Gazeteci-Yazar Fikret Akfırat: 'Kardeşim Esad' hiç olmadı
‘Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti, devlet kurumlarıyla Suriye’yi yıkım operasyonunda suçlara bulaştırıldı. Fakat Türkiye önünde sonunda komşularla işbirliği politikasını uygulayacak. Ancak kanımca bu bir iktidar sorunu’
Gazeteci-yazar Fikret Akfırat, Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Erdoğan’ın Suriye Seferi” adlı kapsamlı çalışmasında soğuk savaş sonrası yakınlaşan ve sıcak ilişkiler geliştiren iki komuşu devletin emperyalist müdahalelerle nasıl boğaz boğaza geldiğini inceliyor. Akfırat kitaba doğru kabul edilen bir yanlışı düzelterek başlıyor. Erdoğan’a Suriye politikası üzerinden yöneltilen “Kardeşim Esad gitti Diktatör Esed geldi” eleştirisinin aslında doğru olmadığını; Suriye ile kurulan dostluk ilişkisinin Ahmet Necdet Sezer döneminde başladığını anlatıyor. Akfırat, 2002’de iktidara gelen AKP Hükümeti’nin ABD ile paralel olarak izlediği Suriye politikasını tüm detaylarıyla inceliyor. Aydınlık gazetesinden Cansu Yiğit hem kitapla ilgili hem de Hükümet’in Suriye politikasıyla ilgili soruları Fikret Akfırat’a sordu.
| Kitapta Erdoğan’ın Suriye seferinin ABD çıkarına olduğunu anlatıyorsunuz. Washington’un Suriye’de AKP Hükümetine yüklediği misyon neydi?
Kitabın başlığı “Erdoğan’ın Suriye Seferi” ancak bu “sefer”in asıl patronu ABD, Erdoğan değil. Kendisinin de defalarca açıkladığı üzere Büyük Ortadoğu Projesi’nde (BOP) üstlendiği görev nedeniyle Erdoğan’a bu seferde kilit rol verildi. AKP Hükümeti’ne, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’a ABD’nin yüklediği misyon tek cümleyle özetlemek gerekirse, “Suriye’deki rejimin yıkılması ve ülkenin parçalanması için taşeronluk”tur. 5 yılın sonunda geldiğimiz noktada, nihai hedefe ulaşılamamış olsa da, bu görevin büyük ölçüde gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Ne yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti, devlet kurumlarıyla Suriye’yi yıkım operasyonunda Erdoğan sayesinde suçlara bulaştırıldı. Suriye’deki olayların başlangıcından itibaren hep tekrarlanan budur. Kitapta bu sürecin nasıl ilerlediğini somut örneklere, tanıklara, özel bilgilere dayanarak anlatmaya çalıştık.
| Kitapta Seymour Hersh’un makalesine atıfla Erdoğan’ın Obama’yı Suriye’ye müdahale konusunda iknaya çalıştığını anlattığı bir bölüm var. Erdoğan, Washington’a rağmen mi Suriye’ye müdahale etmek istiyor?
Seymour Hersh’ün makalesi aslında bir kırılma anını yansıtıyor. Türkiye ile ABD yönetimleri arasında, Suriye politikası eksenli olarak ama daha geniş bir çerçevede kırılmanın yaşandığı dönem. Bu kırılmanın arkasındaki esas faktör, Türkiye’nin iç dinamiklerinin yanısıra Washington’un Suriye’de kayaya toslamasıdır. Makalede, Hersh’ün görüşlerine yer verdiği Amerikalı yetkililerin, bütün sorumluluğu Türkiye’ye yıkmak istediği görülüyor. Oysa biliyoruz ki Türkiye üzerinden yürütülen bu operasyonlar, Mart 2011’den önce Türkiye’de kurulan “CIA operasyon odası”ndan yönetiliyor. Özellikle Hersh’ün makalesinin yayınlandığı sıralar, ABD’nin Suriye politikasındaki başarısızlığı bir günah keçisine yıkmak istediği bir dönemdi.
