İşçi sınıfının Milli Demokratik Devrimdeki rolü

İşçi sınıfının Milli Demokratik Devrimdeki rolü

Toplumlar sınıflara bölünmüştür ve bu durum nesneldir. Hiç kimse yapay bir şekilde sınıf yaratamaz. İnsanlık tarihi sınıf mücadeleleri tarihidir.

İşçi sınıfı kavramı sınıfsal analiz için doğru ve yerinde bir tanımdır. Kapitalizmin ortaya çıkışı ile var olmuştur ve gerçektir. Burjuvazi varsa onun karşıtı işçi sınıfı da vardır. İşçilerin iş gücünden başka satacakları bir şeyleri yoktur. İşçi sınıfı mülksüzlerin ve giderek mülksüzleşenlerden oluşur. Diğer tarihsel sınıflardan farkı iş gücünün değerini özgürce kullanabilmesidir. Bu da çok tartışılması gereken bir konudur. İşçiler iş gücünün değerini özgürce kullanabiliyor mu? Kavga budur. Sınıfın özgürlüğü her zaman sermaye sınıfları tarafından kısıtlanmaya çalışılır. İşte sınıf mücadelesi bu noktada başlar. Dolayısı ile emek ve sermaye arasında bir mücadele doğar. İş gücü özgür olmak için çalışır, sermaye gücünü arttırmak, birikimini yoğunlaştırmak için iş gücünü sömürmek zorundadır.

Dolayısıyla bu mücadele sosyal hayata da yansır. İşçi’nin ekonomik demokratik hakları gasp edilir.

Bir şeyi olmayanlar değil, bir şeyleri kaybetmekte olanlar mücadele ediyor.

Bu mücadele tarihte uzun soluklu olarak özellikle Avrupa da 1800'lü yıllarda yaşanmıştır. Bilinçlenme, tecrübe kazanma ve örgütlenme bu sürecin her kademesinde devam eder. İşçi sınıfı örgütsüzse köleleşmeye mahkumdur. İşçi sınıfının ileri kesimleri örgütlenerek sermaye ile hak mücadelesine girerler. Bu mücadele deney ve tecrübelerle kuvvet yaratma bilincini doğurur. Sendikalar bu mücadeleler sonucunda doğmuştur. Anlaşmazlıklar sendikalar aracılığı ile çözülmeye çalışılmıştır. Grevler direnişler, fabrika işgalleri gerçekleştirilmiştir. Sermaye bu süreçte birçok sendikayı satın almış işçi aristokrasisi oluşturmuştur. Anorko sendikalizim anlayışıyla devrimlerin olacağı varsayılmış ve tarih bu yolla ilerlemiştir. Sınıf mücadeleleri daha üst düzeyde siyasi iktidara yönelik mücadelelere girişmiş ve kapitalizmin hakimiyeti bu yolla dizginlenmeye çalışılmış, ancak kolektif üretime hakim olan işçi sınıfının öncülerinden oluşanlar, siyasi partilerde şekillenmiştir. İşçi sınıfı mücadelesi toplumun diğer üreten sınıflarıyla birleşerek parti önderliğinde siyasi iktidara yönelmiştir.

Kapitalizm sermaye birikimini emperyalist çağda artık dünyayı paylaşmak ve sömürgeleştirmek yönünde geliştirince, toplumsal mücadeleler sadece işçi sınıfının tek başına sorunu olmaktan çıkmış, emperyalizm ile ülke arasında tüm emekçi sınıflarla buna, milli sermayede dahil ,devam etmiştir. Yani sınıf mücadelesi emperyalizme karşı mücadele ile işçi sınıfı da dahil olarak bütün sınıfları kapsamıştır. Bu açıdan milli çelişki aynı zamanda sınıf mücadelesinin ta kendisidir. Önüne iki görev koymuştur.

“Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen uluslar birleşin!”

Bir ,milletin özgürleşmesi, ulusun bağımsızlığı.

