Sarıkeçililer aradığımız son kök hücre olabilir!

Küresel tarım savaşı konusunda çalışmalar yapan araştırmacı Erhan Ünal, Sarıkeçililere yönelik saldırıların ardından toprak, su ve hayvancılığın geleceğine ilişkin uyarılarla dolu oldukça çarpıcı bir değerlendirme yaptı…

Sarıkeçililer aradığımız son kök hücre olabilir!

Yusuf Yavuz

Türkiye’nin konar-göçer keçi yetiştiriciliğini sürdüren son topluluğu olan Sarıkeçili Yörükleri’ne yönelik Karaman’da yapılan saldırı ve baskılara bir tepki de araştırmacı-yazar Erhan Ünal’dan geldi. Küresel gıda tekelleri tarafından yok edilmek istenen geleneksel tarım konusunda dünyanın pek çok ülkesinde incelemelerde bulunan Ünal, ‘Küresel Tarım Savaşı’ olarak adlandırdığı kitlesel tarımsal üretimin dayattığı yapay yemlerle yapılan üretim sistemine uymayan Sarıkeçililerin yok edilmek istendiğini dile getirdi. Milyonlarca göçmene kucak açan Türkiye’nin Sarıkeçili Yörükleri’ne yazın hayvanları otlatacak bir alan bulamadığına dikkat çeken Ünal, “Bir orman memuru geliyor, bu ülkenin öz be öz yurttaşlarına ‘burada oturma müsaadeniz yok, sökün çadırları’ diyor. Dünyanın dört bir tarafına onlarca milyar dolar yardım yapan Türkiye’de 2 bin ata yadigârı Yörüğe yer yok, su da yok. Bunu anlayabilen var mı? Küresel Oligarşi’nin dayattığı sistem açısından ata yadigârı Sarıkeçilileri’miz yok olmaya mahkûm edilmişlerdir. Sarıkeçililer bizim için, hemen her sosyal alanda aradığımız son ‘kök hücre’ olabilirler. Farkında mısınız?” diye konuştu.

SARIKEÇİLİ YÖRÜKLERİNE YAPILAN SALDIRIYI BİR DE BÖYLE OKUYUN

Küresel gıda tekelleri tarafından yok edilmek istenen geleneksel tarımın adım adım nasıl yok edildiğine ilişkin çalışmalar yapan Araştırmacı Erhan Ünal, Türkiye’nin konar-göçer hayvan yetiştiriciliği yapan son topluluğu olan Sarıkeçili Yörükleri’ne ilişkin yapılan saldırılar konusunda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

‘SİNSİ OYUNLAR FİNALE YAKLAŞIYOR’

Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan Erhan Ünal, “Geçtiğimiz hafta sonu Karaman'ın Kâzımkarabekir ilçesindeki Hacıbaba Dağı eteğindeki Çoka mevkiinde, bir insanlık trajedisinin belki de sondan bir evvelki sahnesi oynanıyordu. Ülkemizin son göçerleri olan Sarıkeçililere yaşamı zindan ederek, göçmekten men edebilmek için, oynanan sinsi oyunlar ‘final’e doğru yaklaşıyor” görüşünü savunarak şunları söyledi:

‘SARIKEÇİLİLERLE NEDEN HAİNCE UĞRAŞIYORLAR?’

“İki gündür Odatv’de konu ile ilgili haberler olan biteni ayrıntılı olarak veriyor. Bu haince ve gelenek düşmanı baskıların arka planını irdeleyerek, gerçek amaçları aydınlığa çıkarmadıkça, haberi okuyan iyi niyetli ve vicdanlı insanlarımız olan bitene bir türlü anlam veremeyeceklerdir. Siyasi gündem zaten yeterince yüklü, ortalık toz duman. Sarıkeçililer’le kimler, neden bu derece haince ve ardı ardına olarak uğraşıyorlar diyene kadar, son perde de kapanacak ve oyun sona erecek.

