Umutlarından başka yitirecek neleri kalmış ki!

Umutlarından başka yitirecek neleri kalmış ki!

"NE EKERSEN, ONU BİÇERSİN"

Üzerine kitaplar yazılacak kadar içerik dolu bir sözdür bu. Yaşamın her alanında karşımıza çıkabileceği gibi, çıkabileceğini de en basit şekilde hatırlatan bir ifadedir bu.

Bu sözü bugün Avrupa'nın son aylarda yaşadığı ve şimdiye değin görülmedik boyutta bir göç akını gerçeğine de yorabilirsiniz.

Kendinden başkasını düşünmeyen ve başkalarına ait değerleri hoyratça, acımasızca kullananların, değerleri çalınmış insanların öfkesi veya çaresizliğiyle birgün yüzyüze gelebileceklerinin en somut örneğidir Avrupa'ya yönelik son aylarda yaşadığımız mülteci akını gerçeği.

Tüm umutlarını yitirmiş, çaresiz kalmış insan yığınlarının, ne pahasına olursa olsun diyerek, kundaktaki bebesi ve yetmişini aşmış erişkin ayrımı olmaksızın süregiden bu insanlık dramı, hiç kuşkusuz Avrupa için yeni sonuçlar doğuracak.

AB çaresiz. Bugün Almanya başta olmak üzere, Topluluğun birçok ülkesinde toplum, sığınmacı akını ile yatıp kalkıyor. Gündemin zirvesinde yaşanan bu dram var. Medyanın kapak sayfalarını hergün bu insanların çaresizliği süslüyor.

Almanya örneğine bakalım: Bugün bu sığınmacı insanlara yaşam hakkı vermeyen, oturduğu şehirde bunları istemeyen ve insanlık dışı yüzünü sokak eylemleriyle, mülteci yurtlarını kundaklama ve yolda karşılaştığı göçmene saldırıyla ve hatta polisle çatışmayı bile göze alarak gösteren Almanlar kimler biliyor musunuz?

Daha bundan 25 yıl önce, Doğu Almanya'daki sosyalist rejimin baskısından yılarak, canını kurtarma ve insanca bir yaşam sürme hayaliyle, Batı'ya sığınan insanlar. Yani çeyrek asır öncesinde benzeri bir çaresizlik yaşayanlar.

Onlar içinde, iki Almanya'yı ortadan bölen "Duvar"ın yıkılması için hergün meydanlarda "Biz Halkız" diye bağıran veya rejimin yıkılması öncesinde, eski Çekosyavakya'daki Alman konsolosluğuna sığınan, adeta "mülteci" konumunda Batı'ya geçme izni isteyen insanlar. Çaresizler. Tıpkı bugün Avrupa yollarındaki yüzbinlerce çaresiz insan gibi.

Kaderin tecellisine bakınız ki, bu insanlar, 25 yıl önceki kendi zavallılığını unutup, bugün Almanya'dan sığınma isteyen, insanca yaşam için minimum imkan bekleyen insanlara yaşama hakkını tanımıyor. Dışlıyor. Öteliyor.

İş bugün, mültecilere karşı çıkanlarla bitmiyor kuşkusuz.

Biraz daha geriye gidecek olursanız, daha bugünkü Almanya'nın kurulmasının çoookk öncesinde yaşayan, mesela "Salzburger" denilen insanlar olmasaydı; Fransa'dan sürülen Protestan "Hugenotten" kavmi ve Hollandalılar olmasaydı; Almanya'nın bir önceki düzeni olan Prusya İmparatorluğu'nun hızlı yükselişi nasıl yaşanabilirdi acaba?

Almanya'nın maden yataklarıyla ünlü Ruhr havzası, Polonya'nın çalışkan ve başka çaresi olmayan emekçileri, taş işçileri olmasaydı, ülkenin sanayi devi olması nasıl mümkün olabilirdi ki?

Aralarında bugün nüfusu 3 milyona yaklaşan Türk işgücünün de olduğu 70 yıllık göç tarihi içinde gelen misafir işçiler eğer bu ülkeye gelip çalışmasaydı, 2. Dünya Savaşı'nın izlerini silmeye gece gündüz omuz vermeseydi, Almanya, bugünkü Almaya nasıl olurdu acaba?

