Kiraz ağacının anlattığı bu masala kulak verin
Anadolulu kirazın öyküsü, bu toprağın benzersiz zenginliğinin hepimize yeteceğini anlatıyor...
Yusuf Yavuz
Kiraz çiçeği, umut demek. Yaşamın sonsuzluğuna olan inancın tazelenmesi, “bu kış da ölmedik, şükür” diyebilmenin bir başka biçimi. Büyük savaşlardan, zor yıllardan, kıtlık, acı ve gözyaşlarından, binlerce yıldır hep ağaca, toprağa tutunarak çıktı bu toprağın insanı. Anadolu’nun en güzel masallarından biri olan kiraz çiçeklerinin görkemli jübilesine tanıklık etmek ve umudu bölüşmek için Nisan sonunda Uluborlu’da, o ulu ağaçların altında olacağız...Kiraz çiçeklerinin anlattığı o bembeyaz, umutlu masal hepimize, tüm dünyaya yeter…
YIKIMLA YAŞAM ARASINDA SALINAN BİR ÜLKENİN RUH TUTULMASI
Türkiye son bir kaç yıldır yıkımla yaşam arasında salınıp duran sarkacın arasında bir ruh tutulması yaşıyor. İnşaat sektörünün başını çektiği ekonomik söylemin içinde büyüme var ancak gelişme yok. Bir başka deyişle Türkiye gelişmesini ve dolayısıyla geleceğini inşaat sektörünün ellerine emanet etmiş durumda. Yalnızca temel bir ihtiyaç olan konut üretiminden söz etmiyorum, ihtiyaç olup olmadığına, kamu yararına olup olmadığına bakılmaksızın köprüden otoyola, barajdan havaalanına akla gelebilecek hemen her alanda yalnızca beton dökmenin esas olduğu bir inşaat çılgınlığı bu…
TÜRKİYE’NİN BETONARME ÇAĞINDA HER İLE BİR AĞAOĞLU DÜŞÜYOR
Bir başka deyişle adeta ‘müteahhitler cumhuriyetine’ dönüştürülen Türkiye, ‘betonarme çağı’ yaşıyor…
Çağ betonarme çağı olunca da Ali Ağaoğlu’nun kişiliği üzerinde yaşam bulan müteahhit modeli Anadolu’nun dört bir yanında hızla çoğalıyor. Artık her kentin birden fazla Ağaoğlu öykünmesinde olan müteahhidi var…
Yeryüzünün en benzersiz coğrafyası olan Anadolu’nun ‘çevresi’nin emanet edildiği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kendini ifade eden görsellerinde, iş makineleri, çelik ve betondan şehirler var…
Orman ve suların emanet edildiği bakanlık, hiç bir doğal göl ve dere bırakmamaya yemin etmiş gibi her damla suyu betonun içine hapsederek yerle göğün arasına utanç duvarları örüyor…
Özetlemek gerekirse, biyolojik çeşitlilik açısından tek başına bütün Avrupa kıtasından zengin, üç ayrı iklim tipinin yaşandığı dünya üzerindeki tek coğrafya olan Anadolu, üzerinde yaşayanlar eliyle adeta hançerleniyor…
ONLARCA TÜRÜN GEN MERKEZİ ÜZERİNDE OTURUYORUZ AMA…
Oysa doğal olarak varolmuş ve insana rağmen varlığını bugüne kadar sürdürebilmiş onlarca tür, aslında beşikten mezara hepimizin varlığını sürdürmesinde belirleyici olmuştur.
Zeytin, fındık, kiraz, incir, kayısı, ceviz, badem, üzüm…
Ve daha onlarca ağacın anavatanı bu topraklar. Dünyaya Anadolu’dan yayılmış…
Örneğin yüzyılın başında Aydın’ın benzersiz incirini iklim koşulları uygun diye Amerikalılar Kaliforniya’ya götürüp yetiştirmek istediler. Ağaçlar büyüdü, gelişti ama yıllarca tek bir meyve dahi vermedi. Çünkü Aydın’ın incirini benzersiz kılan sır, Ege ovalarını yaşam alanı olarak seçen incir kuşundaydı. İncir kuşu ağaçları döllemeden incir ağcı da meyve vermiyordu…
Topraktaki mantarlardan havadaki sise, daldaki kuştan su kıyısındaki sineğe kadar birbirine sımsıkı bağlarla bağlı olan bu benzersiz zincirin bir halkası yok edildiğince Anadolu coğrafyası için küçük kıyamet de başlıyor.