‘MİLYONLARCA GÖÇMENE KUCAK AÇAN TÜRKİYE SARIKEÇİLİLERE YER BULAMIYOR’

Büyük Türkiye Devleti, Suriye’den gelen milyonlarca göçmene kucak açıyor. Onlara içlerinde, camisinden hastanesine, okulundan marketlerine kadar her ihtiyacı karşılayabilecek çadır kentler kuruyor, konteyner köyler kuruyor. Helal olsun! Büyük bir milletin güçlü devletine bu yakışır! Türkiye’nin Uluslararası Kalkınma Ajansı (TİKA), Afrika’dan Asya’ya koşturup birçok ülkenin milyonlarca insanına maddi ve manevi yardım ulaştırıyor… Ne diyelim sadece şapka çıkarılır, bravo! Lakin 2 bin cesur ve fedakâr insanımıza yazın kalacakları ve hayvanlarını otlatacakları bir alan bulunamıyor. İçecekleri ve onlar için daha da önemli olan hayvanlarını sulayacakları suyu veremiyorlar. Şakamı bu?

‘ATA YADİGÂRI YÖRÜĞE SU VE YER YOK, BUNU ANLAYABİLEN VAR MI?’

Sayın Cumhurbaşkanımız televizyonlarda açıkladı: ‘Türkiye yabancı ülkelere kalkınma yardımı yapan ülkeler sıralamasında 3. sırada. Kişi başına düşen milli gelire göreyse 1. Sırada’ diye. İnsan haklı olarak gururlanıyor ve gözleri yaşarıyor, ‘nerelerden nerelere geldik’ diye… Öte yandan bir ‘orman memuru’ geliyor ve bu ülkenin özbeöz yurttaşlarına buyuruyor: ‘Burada oturma müsaadeniz yok, sökün çadırları! Tüm dünyanın dört bir tarafına onlarca milyar dolar yardım yapan Türkiye’de, 2 bin ata yadigârı Yörüğe yer yok, su da yok! Bunu anlayabilen var mı?”

‘TÜRKİYE İŞGAL EDİLDİ DE BİZİM Mİ HABERİMİZ YOK?’

Değerlendirmesinde, “Türkiye yeniden işgal edildi de bizim mi haberimiz yok?” diye soran araştırmacı Erhan Ünal, şu görüşleri dile getirdi: “Türkler tarihi olarak 1071’den beri Anadolu topraklarını vatan tutmuşlar ve kimse söküp atamamış. Ne Moğollar, ne haçlılar, ne de I. Cihan savaşı ardından deneyen yedi düvel. Bedeli mi? Evet, elbette bedel de ödemişiz, ödüyoruz da. Karadeniz’den Akdeniz’e, Ege’den Erzurum’a bizler, Torosların mert Yörükleri, Sarıkeçilier ve diğerleri, hem de aralıksız…

‘SARIKEÇİLİLER ARADIĞIMIZ SON KÖK HÜCRE OLABİLİR’

Türkmenler, atalarımız ve onlardan yadigâr kalan son göçerlerimiz. Torosların heybetli dik yamaçları gibi, dik ve dirençli, fedakâr ve cefakâr insanlar. Gözü tok, yaşamın gerçek değerlerinin farkında, paraya pula kul olmamaya kararlı insanlar. Aslında süratle erozyona uğrayan insanlık ilişkileri, aile dayanışması, örf ve adetlerimiz ile çağımızın diğer sosyal sorunları karmakarışık ortada durup duruyor… Nasıl durduracağız bu gidişi? Aradığımız taze kanı nerede bulacağız? Tüm dünya, insanlığı yavaş yavaş kemirip yok olmaya sürükleyen bir sosyal kanserin sinsi sinsi yayılması karşısında çaresiz. Sarıkeçililer bizim için, hemen her sosyal alanda aradığımız son ‘kök hücre’ olabilirler. Farkında mısınız?

YÖRÜKLERE ‘SÖKÜN ÇADIRLARI’ DİYEN MEMURUN ARKASINDAKİ GÜÇ KİM?

