLU BİR YAŞAM'

Üniversite mezunu, bir kaç dil bilen donanımlı bir birey olarak bir çok yaşam modeli seçeneğine sahipken böyle bir yaşamı yeğleyişim çok anlaşılır olmadığından olsa gerek mağdur izlenimi de yarattı kimi zaman. Oysa, yeryüzüevleri’nde yaşamak ne mağdurluktan ne de vurdum duymazca bencillikten alır ilhamını. Ona ilham veren yeryüzünde tüm canlarla kardeşçe, barış içinde ve aşkla yaşanabileceğinin engin bilincidir. En sade haliyle can almadan, can katarak var olma seçimidir. Bu her bireyin kimseye muhtaç olmadan tek başına sağlıklı ve huzurlu bir yaşam kurabileceği gerçeğini gözden çıkarmadan, sistemin köleleştiren çarkına karşı duran bir direniştir aynı zamanda günümüz dünyasında."

'BETONLAR ARASINDA KENDİMİZE YABANCILAŞMAKTANSA..'

İçinde yaşadığı Toprak'la birlikte hem fiziksel hem de ruhsal kimliğinin yanına Alakır'ı da ekleyen Elif Arığ, konformizmin rahatının, rahatsızlık yarattığı travmalardan uzakta, zamanın her anının yaşam için aktığı bir döngünün tam ortasında duruyor.Yalnızca 2,5 yaşında olan kızı Cana Işık'ın bu karara etki etmek için henüz daha çok küçük olduğunu düşünenlere ise şöyle sesleniyor: "Doğrusu onun dünyaya gelmek istediğini öğrenmemizle oldu benim ezelden beri var olan bu niyetimin hayata geçişi. Betonlar arasında günden güne kendimize ve yaşama yabancılaşarak yaşamak yerine biraz evsiz yaşamayı, çadırda kalmayı, nihayetinde de doğuştan sahip olduğumuz temiz içme suyu, sağlıklı yiyecek ve barınma hakkımıza birinci elden ulaşabileceğimiz bir yaşamı yeğledik Cana Işık’la birlikte."

AKLINDAN HALA 'KAÇ PARA?' SORUSU GEÇENLER VARSA...

Bunca anlatılanlara rağmen hala içinizden kimilerinin "bu ev acaba kaça patladı?" sorusunu sorduğunu duyar gibiyim. Yaşamın böyle anlamlandırıldığı bir dönemde bu soru kaçınılmaz elbette. Ben de meraklıları için sorup öğrendim Elif'ten. "Sadece yere serdiğim hasır ve sobayı satın aldım. Geriye kalan her şeyi atık malzemelerden ya da doğadan topladıklarımla yaptım" diyor Elif. Anlayacağınız para olarak yaklaşık 300 lira harcamış Elif, vermenin aslında almak olduğu bir yaşama geçebilmek için. Zamanı dakikalarla ve parayla ölçenler açısından hiç de kolay bir yaşam değil elbette. Romantik hiç değil. Ama gerçek!

'TOKİ EVLERİNİ İÇİNDE BÜYÜYEN ÇOCUKLAR YIKACAK'

Bir kaç yıl önce bir yazımda, "TOKİ Evleri'ni, içinde büyüyen çocuklar yıkacak!" diye yazmıştım. Elif, aslında hepimizin içinde inşa edilmesine izin verdiğimiz TOKİ Evleri'ni yıkan o çocuklardan sadece biri. O halde son sözü yine Elif'e verelim: "Yeryüzüevleri; hayvan, çocuk, kadın, su, ekmek, insan, ırk, sınıf… Tüm varoluş mücadelelerini kucaklar, el ele bir dünya sunar kardeşlik niyetindeki herkese. Sevgi, barış ve kardeşlikle..."