‘KERASİ’DEN GİRESUN’A ANADOLULU KİRAZ AĞACININ ÖYKÜSÜ
Ardından da adım adım büyük kıyamete doğru hızla ilerliyoruz…
Oysa bu büyük zenginlik, Anadolu’nun ağaçları bütün dünyaya yeter…
Nasıl mı?
Kiraz ağacı…
Anayurdu Giresun. Giresun adı, Yunanca kiraz anlamına gelen ‘kerasi’ kelimesinden geliyor. M.Ö. 74’te Romalı komutan Lucullus, Doğu Karadeniz’e yaptığı sefer sırasında bölgede gördüğü yabani kiraz ağacını Roma’ya götürdü. Böylece o döneme kadar batıda bilinmeyen kiraz ağacı Giresun’dan dünyaya yayıldı.
Bir zamanlar Giresun’da oldukça yaygın olan kiraz ağaçları, yerini ticari olarak öne çıkan fındığa terk etmiş…
TOROSLARDA PEK ÇOK YERLİ KİRAZ TÜRÜ ODUN YAPILDI
1970’lerden sonra ise özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde ihracata yönelik kira üretimi hızla yaygınlaştı.
Ancak yakın zamana kadar Torosların pek çok bölgesinde anıtsal nitelikteki yerel kiraz ağaçları ya kerestesi için ya da odun olarak yakılmak üzere yok edildi.
Yine de batı ve orta Torosların iki yakasındaki düzlükler ve yüksek rakımlı ovalarda yetiştirilen Türk kirazı, Avrupalı tüketicinin gözdesi.
Coğrafi konumu ile özellikli bir ekokilimaya sahip olan Isparta’nın Uluborlu ilçesi ise ‘0900’ koduyla ürettiği kirazıyla dünya kiraz pazarının yıldızı konumunda.
Afyonkarahisar’ın Sultandağı ilçesi ile Konya’nın Akşehir ilçesi de benzeri bir kiraz üretimi potansiyeline sahip.
TÜRKİYE KİRAZ ÜRETİMİNDE DÜNYA LİDERİ
Gülgiller ailesine ait bir tür olan kiraz ağacının gen merkezi olan Türkiye, dünya kiraz üretiminin de lideri konumunda. 2014 yılı rakamlarına göre 2. 245.826 ton olan dünyanın toplam kiraz üreminin tek başına 445.556 tonunu karşılayan Türkiye, ABD, İran, İspanya ve İtalya’nın önünde yer alıyor.
Ancak üretimdeki bu rakipsizlik ihracata yansımıyor. Dünya kiraz ihracatında ABD’nin ardından ikinci sıradayız. Ne yazık ki ürettiğimiz ürünün pazara ulaştırılması konusundaki örgütlenmeyi ve organizasyonu henüz sağlayamadık.
Marketlerimizde albenisi yüksek Şili elması, Amerikan bademi ve Ekvator muzu görmeye alıştığımız gibi bir süre sonra İspanyol, İran ya da Yunan kirazı da görürseniz şaşırmayın!
KİRAZ BAHÇELERİYLE ÜNLÜ OVAYA ARPA-BUĞDAY DESTEĞİ!
Tarımsal üretim ve pazarlama planlamasını köklü çözümlerle yerli yerine oturtmaktan uzak ve yerel gerçekliğe uymayan, popülizme dayalı bir ‘milli tarım’ söylemiyle züccaciye dükkanına giren fil görünümü arz eden hükümetin tarıma bakışı çarpık. Örneğin dünya kiraz pazarının yıldızı olan Uluborlu ve Senirkent ovalarında meyvecilik değil, arpa, buğday ve yem bitkileri üretimi destekleniyor. Oysa bu bölge yalnızca kiraz değil, elmadan kayısıya, üzümden eriğe onlarca meyve türüyle kaplı. Arpa buğday üretimi ise oldukça kısıtlı.