Lakin o küçük memur… Evet, bu kişi gelip buyuruyor, ‘sökün çadırları!’ Tabii ki o kişi tek başına değil. Onun ardına saklanarak, bir takım karanlık güçlerin buyruklarını bu ‘küçük memurların’ dar omuzlarına yükleyenler var. Ortaya çıkmadan, sorumluluk almadan, korkak ve sinsi… Ortaya çıkamazlar, onlar hizmetinde oldukları karanlık ‘yüksek güçlerin’, son 75 yıldır bu ülke insanının başına ne çoraplar ördüklerini, ne çuvallar geçirdiklerini pek ala biliyorlar. Ama o küçük çaplarına kıyasla aldıkları para büyük. Vaz geçemezler, ‘hizmet’e devam edeceklerdir.

85 MİLYONLUK ÜLKEDE 2 BİN KİŞİLİK GÖÇERLE UĞRAŞIYORLAR

Neden bir takım ‘yüksek’ mevkilerdekiler işi gücü bırakıp, 85 milyonluk bu ülkede 2 bin kişilik bir göçer gurubu ile uğraşıyorlar? Sorun yeni değil. Yıllardır bu sinsi işkence sürüyor. Bir bakıyorsunuz, göçerlerin Aydıncık ile Karaman arasında geçtikleri güzergâh boyunca ‘orman geçiş müsaadeleri’ sorun oluyor. Bir bakıyorsunuz birileri göçerlerin develerini vurup öldürüyor ve bu sevimsiz liste uzayıp gidiyor.”

SU, TOPRAK VE HAYVANCILIK ÜZERİNDE OYNANAN KÜRESEL OYUN

Sarıkeçililerin yaşadığı sorunun dramatik olduğunu ancak münferit bir olay olarak görülmemesi gerektiğine vurgu yapan Ünal, “Konu aslında tüm Türkiye’nin geleceği üzerinde mayalanan bir dizi karanlık girişimin, Sarıkeçililer üzerinden uç yaptığı bir durum. En iyisi bu çok geniş ve meşum ve melun hazırlığın konu başlıklarını vererek Sarıkeçililerle bağlantısını açıklamaya çalışayım” ifadelerini kullandığı değerlendirmesinde, su, toprak ve hayvancılık gibi başlıklar altında özetlediği küresel oyunu şöyle anlattı:

‘YAKIN GELECEKTE KİMSE DOĞADA SAHİPSİZ SU BULAMAYACAK’

Su sorunu: Türkiye en geç, 2009 yılında İstanbul’da gerçekleştirilen ‘World Water Forum’da, bu forumu organize eden ‘World Water Council’in’ genel geçerli prensipleri yönünde hareket etme yükümlülüğü altına girmiştir. Buna göre, WWC’nin tüm dünyada gerçekleştirmek için mücadele verdiği en önemli hedefi olan ‘Tatlı su kaynaklarının’ bir araya getirilerek, işletmelerinin özel şirketlere (Suez, Thames Water, Viola, Bechtel gibi) verilmesi, Türkiye’de de ısrarla hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu yüzden sadece barajlarda toplanan nehir suları değil, HES adı altında toparlanan ve bir araya getirilen dereler de bu kapsamda su havzaları ile birlikte özelleştirme süreci içerisindedirler. Bu konudaki girişimler bir adım daha ileri taşınarak, ‘köylüye sulama suyu sağlama’ etiketi altında, en küçük derelerin suyu da göletler halinde biriktirilmekte. Sonuçta yakın bir gelecekte kimse doğada sahipsiz bir avuç su bulamayacaktır, hedef bu! Senaryo, korkutucu olmaktan çok ötedir. Bu ortamda Sarıkeçililer ya da başkalarının, hayvanları ile doğada 500 km den fazla yolu yürüyerek gitmeleri sistemin geleceği açısından olası değildir. Geniş topraklarda bu tür toplu insan hareketlerinin (göçerlerin) önlenmesi, WWC’nin planlamaları açısından uygunsuzdur.

