Arnavutluk ve Yunanistan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu Lahey'e taşıyor
Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu yeniden gündeme geldi.
Yalnızca Arnavutluk’ta değil, bölgenin birçok ülkesinde en çok tartışılan konulardan biri olan Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu, Yunanistan parlamentosunun İyon denizinde kara sularının 6 milden 12 mile çıkarılmasını öngören yasa tasarısını 20 Ocak’ta onaylamasıyla yeniden gündeme geldi. Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.
Son aylarda Arnavutluk’ta çokça tepkiye ve tartışmaya yol açan meseleye ilişkin Yunanistan’ın böyle bir karar alması, Arnavutluk kıta sahanlığındaki münhasır ekonomik bölgeler (MEB) ve iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının belirlenmesi konuları başta olmak üzere birçok soruyu beraberinde getirdi.
ANLAŞMAZLIĞIN TARİHİ
Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınırları belirleyen ilk belge 1913 yılında düzenlenen Londra Büyükelçiler Konferansı’na dayanıyor. Bunun ardından 27 Ocak 1925 tarihinde de iki ülke arasındaki sınırları belirleyen bir protokol imzalandı. Son olarak, Arnavutluk sınırlarına ilişkin nihai karar 30 Temmuz 1926 tarihli Paris Büyükelçiler Konferansı’nda tasarlanarak verildi ve karar Arnavutluk, Yunanistan ve Yugoslavya temsilcileri tarafından imzalandı. Söz konusu kararlar ve protokoller Arnavutluk ve Yunanistan için zorunlu sınır hattını belirlese de, son yıllarda deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusu iki ülke arasında çözümlenemeyen bir mesele olarak yer almaya devam ediyor.
2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.
Uluslararası deniz hukukuna ilişkin en önemli belge olarak 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) ön plana çıkıyor. Bu sözleşme öncesinde ise 1958 ve 1960 yıllarında Cenevre’de deniz hukukuna ilişkin iki ayrı BM konferansı düzenlenmişti. Yunanistan UNCLOS’u 1995 yılında, Arnavutluk ise 2003’te onayladı. “Deniz hukukunun anayasası” olarak da bilinen bu sözleşmeye göre, her ülkenin kara sularını 12 deniz mili geçmeyecek şekilde genişletme hakkı bulunuyor. Ancak söz konusu sözleşmede, bu hakkın uygulanmasını düzenleyen ve sınırlayan başka hükümler de var. İşte bu hükümler, Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri ile Korfu, Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi gibi bazı Yunan adalarının sahip olabileceği durum ve ayrıntılar hakkında hukuki tartışmalara ve farklı yorumlara neden oluyor. Deniz yetki alanları sorununun çözümü için, tarafların ilgi ve isteklerinin ötesinde, bağlayıcı olan belirli kural ve ilkeleri dayatan uluslararası hukuk normları söz konusu.
Tartışmalı bir diğer husus, denizcilik sözleşmesi kapsamında bir anlaşmanın gerekli olduğu MEB sınırlandırması. Hem Arnavutluk’un hem de Yunanistan’ın taraf olduğu UNCLOS’a göre, kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasında, MEB sınırlandırması uluslararası yasalar temelinde mutabık kalınan bir anlaşma temelinde gerçekleştirilir. Kıyıları birbirine bakan veya birbirine bitişik kıyılara sahip devletler arasındaki kıta sahanlığı sınırları da bu temelde gerçekleşir.
Uluslararası deniz hukukunun yukarıda bahsedilen tanımları ve aynı zamanda Arnavutluk ve Yunanistan kıyılarının özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, karasularının genişletilmesi için, özellikle Yunanistan’ın küçük adalarının karasuları veya kıtasal karaya göre statüsü konusunda tarafların mutabakatı gerekiyor. Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki bu mesele, Arnavutluk’taki uluslararası hukuk uzmanlarının “küçük bir adanın kıtasal karayla eşit haklara sahip olamayacağını” bildirmeleriyle daha da tartışmalı hale geliyor.
UNCLOS’un 15’inci maddesine göre, “İki devletin sahilleri bitişik veya karşı karşıya olduğunda, aralarında aksine anlaşma olmadıkça, bu devletlerden ne birinin ne de diğerinin kendi karasularını, bütün noktaları bu iki devletin her birinin karasularının genişliğinin ölçülmeye başlandığı esas hatların en yakın noktalarından eşit uzaklıkta bulunan orta hattın ötesine uzatmaya hakkı yoktur”.
İyon denizi ve Ege denizinde birçok adanın Arnavutluk veya Türkiye’nin ana karasına yakın olduğu göz önünde bulundurulduğunda, durum Yunanistan için daha da karmaşık hale geliyor. Bu nedenle karasularının genişletilmesi veya deniz alanlarının bölünmesi konusunda tarafların, yani Yunanistan ve komşularının anlaşmasını gerektirecek bir durum ortaya çıkıyor.
