Adnan Öztürk yazdı: Merkez olmanın ilk şartı tam bağımsız Türkiye'yi kurmaktır

CHP’nin, ‘Merkez Türkiye’ projesinin yeni çağın ekonomik devrimi olabileceğine inanıyorum. Türkiye bağımsız ve barışçı bir ülke olmazsa bu proje sadece serbest bölge olarak adlandırdığımız bir şehir inşa etmekten öteye gidemez

Adnan Öztürk yazdı: Merkez olmanın ilk şartı tam bağımsız Türkiye'yi kurmaktır

Dünya, son 10 yıldır yaşadığı tam gaz küreselleşme trendinden sonra, yeniden iki kutuplu bir hale süratle dönüşmeye başlamıştır. ABD’nin, AB ile Transatlantik Stratejik İşbirliği’ni imzalaması, BRICS (Brezilya-Rusya-Çin-Güney Afrika-Hindistan) beşlisinin ayrı bir grup oluşturması, bu kutuplaşmanın sadece başlangıcıdır.

ABD’nin, ağırlığını Ortadoğu’dan Pasifik’e kaydırma kararının ardından, Çin ve Rusya yeni ittifaklar aramaya başlamışlardır. Ekonominin tabiatı itibarı ile, küreselleşme ile açılan ticaret kanallarının, ülkeler arası rekabetin merkezinde ekonomi ve çıkar olduğu için, rekabet ne kadar sert olursa olsun, ne siyasi karar alınırsa alınsın, kapanması mümkün değildir. Dolayısıyla ülkeler, artan tüketim eğilimini yok etmek yerine, kendilerinin besleyeceği şekilde canlı tutmaya ve geliştirmeye çaba göstermek zorundadır.

Gelişmiş ülkelerin liderliğini yapan ABD ve AB, tüketim eğilimlerinin artık durağan hale dönüştüğü ülkelerinin yerine, gelişmekte olan ülkeler üzerindeki nüfuzunu arttırmak zorundadır. Her ne kadar devlet politikalarının ağır işleyen çarkları ile kendi kurallarını empoze etmeye çalışsa da, arz ve talebi kontrol etmek, modern dünyada geniş anlamda mümkün değildir. Son yıllarda, konulan keskin ambargolara rağmen, ne İran’da ne de Rusya’da hayatın felç edilememesi buna en güzel ve basit örnektir. Ambargonun faydasız olduğunu gören sistem, direk bankacılık sektörünü ve ülkelerin kurlarını hedef alarak yaptırım uygulamaya çalışsa da, küreselleşme ile doğan nakit para bolluğu, parayı basanı bile tehdit eder hale geldiğinden, kur ve finans savaşlarından medet ummak da hayal olmaktadır.

Mal ve para akışı her zaman güvenli liman ararlar sözündeki limanın anlamını iyi kavramak lazım. Hukukun üstünlüğü ve uluslararasına uygunluğu, rejimin ve siyasetin istikrarı, komşu ülkeleri ile olan ilişkileri ve modern dünyanın devlet dışı kurumları ile olan ilişkilerinin toplamı, güvenli liman tanımına eşittir. Tüm bunları karşılayan güvenli liman tanımı, coğrafi avantajı yoksa yine de pek bir şey ifade edemez.

Türk ekonomisi, küreselleşmeden kelimenin tam anlamı ile gerektiği şekilde nasibini alamamıştır. Hatta nasibini alması gereken ülkeler listesine bile giremez. Komşuları ile olan ilişkilerinde, önceliğini, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin temel prensiplerinin en önemlilerinden olan laiklik kavramına tam zıt bir şekilde, İslam’ın mezhep boyutuna taşımış, tutarsız ve stratejisiz ikilemlerle, coğrafi avantajını da kullanamamıştır. Küreselleşmenin getirdiği para ve nakit bolluğunu, borçlanarak lüks tüketim ve özellikle inşaat sektörüne harcamış, dünyanın iki kutuba ayrılmaya başladığı, kur savaşları ve faiz savaşlarının başladığı yeni döneme, ilkeleri, stratejileri olmayan bir şekilde, ortada kalarak girmiştir.

CHP’nin, “Merkez Türkiye” projesinin, yeniçağın ekonomik devrimi olabileceğine sonuna kadar inanıyorum. Çin, Singapur, Tayland, Brezilya, Hindistan ve ABD’nin uygulamaya koymaya çalıştığı yeni yaklaşım da budur.

Ülke sanayisinin hammadde ihtiyacı üzerindeki finansman maliyetini ve bürokrasiyi azaltan, hedefleri olan ve dünyaya hitap edecek sektörlere yatırımı kolaylaştıran, ekonomik ve refah stratejilerine göre eğitimi şekillendiren, çevre ile uyumlu merkezler veya şehirler kurmak yeni çağın gereğidir. Mal ve hizmetlerin, dünyada serbestçe dolaşmaya artarak devam edeceği yüzyılda, Türkiye’nin coğrafi konumu fırsatlar açısından benzersizdir ve tektir. Siyasi ve ekonomik olarak iki kutbun tam ortasında, din ve kültür açısından ayrışmanın tam ortasında, petrol ve doğalgaz merkezlerinin çıkış noktasında, yeraltı zenginliği olan ancak halka intikal ettirilmemiş bölgenin kapısında olması, Türkiye’yi tek yapmaktadır. Devletler harici uluslararası kurumların hemen tamamı ile üyelik veya yakın ilişki içerisinde olması da önemli bir avantajdır. (BM, NATO, Dünya Bankası, IMF, Lahey Adalet Divanı, WTO vb.)