GÖREVİMİZ ORMANI KORUMAK SÖYLEMİNİN ARKASINDAKİ GERÇEK

Türkiye’de su işleriyle uğraşan ve özelleştirilmemiş tüm su kaynaklarını işleten kurum olan DSİ (Devlet Su İşleri), Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlıdır. Dolayısı ile Sarıkeçililere müdahale ederken orman memurunun söylediği, ‘Bizim görevimiz ormanları korumak’ söyleminin arkasına saklanan diğer söylem ise: ‘Su kaynakları konusunu gündemden düşürmek için o kadar gayret ediyoruz, bu konudaki her türlü hareketlilik, bu çok hassas konuda bizi zora sokar’, olacaktır.

TATLISU KAYNAKLARI KAPALI KAPILAR ARDINDA ÖZELLEŞTİRİLİYOR

WWC’nin planları gereği, Türkiye Hükümeti’nce sahnelenen en son kategorik girişimi, ‘Kıbrıs’a Can Suyu’ projesinde yaşadık. Türkiye, tüm yapılanma ve baraj inşaatları bitip, denizin altından borular Kıbrıs’a bağlandıktan sonra, gerçek amacını ortaya koydu. Hükümet yetkilileri, Kıbrıs’ta suyu sadece ‘Yeni kurulacak özel bir şirkete verebileceklerini ve belediyelere dağıtımı da bu şirketin yapabileceğini’ ileri sürdüler. Bu talep, tamamen WWC’nin direktifleri yönündedir. Bize özel olan kısmı ise o, ‘özel şirket ya da şirketler grubunun paydaşlarının kimlerden oluşacağı’ kısmında tartışabilmektir. Bu çok büyük ve Türkiye’nin geleceği açısından son derece hayati olan ‘tatlı su kaynaklarının konfeksiyonlanması ve özelleştirilmesi’ sorunu kapalı kapılar ardında kimseye duyurulmadan yürütülmeye çalışılıyorsa da mızrak bazen çuvala sığmıyor.

MİLYONLARCA HEKTAR ARAZİ KÜRESEL ŞİRKETLEREDEVREDİLDİ

Toprak sorunu: Sorunun bu kısmı da Tarım Bakanlığı’nı ilgilendirmekte, hatta sıkıştırmakta. Tüm dünyada ekilebilir toprakların, su hakkıyla birlikte özel şirketlere (agro-konzernlere) devredilmesi gündemde olan bir diğer yakıcı konu. Bu konunun takipçileri, aynı zamanda küresel ekonomi politikalarının baş denetçileri de olan, Birleşmiş Milletler çatısı altındaki Dünya Bankası, İMF, WTO gibi, kuruluşlar. Halen Afrika’da, Asya’da ve Güney Amerika’da milyonlarca hektar ekilebilir arazi, su hakkıyla birlikte küresel Agro-Konzern’lere devredilmiş vaziyette.

MERALAR ÖZEL ŞİRKETLERE, SARIKEÇİLİLER YERLEŞİK DÜZENE

Türkiye de bu baskının altındadır. Lakin eski ve oturmuş bir toprak mülkiyeti hukukunun geçerli olduğu ülkemizde bu iş o kadar da kolay değildir. Bu amaçla Tarım Bakanlığı küçük adımlar halinde fakat ardıl bir alt yapı çalışması içerisindedir. Toprakların birleştirilmesi kanunu çerçevesinde yapılmakta olan çalışmalar, yukarda bahsettiğim amaç kapsamında da görülmelidir. Devlet çiftliklerinin özel şirketlere devredilme çalışmaları da bu alandaki bir diğer girişim. Şimdilik kavranması en yakın görülen yağlı lokma ise, ‘mera alanlarının’ özel şirketlere kiralanma yoluyla devredilmesi olarak gözüküyor. Çıkarılan yasa ile Türkiye’nin toplam 16 milyon hektar civarındaki mera alanlarının büyük bir bölümü ilk olarak özel şirketlere kiralanabilecek. Dolayısı ile gerçek anlamda sürü dolaştırarak hayvancılık yapan ve bu iş için meraları kullanmak zorunda olan grupların sessizce eritilmesi hedeflenmiştir. Hayvancılıkla geçinen kırsaldaki halkın büyük bir bölümü göçer olmamakla beraber mera alanlarına bağımlıdırlar. Bu gruplar çok sıkıştırılırlarsa, tarihsel bir hak olarak meralarını mahkemeler önünde de savunabileceklerdir. Bu çerçeveden olarak en başta Sarıkeçililer’in, haklarından bir şekilde ‘gönüllü’ olarak vazgeçirilerek (ya da bıktırılarak) ‘yerleşik’hale getirilmeleri gerekmektedir.