ARNAVUTLUK-YUNANİSTAN (2009) ANLAŞMASI VE İTİRAZLAR
Arnavutluk’ta komünist rejim döneminde (1944-1991) ihmal edilen deniz yetki alanları sorunu, rejim yıkıldıktan sonra gündeme alınarak resmi müzakereler süreci başlatılmıştı. 2009 yılında Sali Berisha başbakanlığındaki Arnavutluk ile Kostas Karamanlis başbakanlığındaki Yunanistan hükümetleri arasında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da “uluslararası hukuk doğrultusunda tarafların ilgili alanlarının, kıta sahanlığının ve diğer deniz alanlarının sınırlandırılmasına” ilişkin anlaşma imzalanmıştı.
Bahsi geçen anlaşmaya, o dönem muhalefette olan Arnavutluk’un mevcut Başbakanı Edi Rama’nın genel başkanlığını yaptığı Sosyalist Parti (PS) tarafından itiraz edilmişti. PS anlaşmanın anayasaya aykırı olduğunu savunarak Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuştu. PS incelemenin ardından reddedilen ve meclisten onay alamayan anlaşmaya ilişkin, “Arnavutluk ile Yunanistan arasında deniz alanları sınırının daha önce belirlendiği için yeniden belirlemenin gerekli olmadığı” ve “anlaşmanın müzakere ve hazırlık sürecinin gizlice, şeffaflık olmadan gerçekleştirildiği” iddialarını öne sürmüştü. PS o dönemde, Arnavutluk’un temel çizgisinin önceden belirlenmediğini öne sürerek, bunun kıta sahanlığı ve diğer alanların belirlenmesinde önemli olduğunu, Arnavutluk ve Yunanistan’ın sahillerinin aynı olmadığını, bu hususun da su sınırının belirlenmesinde uygulanacak ilkenin seçimini etkilediğini savunmuştu.
PS’nin iddialarına göre Korfu adası Arnavut devletine ait olması gereken deniz yetki alanına girdiği için Yunan tarafına avantajlı coğrafi koşullar oluşturuyordu. Anayasa Mahkemesi’ne şikâyette bulunan PS’ye göre, Othonoi adası da Arnavutluk aleyhine Yunan su alanının kuzey yönündeki bir diğer uzantısını oluşturuyordu. Arnavut heyetinin, Yunan tarafının Korfu körfezinin iç su statüsünde bir körfez olarak görülmesi talebini kabul etmesi ve Saranda körfezinin de aynı statüyü kazanması yönünde çaba göstermemesi, deniz alanının azalmasına ve dolayısıyla deniz sınır hattının Arnavutluk’un çıkarlarına zarar verecek şekilde Saranda kıyılarına doğru haksız şekilde yaklaşmasına yol açmıştı. PS Barketa kayalığına deniz alanı tanınması için bir sebep bulunmadığını, çünkü gel-git olaylarına bağlı olarak kayalığın ortaya çıktığını ve kaybolduğunu savunmuştu.
ANLAŞMANIN ARNAVUTLUK ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN REDDEDİLMESİ
Arnavutluk Anayasa Mahkemesi 2010 yılında yapılan incelemelerin ardından anlaşmayı “hukuken geçersiz” ve “anayasaya aykırı” ilan ederek geçersiz kıldı. Anayasa Mahkemesi söz konusu anlaşma taslağında, ülkenin anayasası ve UNCLOS’la çelişen, usule ilişkin somut ihlaller tespit etti. Mahkeme anlaşmanın UNCLOS’un deniz yetki alanlarının belirlenmesinde gerekli olan “hakkaniyet” ilkesine uymadığına, “hakkaniyet” ilkesinin sadece kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırmalarında değil, aynı zamanda sahilleri bitişik veya karşı karşıya olan ülkelerin karasularının bölünmesinde de uygulanabileceğine dikkati çekti ve sözleşmenin 15’inci maddesini hatırlattı. Buna göre, “özel durumlar” kavramı altında kıyı uzunluğu, şekli, adaların veya kaya kütlelerinin varlığı ve doğası gibi durumlara işaret ediliyordu. Yukarıda belirtilen “özel durumlar” kavramı ile “hakkaniyet” ilkesi göz önünde bulundurulduğunda, mahkeme Arnavut tarafının, Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki sınır çizgisinin tanımlanması hususunda, her iki ülkenin özellikleri ve özellikle sınırlandırmaya tabi olan deniz yetki alanlarındaki ada veya kaya kütlelerinin varlığının dikkate alınması gerektiği kanaatini açıkladı.