Merkez Türkiye projesi tek başına yukarıda saydığım avantajların tamamı kullanılsa bile, ülkenin tamamında yapılması gereken anlayış reformu yapılmadan, bir depoculuk ve nakliyecilikten öteye geçemez. Onlarca yıldır, Türkiye’nin çağdaşlaşma projesinin sembolü haline getirilen samimiyetsiz AB hedefi ve Merkez Türkiye projesini harmanlamak şarttır. Mal ve hizmetleri üreten, sınırlar içerisine siyasi çekişmeler yüzünden hapsolmak istemeyen çokuluslu şirketler açısından baktığımız zaman, bu projenin, AB perspektifi yerine, yeni modernleşme ve dönüşüm projemiz olarak görülmesi daha akılcıdır. ABD ve AB tarafından Transatlantik anlaşmasına dahil edilmeyen, ama, kendisinden AB’ye ve üyelik isimi altında stratejilere tam itaat etmesi, dünyanın iki kutbunun önemli ve talep üreten diğer kesimine, Türkiye için var olan fırsatlarını ve kapılarını kapatır. Böylesine devrimsel bir projenin olmazsa olmaz ilk şartı, “TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE”yi yaratabilmektir.

Şirketler, her ne kadar devlet politikalarına uyarmış gibi görünse de, kâr ve büyümeyi sağlayacak pazarlardan ve fırsatlardan uzak kalamazlar. Hem kurallara uyarken, hem de büyüme serbestisi olan yerlere yönelirler. Bu projenin başarılı olabilmesi ve gerçek bir devrim olabilmesi için;

NATO’DAN ÇIKAN BAĞIMSIZ TÜRKİYE

1- Türkiye, hukukun her dalında, modern dünya standartlarını yakalamalı, hatta Batı’da, çıkar ilişkilerinin tanımını yapmakta kullanılan çağdışı hukuk uygulamalarını süzgeçten geçirerek, süratli karar alınabilen bir adalet ülkesi olmalıdır.

2- Konulan kurallara hiçbir şekilde siyasilerin etki edemeyeceğinin ve sadece kuralların geçerli olacağının teminatının ve güveninin sağlanması gereklidir.

3- Türkiye, her iki kutba da eşit mesafede duracağı şekilde kendisini pozisyonladığını açıkça her ortamda deklare etmeli ve bu durumun, her iki kutbu yaratan ve yönetenlerin ortak menfaati olduğunu açıkça anlatmalıdır.

4- Türkiye’nin, herhangi bir şekilde din veya siyasi anlayışlara taraf olmayacağını, kendisinin demokratik, laik bir Cumhuriyet olduğunu ve olacağını ilan etmesi gerekir.

5- Türkiye’ye yapılacak her yatırımın veya emanet edilen her paranın, ulusal ve uluslararası hukuk yanında, devlet garantisinde olduğunu açıkça deklare etmelidir.

6- Türkiye, üzerine boruların döşendiği, enerji oyunlarının transit tahtası olmak yerine, pazarın belirlendiği, satış ve dağıtımının yapıldığı referans ülke konumuna dönüşmeli, tarafsızlık ilkesine sadık kalınması, siyaseti, enerji ticaretinden uzak tutmak için, tüm boru hatları ve depolama tesisleri, devlet tarafından yapılmalı, kontrol edilmeli, devletlerarası anlaşmalarla teminatlandırılmalı ve tanımlanmalıdır.

7- Türkiye, hedefinin AB üyesi ülke olmak değil, AB ülkeleri ile kendi çıkarlarını zedelemeden, ticari ortaklık yapan bir ülke konumuna süratle dönüşmelidir. AB üyesi olmanın getireceği her türlü ekonomik ve siyasi yükün, Türkiye’nin imkanlarını yok ettiğini,modern kuralların geçerli olduğu bir ülke olmasının,her kesimin menfaatine olduğunu,uluslararası iş kamuoyuna anlatmalı ve ikna etmelidir.

8- Türkiye, her modern, çağdaş ve barışçı uluslarararası organizasyonda yer almalı, ancak kendi menfaatlerine uymayan organizasyonların bayraktarlığını yapmamalıdır. “Yurtta sulh cihanda sulh” diyen ve NATO üyesi olmayan bir Türkiye, tüm dünyaya daha büyük bir güven verecektir.

9- Türkiye, her iktidara gelen partinin istediği yere çekebildiği bir ülke olmaktan çıkıp anayasası ile belirlenmiş kuralların dışına çıkmayacağına dünyayı ikna etmelidir.

SADECE ŞEHİR DEĞİL 1923’ÜN DEVAMI OLMALI

Bu kuralları yerine getirememiş bir proje, sadece ve sadece serbest bölge olarak adlandırdığımız bir şehir inşa etmekten öteye gidemez.

Küreselleşmenin devamında ortaya çıkan dünya resmi, kapitalizmin neredeyse iflası, yeni dünya düzeninde, özellikle kutuplaşma kaçınılmazken ve Ukrayna/Kırım gibi sıcak sürtüşmeler doğarken, Türkiye’nin büyük fırsatlar yakalaması için idealdir. Ancak yukarıda saydığım şartların biri bile eksik olsa, bu fırsatlardan bahsetmek mümkün olamaz.

Merkez Türkiye projesinin, sadece bir şehir projesi olması yerine, Türkiye’nin 1923’te çıktığı yolun devamı olmasını, daha önemli ve tamamlayıcı görüyor, bu fikrin ciddi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Emeği geçenlere ve düşünenlere de teşekkür ediyorum.

Yapmamız gereken tek şey, 1923’te Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının, kurucu iradenin koyduğu ilkeleri ve prensipleri iyi anlamak ve uygulamaktır.

Adnan Öztürk

Aydınlık

chp abd nato aydınlık Adnan Öztürk