DAYATILAN SİSTEM SARIKEÇİLİLERİ YOK OLMAYA MAHKUM EDİYOR

Hayvancılığın geleceği sorunu: Türkiye’de Hayvancılık da küresel politikalar çerçevesinde dış merkezlerin planlaması altına alınmıştır. Bu merkezler, yukarıda sıralamış olduğum BM Çatısı altındaki kuruluşların yanı sıra, küresel olarak yem üretiminin ana maddeler olan mısır ve soya fasulyesinin dünya çapında üretim, depolama, dağıtım ve ticaretini ellerinde tutan Cargill, Bunge, ve ADM gibi şirketlerdir. ‘Modern hayvancılık’ olarak tanımlanan, sığırdan kanatlı hayvana kadar tüm canlıları kapalı veya dar alanlara tıkıştırıp, ‘fenni yem’ denilen malzeme ile en kısa zamanda şişirilmesi olan bu sistem, küresel ekonominin plancılarına büyük avantajlar sağlar. Ülkemizde de hayvancılık, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın ardı ardına yaptığı girişimlerle ‘kitlesel besi hayvancılığı’ programına göre yapılandırılan, ciddi boyutlardaki bir dönüştürülme süreci içerisindedir. Konuya yapıştırılan ‘sağlıklı, hijyenik, daha ucuz’ gibi propaganda etiketlerini kaldırdığımızda alttan çıkacak olan büyük kazık, bu kısaca tanıttığım küresel plandır. Buna göre, tüm bu hayvanlar serbest alanlardan (meralar) alınarak, kapalı alanlara tıkılacaklardır. Böylece yukarıda bahsettiğim gibi mera alanları başka amaçlarla kullanmak üzere serbest kalacaktır. Ayrıca kapalı alanlara tıkıştırılan bu hayvanlar ‘fenni yem’ denilen yapay yemle beslenmek zorunda kalacaktır. Bu yem için gerekli olan bitkisel malzemeyi (mısır, soya vs.) de küresel olarak kontrol eden agro-konzernler (Cargill, Bunge, ADM gibi) vereceklerdir. Böyle kurulmak istenen bu kapalı devrede, Sarıkeçililer’in sisteme uyarlı olamayacakları ortadadır. Sadece kendileri de değil, ta Altaylardan önlerine katıp getirdikleri kıl keçileri de sisteme uyarlı değillerdir. Bu hayvanları da bir yere kapatamazsınız ve yapay yemle besleyemezsiniz. Basında ara sıra çıkan, ithal keçilerin (Saanen keçisi gibi) daha çok süt verdiği ve daha çok doğurduğu haberlerinin ardına saklanan hakikat, aslında bu keçilerin kapalı alanda yaşamaya ve yapay yemle beslenmeye uyarlı olarak yetiştirilmiş olmalarıdır. Kısacası, Küresel Oligarşi’nin dayattığı sistem açısından bizim ata yadigârı Sarıkeçilileri’miz yok olmaya mahkûm edilmişlerdir. Şimdi anladık mı o küçük orman memurunun gelip de nasıl ve neden ‘burada oturma müsaadenizyok, sökün çadırları!’ diye buyurabildiğini?”

