Dersim katliam değil isyandı!
Dersim hadisesi, feodal yapılanma, isyan ve Cumhuriyet'in çağdaşlaştırma girişimleri dikkate alınmadan konu ediliyor. Birilerinin 'kahramanlaştırmaya' çalıştığı Seyit Rıza ise, İngilizlere yazdığı yardım mektubunda işbirliğini açığa vurdu.
Ercan Dolapçı / Aydınlık
İsyanı İngilizler ve Hatay meselesi nedeniyle de Fransızlar destekledi. Komşumuz Sovyetler Birliği ise "gerici ve Cumhuriyet'i yıkma maksatlı isyan" olarak görerek Türkiye'yi destekledi
“Dersimciler” 4 Mayıs günü yine “katliam” çığırtkanlığıyla sosyal medyada Biden’ın “Ermeni soykırımı” yalanının ardından aynı koroya katıldı. Son yıllarda geliştirdikleri “zehirli gaz” yalanını yine gündemde tutmak için uydurma bilgi ve belgelere dayanmaya çalıştılar. Ayrıca Atatürk’ün manevi kızı ilk havacılarımızdan Sabiha Gökçen’i de hedef gösterdiler. Gerekçesi de Gökçen’in uçağıyla bölgede görev yapması... Bu koroya CHP Bursa Milletvekili ve Parti Meclisi Üyesi Orhan Sarıbal da “Unutmadık, asla unutmayacağız! Dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygıyla anıyorum” twitter paylaşımıyla katıldı. Paylaşım büyük tepki çekti.
OSMANLI GİREMEZDİ
Bugün Ermeni meselesi gibi emperyalist merkezler tarafından “soykırım” haline getirilmeye çalışılan Dersim İsyanı, 1876'dan 1937 yılına kadar bölgede yaşanan 11. isyandı. Osmanlı döneminde de sürekli sorun olan ve devleti tanımayarak derebeylik kuran ağalar ve seyhler, aynı tavrı Cumhuriyet döneminde de sürdürdü. Doğu isyanlarıyla sürekli uğraşan Ankara yönetimi, Anadolu'nun merkezinde yeralan Dersim'de ayrı bir yapılanmaya izin vermedi ve isyanı bastırarak bölgede büyük bir kalkınma hamlesi gerçekleştirdi. Tunceli bu hamleyle Türkiye'nin okuma yazma oranı en yüksek iller arasına girdi.
ASKERLERİMİZE SALDIRDILAR
Dersim isyanı, Hükümetin aldığı bir dizi kararı tanımayan aşiretlerin vergi ve asker vermeme ile bölgeye dokunmama ültimatomu ardından, 21 Mart 1937 günü Singeç Köprüsü'nün havaya uçurulması ve yanında bulunan karakolun basılarak 33 Mehmetçiğin şehit edilmesiyle başladı. Ayrıca Harçik deresi üzerindeki Pah Köprüsü de havaya uçuruldu ve askerlere ateş edildi. 56 askerimiz daha hayatını kaybetti. İsyanın en yoğun çatışmaları Mayıs-Eylül 1937 arası oldu. Hızla yayılan isyan üzerine, Ankara Hükümeti kararlılıkla gitti. Başbakan İsmet İnönü 17 Haziran 1937 günü harekâtı, yerinde incelemek için Tunceli'ye gitti. 11 Eylül günü de Seyid Rıza ve iki adamı Erzincan'da Hükümet Konağı'na gelerek kayıtsız şartsız teslim oldu. Ayrıca 6 aşiret reisi de yakalandı. Seyit Rıza'nın eşi Bese Hanım ise çatışmalar sırasında öldü. 12 Ekim günü de Seyid Rıza ile birlikte 57 kişinin davası Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Atatürk de Kasım ayı içinde başta Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu ve Doğu Anadolu'yu kapsayan geniş bir yurt gezisine çıktı.
SEYİT RIZA 15 KASIM GÜNÜ İDAM EDİLDİ
Seyit Rıza ve 6 adamı hakkında verilen idam kararı 15 Kasım 1937 günü infaz edildi. Atatürk o gün Diyarbakır'daydı. 17 Kasım günü de Tunceli Pertek'e gelerek Singeç Köprüsü'nü hizmete açtı. Bölgede incelemelerde bulundu. Halk tarafından alkışlarla karşılandı. Yatırımları yerinde inceledi. Singeç Köprüsü anlamlıydı. 33 Asker şehit edilmiş ve köprü havaya uçurulmuştu. Olaylar sırasında Mazgirt Köprüsü de havaya uçurulmuş ve burada bulunan jandarma taburunda 56 askerimiz şehit edilmişti. Tunceli'ye devletin şefkatli eli değdi ve yollar, köprüler, okullar, sağlık ocakları vb sosyal hizmetler götürüldü. Meseleye sadece asayış yönünden bakılmadı. Eğitim, sağlık ve kalkınmaya da önem verildi. Tunceli 1950 yılında ilkokul sayısıyla Türkiye’nin en ileri ili oldu.