İki ortaçağ kalıntılarının ortadan kaldırılması , yani hem toplumsal sorunlar feodalizm ve toprak meselesinin çözümü ağalık, şeyhlik, aşiret sisteminin kaldırılması. Bu devrimlerin esas hedefidir. Daha önce "bütün ülkelerin işçileri BİRLEŞİN sloganına, ezilen uluslar BİRLEŞİN" şiarıda eklenmiştir. Dolayısıyla bu devrimler hem milli hem demokratiktir. Bu nedenle emperyalizm çağında bütün devrimler vatan savunması temelinde olmuştur. Artık bu çağda sendikaların rolleri esas olarak emperyalizme hizmet noktasındadır. Ve emperyalist ülkelerin işçi sınıfı da sömürüden pay aldığı için, karşı devrimin bir aracı haline gelmiştir. Dünyanın her yeri emperyalistler tarafından sömürülür, kan gölüne döndürülürken, bu sömürüden yaratılan artı değerden pay alan emperyalist ülke işçi sınıfları ve sendikaları seslerini çıkarmayıp bu sömürüyü desteklemektedirler.

Devrimci mücadelelere ezilen ülkelerde siyasi partiler öncülük etmiştir. Nasıl bir siyasi parti olacağı, devrimin olacağı ülkenin tamamen somut şartlarına bağlıdır. Bu konuda reçete yoktur. Örneğin Kurtuluş Savaşında Cumhuriyet Halk Partisi devrimin öncü partisiydi ve esas olarak köylülerden oluşmaktaydı.

Mustafa Kemal Atatürk "Köylü milletin efendisidir" demiştir. Halkçılık kavramının anlamı devrimden yana olan bütün sınıfları içermektedir. (Ali Kemal Alp:" Emperyalizmi yıkmanın yolu ezilen devletlerin zulmünden pay alan sermaye sahipleri, işçi sınıfı, memur ve köylü ayağa kalkarak top yekün ezilen devletlerin vatan savunma savaşından geçer.") tanımlamasını yapıyor. İlk bakışta doğru gibi görünen bu tavır önderliği bulandırıyor. Her toplumsal mücadelenin bir sınıfsal önderi vardır. Bugün Türkiye için geçerli olan hangi sınıf önder olacaktır? Bu mücadele hangi partinin öncülüğünde olacaktır? Son yıllarda üç büyük mücadele yaşanmıştır ve Türkiye'de ki devrimci mücadelede önemli izler bırakmıştır. Bu mücadelelerden önemli dersler çıkarılmıştır.

Yakın Tarihin miras ve deneyleri güç katıyor.

1. Cumhuriyet mitingleri; emperyalizme ve AKP hükümetine karşı milyonlarca yurttaşın katıldığı eylemlerdir. Kadın erkek, genç yaşlı, işçi köylü, esnaf, varlıklı ve yoksul toplumun en dinamik kitlelerini harekete geçirmiştir. Bu mitingler Ankara, İstanbul, İzmir vesaire yapılmış, son olarak ta Diyarbakır'da gerçekleşmiştir. Tema şuydu Cumhuriyet elden gidiyor, Laiklik ortadan kalkıyor, endişe büyüktü. Temel slogan; Kahrolsun Amerikan emperyalizmi, Tam Bağımsız TÜRKİYE! Bu mitinglere önderliği Cumhuriyetten yana kaygısı olanlar yapıyordu. Ama mitingler önderliği aşan sloganlarla devam etti. Atılan sloganlar İşçi Partisinin yıllarca attığı sloganlardı. Ve bu mitinglerin en sonuncusu Diyarbakır'da gerçekleştirildi ve bu miting İşçi Partisinin önderliğinde yapıldı. Çünkü vatanın bölünmesi gündemdeydi. Bu mitingde, İşçi Partisinin yapmış olduğu çağrıya diğer mitinglere katılan kurum ve kuruluşlar katılmadı. Birinde konuşturulmadığı gibi. Diyarbakır Meydanından bütün dünyaya Türk Bayrağı gösterilerek Türkiye'yi bölemezsiniz mesajı verildi.

2. Haziran(Gezi) Eylemleri adıyla anıldı, "Her yer Taksim. Her yer Direniş" sloganıyla topluma nüfus etti. Başlangıçta birkaç ağacın kesilmesine karşıymış gibi olan bu eylem, kısa sürede Türkiye'yi sardı. Bir ay süren bu eylemlere 15 milyon insan katıldı. 15 milyon ne istiyordu? Özgürce yaşamak ve üzerlerinde ki baskıyı protesto etmek. Toplumun her kesiminden insanlar bu mücadeleye katıldı. Kadınlar ve gençler yine ağırlıktaydı. Özet tema “Özgürlük ve Bağımsızlık”. Akşam işten çıkan insanlar eylem alanına koşuyordu. Hükümet bu eylemlere kan ve gözyaşı kattı. TOMA'lar, gaz bombaları ve ölen GENÇLER hatıralara kazındı. Ve unutulmayacak toplumsal acılarla, hoş bir buruklukla eylemler sona erdi. Beşiktaş çArşı grubu bu eylemlerin simgesi oldu ve geriye iki şey kaldı; "Mustafa Kemal'in Askerleriyiz" , Türk Bayrağı ,simge oldu. Bu iki simge milyonlarca insanın vazgeçilmez simgesi haline geldi.Her parti, her grup, her çevre bu mücadeleye önderlik ettiğini iddia etti. Ama gerçek şu ki ne sınıfsal ne partisel düzlemde kimse önderlik edemedi. Hep hatıralara Haziran Eylemleri gibi fikri kazındı.