Obama, Suriye’de rejim güçlerinin kimyasal silah kullanımını askeri müdahale için kırmızı çizgi ilan etmişti. Buna uygun olarak bir provokasyon tertiplenmişti. Bu provokasyon da, sürecin en başından beri kurulan mekanizma aracılığıyla gerçekleştirilmişti. ABD’nin CIA’sı, DIA’sı, Özel Operasyonlar Komutanlığı; bilumum istihbarat ve operasyon aygıtları, sözkonusu mekanizma aracılığıyla terörist transferinden, silahlandırmaya ve terörist grupların eğitimine kadar herşeyi Türkiye’nin kurumları aracılığıyla gerçekleştirdiler. Ancak mızrak çuvala sığmadı ve Obama operasyon kararı alamadı.
Hersh’ün makalesinde bazı ipuçları var, fakat çok net değil, o dönemde perde gerisinde ne yaşandığı hakkındaki bilgiler henüz yeterince aydınlanmadı -belki Obama’nın başkanlık dönemi bittikten sonra bazı yönleriyle ortaya çıkabilir- Amerikan devleti içinde Suriye’ye doğrudan müdahaleyi dayatan kanat ile buna karşı çıkanlar arasında da bir çatışma var. Bu çatışmanın asıl nedeni, Suriye devleti, ordusu ve halkının Beşar Esad liderliğindeki direnişi. Bu olayda ve başka benzer olaylarda, ABD’de Suriye’ye doğrudan askeri müdahaleyi savunan kanat ile Ankara’dakilerin bir ortaklığından söz etmek mümkün.
| ABD ile ABD’nin Suriye politikasının uygulayıcısı Erdoğan arasında ne oldu da ipler kopma noktasına geldi? Karşılıklı açıklamalarda anlaşmazlık PYD görünüyor. AKP, yıllardır yazılıp çizilen koridor projesini yeni mi keşfetti?
Önce bir düzeltme yapalım. ABD ile Erdoğan arasında ipler kopmuş değil. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız çerçevede üstlendiği görevi yerine getirememesi nedeniyle Erdoğan’a sopa göstererek alabileceği en yüksek tavizi almaya çalışıyor ABD. Erdoğan’ın bu görevi hakkıyla, yani ABD’nin istediği şekilde yerine getirememesinin birden fazla nedeni var. En önemlisi, Türkiye’deki iç dinamiklerin, o başta vurguladığımız özel misyonu yerine getirmeye olanak tanımaması oldu. Belirleyici etken, 2012’den itibaren dalga dalga büyüyen ve Haziran 2013’te doruğa çıkan halk hareketidir. Türkiye halkı, en önde kadınlar ve gençler olmak üzere milyonlarca kitleler halinde sistem dışına çıkmış; açılım sürecine, gericiliğe, laiklik karşıtı eylemlere, Suriye’ye terör ihracına, komşularla düşmanlık politikasına isyan etmiştir. Erdoğan’ın muktedirliği, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasına rağmen, o tarihten bu yana erimeye başlamıştır. Önce ittifak ettiği Fethullah Gülen Örgütüyle ardından kendi partisi içindeki farklı eğilimlerle ipleri koparma noktasına gelmiştir. Ve bu süreç devam etmektedir.
ORDU TESLİM ALINMAK İSTENDİ
Yine iç gelişmeler bağlamında kaydetmemiz gereken temel etkenlerden birisi, Ergenekon, Balyoz vb. tertipleriyle ABD’nin BOP hedefinde taşeron haline getirilmek istenen Türk Ordusu’nun Erdoğan aracılığıyla bu hedeflere uygun hale getirilmesi sağlanamamıştır.
Dış dinamikler açısından da önceki soruna verdiğim yanıtta vurguladığım ABD içinde farklı kanatlar arasında şiddetlenen çatışmaya neden olan Suriye halkının direnişi, Atlantik İttifakı içinde de, Türkiye-ABD ilişkilerinde de merkezkaç etkisi yaratmıştır. Bununla birlikte Rusya, Çin, İran’ın başını çektiği Avrasya cephesinin de ABD saldırganlığına karşı daha cesur adımlar atmasını sağlamıştır.