20 BİN SİLAH VARDI
Resmi raporlara göre 60'a yakın aşirette 20 binin üzerinde silah vardı. İçişleri Bakanı M. Faik Öztrak, 7 Temmuz 1939 günü TBMM'de yaptığı konuşmada bugüne kadar 14 bin 539 silah toplandığını açıklar. 3. Ordu Müfettişi bölgeyle ilgili olarak verdiği bilgide ise ölü ve diri ele geçirilenlerin sayısının 7 bin 954 kişi olduğunu belirtir. Bunun içinde sürgüne gönderilenler de vardır. Askeri yetkililere göre ise öldürülenlerin sayısı 2 bin 500'dür. Başbakan İsmet İnönü’nün Meclis'te verdiği bilgiye göre 30 asker/bekçi şehit olur. 4 subay, 46 er yaralanır. İsyancılardan 265 kişi ölür, 20 yaralı, 849 kişi teslim olur. 4 bin 991 silah ele geçirilir. Yakılan yıkılan köy sayısı ise 60’tır. (Doğan Doğan, Dersim Olayı ve Dersim'in Türklüğü Üzerine, Uyum Yayınları, 2012, s.352.)
''ANKARA SOKAKLARI GİBİ''
İsmet İnönü harekât sonrası yaptığı açıklamada, "Cumhuriyet ordusu hurafe olarak zihinlerde yerleşen ne kadar uçurum halinde dere ve ne kadar çıkılmaz dağ varsa, hepsini Ankara sokakları gibi baştan başa geçmiştir" der. (Yalçın Doğan, Savrulanlar Dersim, Kırmızı Kedi Yayınları, 2012, s.193.)
FRANSA'NIN GÖNDERDİĞİ SİLAHLAR YAKALANIR
Bugün iddia edildiği gibi isyan 'Kürt' ya da 'Alevi' isyanı değil; aşiret isyanıydı! Cumhuriyet'in 'Tunç' eliyle de derebeylik düzeni yıkıldı. Harekâta katılan Savaş Pilotu Sabiha Gökçen, "Bilinmelidir ki, herhangi bir ayaklanma değil, en büyük ayaklanmalar, en büyük istila planları memleketimizi ve ulusumuzu bölemeyecektir" der. (Sabiha Gökçen, Atatürk'le Bir Ömür, Altın Kitapları, 2000, s.124-125.)
Buna ilişkin önemli bir bilgi de, o dönem bölgede çalışan Mehmet Ali Doğaner (103) isimli istihbaratçının, 2012 yılında TBMM Dersim Olayları Tanıklarını Dinleme Kurulu üyelerinin evinde ziyaretinde, "Bölgede Rus ajanları vardı. Yakalanan Rus casuslarının Dersim ile ilgili olup olmadığını öğrenmek için, onları bize gönderdiler. Sorgudan sonra öldürüp cesetleri Pertek Çayı'na attık, bir Rus yüzbaşı elimizden kaçtı. Fransız ajanlar da vardı, onları yakalayamadık" verdiği ifade dış desteğe işaret ediyor… (Yalçın Doğan, s.217.)
O günlerde dış basın olayları 'Kürt isyanı olarak" ele alır ve gelişmeleri Türkiye düşmanları sevinçle takip eder. Hareketi İngilizler ve Fransızlar destekler. Hatta Fransa'nın gönderdiği silahlar güvenlik kuvvetlerimizin eline geçer. Sovyetler Birliği ise bizi destekler. Emperyalist destekli gerici isyanı kendilerine karşı da yapılmış olarak kabul ederler. (Yalçın Doğan, s.185-188.)
Doğaner’in yukarıda anlattığı “Rus ajanlar” konusunda bir hata olduğu kanısındayız. Ruslar Cumhuriyet döneminde bu tür olayları desteklemedi. Buna ilişkin de ciddi bir bilgi ve belge bugüne kadar yayımlanmadı. Aksine bizim mücadelemizi desteklediler.
''EŞKIYALIK KISA SÜREDE BERTARAF EDİLDİ''
Atatürk, 1 Kasım 1937 günü TBMM'de Tunceli olaylarına değinerek, huzur ve sükûnun sağlandığını ve Cumhuriyet yurttaşlarının refah ve saadet imkânlarından azami şekilde istifade ettiğini belirterek, "İleri hükümetçiliğin şiarı, halkı, kudretini olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük küçük bütün Cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek çok yerinde olur" der. (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.30, Kaynak Yayınları, 2011, s.72.)