Derken birden 14 Mayıs 2015 gecesi bir işaret fişeği atıldı Bursa Renault işçisi ayağa kalktı. Ve arkasından bütün metal iş kolunda çalışan fabrikalar bu ayağa kalkışa cevap verdi. Bursa, Kocaeli,Eskişehir, Ankara bu mücadelelerle yankılandı. Bu konuyla ilgili Teori dergisinin Temmuz sayısında detaylı bilgi vardır. Neden Reno'da işçiler ayağı kalktı?

1) "Bosh İşçilerinin yaptıkları sözleşme bizde de olsun, aynı iş kolunda çalışıyoruz biz neden aynı sözleşmeyi yapmıyoruz" dendi.

2) Hakları için mücadele etmeyen Türk Metal Sendikasına karşı isyandı. İlk defa Türkiye'de sendika olmadan bir mücadele yürütüldü. Bu mücadelenin sonunda hiçbir işçi hakkında soruşturma yapılmayacak ve işten hiç kimse çıkarılmayacaktı. Bu mücadele işçi sınıfının ekonomik ve demokratik taleplerini içeriyordu.

Öncünün, Öncüleri.

Toplumu etkileyen ve birleştiren öncü rolü yerine getiriliyordu. Artık Türkiye'de sınıfsal öncülük somut bir hal almıştı. İşçi sınıfı içinde fabrikalar arasında Reno'dan hiçbir işçi atılmadı. Reno bu mücadelede önemli başarı kazandı talepleri gerçekleştirildi, hiçbir işçi işten atılmadı ve hiç zaiyat verilmedi. Bu mücadelede geçmişin mücadele birikimleri önemli rol oynadı. DGM ,1998,2012,2014 mücadeleleri. Bu işçi eyleminin diğer eylemlerden farkı neydi? Her iki eyleminde taleplerinin daha ileri olmasıydı ve işçi sınıfının öncülüğü söz konusuydu. Ve bu mücadele toplumun bütün kesimlerini birleştirmeyi başarmıştı. Dolayısı ile her devrimin her mücadelenin bir öncüsü vardır. Bugün Türkiye'de milli demokratik devrimi daha ileri götürmek, aralıksız devrimleri gerçekleştirmek için işçi sınıfının öncülüğü tartışılamaz. Bulanık bir öncülük olmaz. Fabrikaların içinde öncü, İşçilerin içinde de öncü ve İşçi sınıfının içinde de. Her fabrikada bu durum vardır. İşte son eylemlerde ki Reno'nun öncü oluşu gibi. Geçmişte İstanbul'da DemirDöküm öncü fabrikaydı. Sapla saman birbirine karıştırılarak devrimin gerçek öncüsü karartılamaz. Küçük hesaplar yaparak öncüye zarar verilemez. Türkiye'nin artık ezici çoğunluğu emekçilerden oluşmaktadır. Artık emekçiler, Milletin efendisidir. Milleti birleştiren ,tüm emekçi kesimlerin üretime ilişkin daha çok ve ülkeye, milli ekonomiye ve kendine kazanç sağlayan mücadeleleridir . "Emekçiler milletin efendisidir".Bu Emekçiler;, işçiler,kamu emekçileri,köylüler,esnaflar,milli sanayici ,tüccar vs dir.Tüm bunların içinde de öncü İşçi Sınıfıdır.

Devrimde öncülüğü ;yoksullar, yoksullaşan kitlelerin öncüleri yapar. İşçi sınıfı ile vatan mücadelesi birbirinden ayrılmaz. Vatanı olan işçi kendi hakkı için savaşırken vatan toprağına ihtiyacı yok mu?

Nadir EROL

BURSA VATAN PARTİSİ İL BAŞKANI

ulusalkanal.com.tr