Bugün meydanlarda yeni mültecilere karşı çıkanlar arasında, geçmişinde Polonyalı atası olan insanların da olmasını, bugün, bize, kim-nasıl izah edebilir?

Evet Almanya başta olmak üzere, AB ülkelerinin birçoğu mülteci yağmuru ile yüzyüze. İnsanlar, canlarını koruyacaklarına inandıkları bir düşler ülkesinin yolunda, bir yerlerde yürüyüp duruyor. Tek hayalleri, Almanya veya bir zengin ülkeye kapağı atabilmek. Kendilerini oysa bu ülkede yakıp yıkılma, ötelenme, dışlanma, horlanma gerçeğinin beklediğini, ne var ki görmeden, göremeden…

İnsan tacirlerinin eline adeta gönüllü rehin düşen binlerce insan, Akdeniz'i aşarak, Türkiye'nin Trakya sınırlarını zorlayarak bir yerlere ulaşmayı deniyor. Kendilerini ne yolda, ne de erişecekleri bir Avrupa ülkesinde nelerin, belki nasıl bir acının, dramın beklediğini düşünmeden.

Açık denizde batan gemiler, yüzlerce insana mezar olan kurşunlanmış lastik botlar, açlık ve sefalet, meselenin özeti. İnsanlık onuru bu süreçte geçersiz bir değer.

Çoğu ülkesindeki iç savaştan canını kurtarmaya çalışıyor. Can güvenliği için kaçmak istediği ülke ise, iç savaşı körükleyenlerin, insanları ayrıştıranların, kargaşa ve kanlı savışı doğrudan veya dolaylı destekleyen körükleyenlerin ülkesi.. Ne kadar garip değil mi?

Mültecilerin geldikleri coğrafyalara baktığınızda, Suriye, Irak, Afganistan, Somali, Güney Sudan, Mali, Arnavutluk gibi ülkeler geliyor gözünüzün önüne.

Bugün dünyada 60 milyon insan kendi ülkesinin kaçkını konumunda, bir başka coğrafyada, kendine ve ailesine yaşam alanı bulacağını umuyor. Ve sizler şu satırları okurken bile, o tanımadığınız, tanımadığımız, ancak varolduklarını hissettiğimiz insanların çoğu, hala bir umutla bu yollarda.

Bu hareketiliğe ve BM güncel raporlarına bakarak söyleyecek olursak, dünya insan hareketliliği bağlamında, bugüne değin yaşamadığı bir tablo ile karşı karşıya bulunuyor.

Bu düşündürücü tablodan insanların ölümü göze alarak, bir belirsizliğe, yaşama umudu ile sürüklenmesinden kim sorumlu. Elbette, sadece o ülkeleri yönetenler değil.

Bunda Batının da büyük sorumluluğu var. Bir diğer deyişle, günümüzde gözlenen "göç" olayı, küresel dünyanın bir sorunudur. Günümüzün iletişim olanaklarının sınırsız biçimde her köşeye erişimi, ortada dönen para, insan ihtiyaçları ve Batı'nın kapitalist toplumlarının, dış dünyaya sürekli pompalanan illüzyonist göstergeleri, ister istemez bu göçü körüklüyor.

Bugün Batı'ya dayanan veya halen yollarda, bir yerlerde olan insanları bugünkü yazgısıyla başbaşa bırakan etmen de budur. Başka birşey değil kuşkusuz.

Çünkü bu insanlar biliyor ki, şu anda ellerinde yüreklerinde sadece bir umut var. O da sadece yaşama umudu.

Onu da bu uğurda kaybederse, ne olur ki…

Ne kaybeder ki!

Zaten bu insanların umutlarından başka kaybededecek birşeyleri kalmadı ki…

Tıpkı 1600 yıl öncesi gibi…

MS 400 yılları gibi.

Ne alakası var? diye düşünüyorsunuz galiba.

Onu da bir sonraki buluşmamızda ele alalım.

Mehmet CANBOLAT Almanya'dan yazdı

ulusalkanal.com.tr