Atatürk, hasta yatağında hazırladığı 1 Kasım 1938 tarihli TBMM açış konuşmasında da Tunceli'deki duruma değinerek şunları söyler: "Uzun yıllardan beri devam eden ve zaman zaman had bir şekil alan Tunçeli'ndeki toplu eşkıyalık hadiseleri, belirli bir program dahilindeki çalışmaların neticesi olarak kısa bir zamanda bertaraf edilmiş, o mıntıkada bu gibi vakalar bir daha tekerrür etmemek üzere tarihe devrolunmuştur. (Bravo sesleri) Cumhuriyet'in feyzinden yurdun diğer evlatları gibi oradakiler de tamamıyla istifade edeceklerdir." (age., s.314.)
''SÜS İÇİN YAPMIYORUZ''
Cumhuriyet yönetimi Dersim'e 1925 yılından itibaren el attı. Çeşitli vesilelerle bölgeye önemli isimleri göndererek inceleme yaptırdı ve raporlar hazırlattı. Son raporu Başvekil İsmet İnönü ve Celâl Bayar hazırladı. 1933 yılında geniş kapsamlı bir reform ve harekât için karar alındı. Yapılacak işin sadece asayiş yönüyle olmaması için, imar ve eğitim seferberliği başlatıldı. Bunun için, o günün parasıyla 4 milyon lira ayrıldı. İlk yılda 450 km yol yapıldı. İsmet İnönü yapılanların zorluğu karşısındaki kararlılığını 1937 yılında şu ifadelerle açıklar: "Oradaki vatandaşların işitmelerini isterim ki, Cumhuriyet hükümeti oraya ıslah programını süs olarak, heves olarak götürmedi. Zorluklara uğrasa da, yaz ve kış bu programı biz orada uygulayacağız!" (Naşit Hakkı Uluğ, Tunceli Medeniyete Açılıyor, Kaynak Yayınları, 2007, s.186)
Bölge Müfettişi General Abdullah Alpdoğan da olaylar için "Asıl yağmayı fertler değil, aşiretler yaptı" der. (Mustafa Solak, Atatürk'ün Bakanı Şükrü Kaya, Kaynak Yayınları, 2013, s.258.)
Alpdoğan’ın da dediği gibi aşiretler çevre illere de giderek soygunlar yapar, halkın ırz ve canına kasteder, bunu da yaşam haline getirir. Yine raporlara göre hak öyle yoksuldur ki, bazı ailelerde sadece bir iki keçi vardır ve bunun sütüyle geçinirler... İşte bu düzeni Cumhuriyet değiştirdi ve halkı özgürleştirdi.
KAHRAMAN YAPTIKLARI SEYİT RIZA'NIN İNGİLİZLERE MEKTUBU
İsyancıların ele başısı Seyit Rıza'nın İngiltere Dışişleri Bakanlığına 30 Temmuz 1937 tarihinde gönderdiği mektubu Aydınlık olarak İngiliz arşivlerinden kopyasını 2015 yılında getirttik. Konuya ilişkin yazışmalara göre İngilizler Rıza’nın mektubuna temkinli yaklaşmışlar. Türkiye ile aralarının bozalmamasına dikkat etmişler. İşte Rıza’nın başka ülkelerin temsilcilerine de gönderdiği yardım isteyen mektubu:
"Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp, Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor.
Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı.
Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930′da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor.
Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.
Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor.
Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor.
Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlâkî etkisinden yararlandırmanızı diliyor.
Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım. Seyit Rıza" (Londra The National Archives, "FO 371/20864/E5529".)
BELGELERLE İSYAN 'İNGİLİZLER VE FRANSIZLAR BİZİMLEDİR'
İsyancıların propaganda amacıyla dağıttıkları bildiri: "Ey Dersimliler! Nasıl oluyor da sizler üç yüz seneden beri kimseye teslim olmadığınız halde askersiz, leşkersiz sakin Hüseyin Abdullah Paşa'ya teslim oluyorsunuz. Hükümetin elinde asker yoktur. Hem hükümet buraya asker sevk etmeye kalkışırsa İngiliz ve Fransızlar derhal ilân-ı harp edecekler ve bizi kurtaracaklar. Araplar da bizimle beraberdir.'"