Mahkeme yerleşik adalar olan Lazaretto, Ereikoussa ve Othonoi adalarının etkilerinin ayrı ayrı değerlendirilmesinin yanı sıra, ana ada olan Korfu’nun da ayrıca değerlendirilmesi gerektiği görüşünü paylaşarak, anlaşmanın sınır çizgisinin çizilmesinde tüm adalara (haksız yere) tam yetki verdiğini, bu durumun ise söz konusu adaları Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tuttuğunu belirtti. Mahkeme ayrıca Yunanistan ile İtalya arasında 24 Mayıs 1977 yılında kıta sahanlığı sınırlandırması için varılan anlaşmayı hatırlatarak, burada Othonoi ve Ereikoussa adalarına kısmi yetkiler verildiğine dikkat çekti.
Anayasa Mahkemesine göre, 2009 yılında imzalanan anlaşmadaki bir başka önemli sorun da Barketa kayasına ilişkin verilen karardı. Anlaşmada bu kayalığa tam yetki verildiğine işaret eden mahkeme, küçük, ıssız ve herhangi bir ekonomik faaliyetin söz konusu olmadığı bir kaya kütlesi olan bu kayalığın Arnavutluk’un kıtasal karasıyla eşit tutulması sorununu gözler önüne serdi. Dahası, bulunduğu konum nedeniyle kaya parçası iki ülke arasındaki karasularını bölen sınır çizgisinin de önemli ölçüde yer değişmesine sebep oluyordu.
Sonuç bildirgesinde mahkeme, ayrıca Arnavutluk ile Yunanistan arasında imzalanan söz konusu anlaşmanın, Arnavutluk heyetinin Arnavutluk cumhurbaşkanı tarafından müzakereleri yürütmek için tam yetkiyle donatılmaması, anlaşmanın içeriğinde ciddi eksiklikler bulunması, adil ve dürüst bir sonuç elde etmek suretiyle iki ülke arasında denizcilik alanının bölünmesine yönelik uluslararası hukukun temel ilkelerinin uygulanmaması, adaların deniz alanlarının sınırlandırılmasında özel koşul olarak dikkate alınmaması gibi nedenlerden dolayı anayasayla uyumsuz olduğu değerlendirmesinde bulundu.
İki ülke arasında olası müzakere süreçleri veya meselenin uluslararası mahkemelere taşınması durumunda, Arnavutluk Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bu karar göz önünde bulundurulmalı.
MÜZAKERELERİN BAŞLAMASI VE ULUSLARARASI MAHKEMEYE GİTME KARARI
Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanları meselesi, anlaşma 2010 yılında “düşürülse” de, açık bir sorun olarak kalmaya devam etti ve konu hem Arnavutluk’ta hem de Yunanistan’da tartışmalara neden oldu.
Arnavutluk Başbakanı Edi Rama ile dönemin Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras yönetimindeki hükümetler, Nisan 2018’de iki ülke arasındaki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması konusunda yeniden resmi görüşmelere başladı. Birkaç tur görüşmenin ardından nihai bir anlaşmaya varılamadı ve müzakereler yarıda kesildi. Ayrıca Yunanistan’ın İyon denizindeki deniz yetki alanlarını genişletme yönündeki iddiaları, Arnavutluk üst düzey yetkililerince sıkça tepkiyle karşılandı. Rama bu iddialara karşı “12 millik hak ancak uygulanması mümkün olan yerde uygulanır” tezini ortaya koyarak 12 mil hakkının UNCLOS’tan kaynaklandığını ve ülkesinin de bu hakkı 1990 yılında hakkaniyete uygun bir şekilde kullandığını hatırlattı.
Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen anlaşmayı imzalayan eski Başbakan Berisha ise geçtiğimiz Ağustos ayında Yunanistan’ın kara sularını 6 milden 12 mile çıkarma planıyla ilgili yaptığı bir açıklamada “Bu, Arnavutluk için zararlıdır. Bölge özellikle Türkiye ile Yunanistan arasında var olan ihtilaflı iklimle ilgili olarak sorunludur ve bunun ciddi sonuçları olacaktır” ifadelerini kullandı.
Arnavutluk ile Yunanistan arasındaki son anlaşmazlık ise 2020’de meydana geldi. Arnavutluk yetkilileri tarafından 20 Ekim 2020’de yapılan açıklamada, Yunanistan ile konunun uluslararası mahkemelere taşınması için anlaşmaya vardıkları bildirilirken, Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias Tiran ziyareti sırasında konunun LaheyUluslararası Adalet Divanı’na incelenmek üzere gönderileceğini doğruladı.
Önümüzdeki aylarda tarafların dosyalarını hazırlamasının ardından, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na giderek iddialarını savunması bekleniyor. Mahkemenin meseleyi nihai karara bağlamasıyla, sorunun iki ülke arasında “açık bir sorun” olmaktan çıkacağı ve artık bir nihayete ereceği düşünülüyor.