MİLLİ GÜÇLERİN AĞIRLIĞI ARTTI
Sorunun ikinci kısmına ise şöyle yanıt verebilirim: Aslında Erdoğan Suriye seferindeki eylemleriyle Suriye’nin kuzeyinde “Kürt koridoru”nun önünün açılmasını sağlamıştır. Hatta, hem Erdoğan’ın hem Davutoğlu’nun birçok kez açıkladığı üzere, Türkiye’de PKK ile görüşmelerde, Suriye’nin kuzeyinde PYD’nin ağırlık kazanmasını sağlama konusunda bir anlaşma yapmışlardı. Kitabımızda bu konuyla ilgili ayrıntılara yer veriyoruz.
Peki ne oldu da şimdiki duruma geldik? Meselenin özü şu: Erdoğan’ın ittifak ettiği ve iktidarının dayanağı olan güçlerle kavgaya girişmesi sonucunda, Türkiye’deki milli eğilimi temsil eden güçlerin ağırlığı arttı. Bu nedenle, bu kesimlerin savunduğu politikalar belli ölçülerde hayata geçirilmeye başlandı. Önce açılım süreci sona erdi, PKK’ya yönelik operasyonlar başladı. Eşzamanlı olarak daha önce liderleriyle Ankara’da görüşmeler yapılan Suriye’nin kuzeyindeki PYD terör örgütü ilan edildi.
RUSYA DÜŞMANLIĞIYLA KORİDOR ÖNLENEMEZ
| Kitap Rus uçağı düşürülmeden önce basıldı, kitabı bugün yazsaydınız bu olayı Suriye’deki denklemin neresine koyardınız?
Rus uçağının düşürülmesinin, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı olduğu bugün tüm yönleriyle açığa çıktı. Türkiye, ABD’nin “İkinci İsrail” koridoru planını, Rusya, İran, Irak ve Suriye ile işbirliği yaparak bertaraf edebilir. ABD koalisyonuna İncirlik’i açıp, Rusya’ya düşmanlık yaparak, Suriye’ye terör ihracını devam ettirerek İkinci İsrail koridorunu önlemek mümkün değildir. Tam tersine bu politikalarda ısrar, koridora giden yolun önünü açar ve Türkiye’yi ABD’ye daha fazla mahkum hale getirir. Nitekim şimdi olan da budur.
KOMŞULARLA İŞBİRLİĞİ İKTİDAR SORUNU
| Suriye Ordusu’nun sahadaki ilerleyişi sürüyor. AKP ve Erdoğan cephesi Esad’a karşı söylemini yumuşatmış gibi duruyor, İran’la ilişkiler iyi gibi görünüyor. Rusya’yla karşılıklı göz kırpmalar var. Sizce AKP dış politikasında yavaş yavaş dümen kırmaya mı başladı? Bölge ülkeleriyle ilişkilerin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Erdoğan yönetimi, ciddi ölçüde sıkışmışlık içinde. Erdoğan’ın siyaset basamaklarını tırmanırken kurduğu ve 2003 yılında iktidara geldiği günlerden beri devam eden “özel ilişki”ler nedeniyle tavizkâr bir ilişki içinde olduğu ABD ve Batı’dan gelen basınç ile Türkiye’nin gerçek ihtiyaçları arasında.
Bir yandan Obama ile, Beyaz Saray Sözcüsü’nün deyişiyle “informal” yani gayrı resmi bir görüşme yapabilmek büyük başarı sayılıyor, bir yandan Cumhurbaşkanlığı Sözcümüz ABD Başkan Yardımcısı’nın “Suriye’nin kuzeyinde Kürt devletini savunmuyoruz” sözünü Türk milletine müjdeliyor!
Mevcut iktidar, dış politikada bu sıkışmışlığın etkisiyle yalpalıyor.
Türkiye önünde sonunda komşularla işbirliği politikasını uygulayacak. Ancak kanımca bu bir iktidar sorunu.