''ŞEYH SAİT'İN TORUNU İSYANIN ELEBAŞI''
28 Temmuz 1937 tarihli Sovyet raporu: "Üç ay önce Dersim bölgesinde patlak veren karşıdevrimci isyan, henüz kesin olarak bastırılamadı. Bu isyanda yeni olan şu: Temmuz başında Türkiye'nin güneydoğu sınırından (Suriye) Türkiye'ye (Diyarbakır vilayeti) bir çeteci grubu girdi ve başında Şeyh Abdurrahim vardı. Bu grup dağıtıldı. Şeyh Abdurrahim, 1925 senesinde büyük bir gerici Kürt isyanı tertipleyen Şeyh Sait'in kardeşidir. Şeyh Abdurrahim keza 1925 isyanına da katılmıştı."
KOMİTERN RAPORU
Marat (İsmail Bilen, TKP yetkilisi) imzasıyla "Dersim İsyanı" başlıklı rapor, 27 Haziran 1937 günü Komintern'e verilir: "Dersim halkı pek çok küçük küçük aşiretlere ayrılmıştır. Bu aşiretlerin başlarında ya bir mürteci şeyh, ya bir ağa, ya bir bey vardır. Bütün aşiretler silahlıdır. Silahlı kuvvetler aşiret reisinin emri altındadır. Dersim'de devlet otoritesi ve hükümet cihazı görünüşte mevcuttur. Derebeyliğin en iptidai şekilleri burada devlet nüfuzunun ve idare aparatlarının kurulmasına engel olmuştur."
''DEVLETİ HİÇE SAYIYORLAR''
Komintern belgelerinden: “Bugüne kadar Dersim, Türkiye’nin ulusal ekonomisinin dışında kalmaktaydı. Az gelişmiş olan ticaret tamamen aşiret reislerinin ve onların adamlarının aracılığıyla yürütülüyordu. Öyle ki, başka vilayetten hiçbir tüccar, Dersim’de iş yapmayı göze alamazdı, çünkü mahalli mütegallibenin silahlı çeteleri tarafından haraca kesilmesi veya yağmaya uğraması kesin gibi bir şeydi. Bu çeteler bununla da kalmaz, barışçı komşu köylere yağma seferleri düzenlerdi.”
“Dersim’de devlet otoritesi sadece kâğıt üzerinde kalıyordu. Feodal aşiret reisleri, her fırsatta devleti hiçe sayarlardı. Devletin Dersim’de askerlik yükümlülüğünü gerçekleştirmesi ve yasal vergileri toplaması bugüne kadar mümkün olmamıştır. Bu iki sorun, daima, şeyhler ve ağalar tarafından toptan hallediliyordu. Ağalar kendi yönetim ve yargı yetkileri altında bulunan ahaliden işlerine geldiği gibi vergi alıyor ve bunun ancak küçük bir kısmını hazineye devrediyorlardı. Bölge gençlerinin büyük bir kısmı, askere gidecek yerde, aşiret reislerinin muhafız birliklerine fedai olarak giriyor, yani aslında eşkıya çeteleri oluşturuyorlardı” (Komintern Belgelerinde Türkiye-3: Kürt Sorunu, Kaynak Yayınları, s. 67.)
SOVYET UZMANLARININ GÖRÜŞÜ
Sovyet tarihçi Dr. S. Zavriyev ise Dersim İsyanı'nın bağlarının Suriye'ye kadar uzandığını ve emperyalist devletler tarafından kışkırtıldığını ifade eder. Türk hükümeti, buna karşılık önlem olarak okullar açmış, jandarma karakolları kurmuştur. Türk sermayesi, Kürt bölgelerine girmeye başlamış ve demiryolu ağı doğuya doğru genişletilmiştir. Yazara göre Kürt ayaklanmaları antiemperyalist hareketi zayıflatmak için kullanılmaktadır ve bu sebeple de nesnel olarak gerici bir rol oynamaktadır.
Prof. Dr. A.F. Miller, Bütün Birlik Komünist Partisi (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) Merkez Komitesi bünyesindeki Yüksek Parti Okulu'nda verdiği "Türkiye" derslerinde isyanın sebeplerini ele alırken Türk basınına göndermede bulunur. Bölgede yapılan reformlara karşı çıkılması ve Hatay meselesinden dolayı Fransızların kışkırtması temel sebeplerdir. Ayrıca vergi sisteminin bölgede düzene sokulması da isyanda rol oynamıştır.
''MÜCADELEYİ SEMPATİYLE TAKİP EDİYORUZ''
Türkiye'deki gerici isyanlara karşı Sovyetler'in tutumu: Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı G.V. Çiçerin’in Şeyh Sait isyanı ile ilgili olarak 1925 yılında yaptığı değerlendirme: “Türkiye’yle dostluk politikamız derinleşiyor. Türk Hükümeti’nin, anlaşıldığı üzere dışarıdan kışkırtılan gerici isyana karşı mücadelesini sempatiyle takip ediyoruz.” (Mehmet Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yayınları.)