KAMUOYUNA ÖNEMLİ ÇAĞRI: ‘HERKES BİR ŞEYLER YAPABİLİR’

Sarıkeçililer’e yönelik saldırı baskıların ardından yaptığı değerlendirmesini bir çağrı ile sonlandıran araştırmacı Erhan Ünal, kamuoyuna seslenerek şunları dile getirdi:

“Ülkemizin duyarlı insanları, sosyal vicdanını yiyip bitirmemiş kardeşlerim, medyanın önümüze üfürdüğü siyasi toz bulutunun ardını da ‘ne oluyor orada’ diyerek görmeye çalışan hanımlar ve beyler, yavrularının yarınları için endişe duyan değerli analar, kendini de sorgulayabilme yetisini hala ayakta tutabilenler, kısacası farkındalığını arttırmaya önem verenler. Lütfen Sarıkeçililere yapılmak istenenlere dikkatlerinizi yoğunlaştırın. Neler yapabiliriz diye düşünelim. Her birey teker teker fikir oluşturabilir ve etrafıyla paylaşabilir. Herkes bir şeyler yapabilir. Sokağa fırlayıp bağırıp çağırmaktan çok daha etkili olan, bireyin tutarlı ve kalıcı tavrıdır.

‘SARIKEÇİLİLERDEN ÖĞRENECEĞİMİZ ÇOK ŞEY VAR’

Bizlere hazırlanan geleceği görürsek, daha uzun vadeli ve kapsamlı davranışlar üzerine oturmuş fikirler üretebiliriz. En önemli adım farkındalığın artırılmasıdır. Konu nostalji değil. Konu tarihsel olarak sonu gelmiş ve nesli tükenmekte olan küçük bir topluluğun yaşamını yapay olarak uzatma çabası değil. İnatçı bir insanın çırpınışları da değil. Sarıkeçililer sadece geçmişimiz değil, geleceğimizdir. Onlardan öğreneceğimiz çok şeyler var. Pervin Çoban Savran, günümüzün Gökçe Nine’sidir.*

‘PERVİN HANIM’IN ÇIĞLIĞI ASLINDA BİZİM İÇİNDİR DE’

Lütfen, Odatv haberindeki küçük video parçasını ve orada konuşmaya çalışan Pervin Hanım’ı izleyin. Söylediklerinin ardında kalan, sessiz çığlığını da duymaya çalışın. Bu çığlık aslında bizim içindir de.

GÖKÇE NİNE’NİN UZAKLARDAKİ KIZILDERİLİ KUZENİ

Son olarak, Kurtlarla Dans filminin son sahnesini hatırlamanızı öneriyorum: Kızılderili Sioux kabilesi, her şeyi yıkıp yutan ve yok eden bir tsunaminin kapkara suları gibi, kendilerini takip eden Amerikan ordusunun önünde, yolun sonuna gelmiştir. Amerikalı eski teğmen, kendisini karısı ile kabilesinden ayrılmak zorunda görür ve ayrılırlar. Dik bir yamacın altından geçerken kendisini kardeş edinmiş olan genç Kızılderili savaşçı, ona tepelerden çığlık çığlığa son kere, kardeşi olduğunu ve hep öyle kalacağını haykırır. O çığlık hem çaresizliğin hem de umudun çığlığıdır. Kim bilir, belki de o savaşçı, Gökçe Nine’nin çok uzaklardan kuzeniydi…”

SON GÖÇ’TEKİ GÖKÇE NİNE’NİN DUASI

*Gökçe Nine: Şair-Yazar Muhammet Güzel’in, Antalya yöresinde yaşayan konar-göçer Honamlı Yörükleri’nin geleneksel yaşamlarının yok edilerek yerleşik düzen geçmeye zorlanmalarını anlatan ‘Son Göç’ adlı romanının başkarakterlerinden biri. Romandaki Gökçe Nine, bir duasında bu köklü kültürün yok oluşunu şu sözlerle özetliyor:

“Ey yerin göğün sahibi, yoluna kurban olduğum ulu Tanrım!/ Ey göğdeki Tanrımın şefkatine sığınmış ana atalarım!/ Ey canımın harcı, canı uçmuş tenlerin yatağı can toprağım!/ Ey toprak anamızın üstünde canlar yeşerten berrak sularım!

Bir döngüye kapıldık, size sırtımızı döndük, uyduk devrana/ Sizler bizden yüz çevirmeyin. Şu doğan al güneşin hatırına/ Ebemden kalma kavım, çakmağımla uyardığım köz hatırına, Bizlerden önce konup göçenlerin yaktığı ocaklar hatırına!” (Son Göç- Muhammet Güzel, Tekin Yayınevi)