BAHÇEDE 2 LİRAYA ALINAN KİRAZ AVRUPA’DA 15 EURO’YA SATILIYOR
Herşeye karşın inat ve umutla üretmeyi sürdüren kiraz üreticisi ne yazık ki hak ettiği geliri elde edemiyor. Tüccar-aracı-ihracatçı zinciri üretici aleyhine işliyor. Tüccar ve aracı kıskacındaki üreticiden kilosu 5-6 liradan başlayıp, manüplasyonlarla 1,5-2 liraya kadar düşürülen fiyatlara alınan Uluborlu kirazı Avrupa’daki marketlerde ise 15 Euro’yu bulan fiyatlara satılıyor. İhracata giden bir ürünün tarladaki fiyatıyla hedef ülkelerin marketlerindeki fiyatı arasında ortaya çıkan bu uçurum, dehşet vericidir. İç pazarda satılan kirazın fiyatı ise daha vahim. Yaz aylarında 50 kuruşa kadar düşmesi üreticiyi küstürüyor.
KİRAZIN ANAVATANINDAYIZ, ÇİÇEĞİNİ GÖRMEYE JAPONYA’YA GİDİYORUZ
Peki meyvesinin hakkını veremediğimiz kiraz ağaçlarımızın çiçeğine nasıl bakıyoruz?
Çiçek deyip geçmeyin. Şintoist Japonların kiraz çiçekleri üzerinden örgütlediği ünlü Sakura bayramı, Nisan ayında dünyanın pek çok ülkesinden yüz binlerce turisti bu ülkeye çekiyor. Yalnızca iki hafta süren Sakura turizmi, hem bir kültürel imajın satın alınmasını sağlıyor hem de Japonya’ya milyonlarca dolar kazandırıyor.
Bugün kiraz çiçeği denilince, ağacının anavatanı Anadolu olmasına rağmen Japonya’nın akla gelmesinin nedeni işte bu anlayışta saklı. Japonlar, meyve vermeyen, sadece çiçeklerinin yarattığı görsellik için göü gibi korudukları kira ağaçlarıyla hem inanç ve kültürleriyle ilgili imajlarını paylaşıyor, hem de para kazanıyorlar…
JAPON BAHÇELERİNİ GÖRMEK İÇİN 10 DOLARI GÖZDEN ÇIKARIN
Sakura sezonunun açılmaya başladığı şu günlerde kiraz çiçeklerini görmeye Japonya’ya gitmek isteyenler arasında Türkler de var. Japon kiraz bahçelerini görmek için kişi başına yaklaşık 10 bin doları gözden çıkarmak gerekiyor.
Dünyanın bütün kültürlerini görmek, tanımak ve bir kaç günlüğüne de olsa bunun bir parçası olmak elbette çok değerli ve her insanın yapması gereken bir eylem. Ancak bu durum kendi değerlerimize sırtımızı dönmemizi, kendimize yabancılaşmamızı ve “bizden adam olmaz” türünden aşağılık duygusuna pirim vermemizi gerektirmiyor.
BİR AYAĞI KENTTE, BİR AYAĞI KIRDA OLAN YENİ BİR YOL İNŞA ETMELİYİZ
O halde kendi coğrafyamıza, kendi toprağımıza, üreten insanımıza yeniden ve başka bir gözle bakmamız gerekiyor. Bir ayağı kentte, bir ayağı kırda olan yeni bir yol inşa etmemiz gerekiyor. Tükettiğimiz pek çok şeyi üreten insanların arasına karışmak, onların dertlerini dinlemek, onlara dertlertimizi anlatmak ve sonunda yeni bir üretici-tüketici dayanışması geliştirmemiz gerekiyor.
İşte bu güzel toprakların kiraz ağaçlarının dalları patlamaya başladı. Küçük, yeşilimsi beyaz mucizeler ince yaprakların arsından fırlıyor.
Nisan’ı umudun, dirişilin ve korkuları yenmenin, yeniden doğmanın ayı yapan kiraz çiçekleri uçsuz bucaksız ovaları, yamaçları, dere kıyılarını beyaza boyamaya başladı…
EGE’DE BAŞLAYAN KİRAZ ÇİÇEĞİ ŞÖLENİ TOROSLARDA SON BULUYOR
Nisan başında İzmir’den başlayan Anadolu’nun kiraz çiçeği şöleni, yavaş yavaş beyaz bir bulut gibi ilerleyerek Ege ovalarından, Torosların koynuna uzanacak. Nisan’ın ikinci haftası Kütahya’dan Afyonkarahisar’a, oradan Uluborlu’ya ulaşan kiraz çiçeği masalı, Nisan’ın son haftası en görkemli haline bürünerek Kapıdağı’nın eteklerindeki geniş ovada ilahi bir törenle jübilesini yapacak ve nöbetini minik, yeşil meyvelerine devredecek. Haziran’da ise dalları kızıl gelincikler gibi benzersiz kirazlar dolduracak…
Uluborlu ve çevresinin her yıl yaşadığı bu sessiz gösteri, aslında kiraz çiçeklerinin anlattığı bir yaradılış masalı gibi tanık olana yaşamın anlamını muştuluyor.
UMUTSUZLUK HEPİMİZİ ESİR ALMADAN KİRAZ AĞAÇLARINA SARILMALIYIZ
Anadolu ağaç ve ağaççıkları, çalıları arasında bana kalırsa en görkemli çiçeklenmeyi yaşayan ve aralarında alıçtan kızılcığa, elmadan armuda onlarca tür bulunan gülgiller ailesinin bir üyesi olan kiraz ağaçlarının anlattığı bu masalı, kırıp dökmeden, incitip acıtmadan, koruyup kollayarak hepimiz bölüşmeliyiz. Bunca hoyrartlığın, bunca yıkımın hüküm sürdüğü, çaresizliğin, umutsuzluğun sokaklardan evlerimize sokulduğu, hepimizi esir almaya başladığı şu günlerde Anadolu’nun kiraz ağaçlarına sarılmalıyız.
Kütahya’da, Sultandağı’nda, Uluborlu’da ya da Hoca Nasreddin’in ‘dünyanın merkezi’ dediği Akşehir’dekiraz çiçeklerinin altında yeniden kardeşleşip, bembeyaz umuttan bir çelenk gibi bu toprakların binlerce yıllık öyküsünü başımızın tacı yapmalıyız.
Çelikleşmiş bir iradeyle kiraz çiçeklerinin türküsünü dinleyip, yıkıma karşı yaşamı, tiranlığa karşı kardeşliği, zorbalığa karşı umudu savunmalıyız.
Geçtiğimiz ay Uluborlu’nun kiraz bahçelerini anlatan yazımın yayınlanmasının ardından pek çok dostun dışında, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerden de Nisan sonunda bazı gezi turlarının yönünün bu kadim kente ve kiraz bahçelerine yöneldiğini görmek sevindirici oldu.
LAVANTADAN KİRAZ ÇİÇEĞİNE ISPARTA’NIN SAKLI CENNETLERİ
Isparta’nın lavanta bahçesi olan Kuyucak köyündeki üreticilerin dillere destan çabalarına destek veren ısrarlı yayıncılığımızın ardından kısa sürede tüm ülkeye yayılan lavanta tutkusu, kırsal yoksulluğun yenilebilmesinde ürünle birlikte ürünün imajının da nasıl önemli bir araç olduğunu gösterdi. Geçtiğimiz yıl Kuyucak köyündeki lavanta tarlaları tüm ülkede duyuldu, binlerce kişi bu güzelliği görmeye, fotoğraflamaya, koklayıp içine çekmeye geldi.
NİSAN SONUNDA KİRAZ AĞAÇLARININ ALTINDA BULUŞUYORUZ
Kiraz çiçeği de tıpkı lavanta gibi umut demek. Yaşamın sonsuzluğuna olan inancın tazelenmesi, “bu kış da ölmedik, şükür” diyebilmenin bir başka biçimi.
Büyük savaşlardan, zor yıllardan, kıtlık, acı ve gözyaşlarından, binlerce yıldır hep ağaca, toprağa tutunarak çıktı bu toprağın insanı.
Anadolu’nun en güzel masallarından biri olan kiraz çiçeklerinin görkemli jübilesine tanıklık etmek ve umudu bölüşmek için Nisan sonunda Uluborlu’da, o ulu ağaçların altında olacağız...
Kiraz çiçeklerinin anlattığı o bembeyaz, umutlu masal hepimize, tüm dünyaya yeter…