'Özgürlüğün kaderi, gericiliğin elinde oyuncak olamaz!'
Devrimci Cumhuriyet başörtüsü meselesini nasıl halletti
Ercan Dolapçı/ Aydınlık
Türban en sonunda TBMM'nin kapısından içeri girdi. Oysa bir zamanlar bütün toplumdan kovulmuş, çağdaşlığın önende engel olmaktan çıkmıştı. Aynı Meclis'te Kılık Kıyafet Kanunu sırasında hararetli tartışmalar olmuş ve türban ve sarığın, gericiliğin simgesi olarak görülerek, "Özgürlüğün kaderinin, gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olmadığı" savunulmuştu. Atatürk başörtüsünü, devrimin rüzgârıyla açtırırken, kimseye baskı yapmamış, "Güzel kadın başını açar" diyerek başları açmıştı.
Meclis'te kıyafet tartışması
1925 yılındaki Şapka ve Kılık Kıyafet Kanunu teklifinin Meclis'te görüşülmesi sırasında, Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, teklifin Anayasa'ya ve insan haklarına aykırı olduğunu savunur. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, karşı çıkar ve "Özgürlüğün kaderinin, gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek olmadığını" vurgulayarak yanıtlar. Muş Milletvekili İlyas Sami Bey ise "Devrim bir seldir, önüne geçenleri yıkar, devirir geçer, kimseyi bırakmaz" şeklinde tepki verir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ise bütün uygar ulusların aynı kıyafeti giydiğini belirtirken, Rize Milletvekili Ekrem Bey ise "Devrim Meclisi olsaydınız burada mali bir kanun taştırşır gibi onunla tartışmayacak, o adamı söyletmeyecek ve derhal kolundan tutarak içinizden atacaksınız ve sonra da milletvekilliğinden çıkaracaktınız" der.
'Bunun yeri zindandır'
Aynı sertliği Konya Milletvekili Refik Bey de gösterir ve Şapka Kanunu'na karşı Erzurum'da çıkarılan olayları hatırlatarak şunları söyler: "Onun sorumlusu, onun doğrudan doğruya ortağı Nurettin Paşa'dır. O cinayeti işleyen adam buradan aldığı esinle, Nurettin Paşa'nın önergesinden aldığı cesaretle o suçu işlemiştir. (...) TBMM'nin namuslu insanları arasında duramaz. Bunun yeri burası değildir. İstiklâl Mahkemesi'dir. Zindandır." (Ferit İlsever, Cumhuriyet Devkimi Kanunları, 4. Baskı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, s.81-88)
'Din vicdanlarda kaldıkça saygındır'
Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ise hazırlanan Medeni Kanun gerekçesinde şunları belirtir: "Çağdaş uygarlığa mensup devletlerin ilk farkı din ile dünyayı ayrı görmektir. Bunun tersi, devletin kabul ettiği din esaslarını kabul etmeyen kimselerin vicdanlarına baskı olur. Bunu çağdaş devlet anlayışı kabul edemez. Din, devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır ve masumdur... Dini dünyadan ayırmakla çağdaş devletler, insanlığı, tarihin bu kanlı zorundan kurtarmış ve dine gerçek ve sonsuz bir taht olan vicdanı sunmuştur." (age., s.80)
'Güzel kadın başını açar'
Atatürk'ün sağlığı sırasında, kadınların giysisi konusunda katı davranılmadığı, hele zorla kadının başının açılmasına gidilmez. 1925 yılındaki kılık kıyafet devriminin bile yaratılan yeni bir anlayış ve coşkuyla yerleştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Bunu doğrulayan bilgi ise Atatürk'ün ölümüne kadar Özel Kalem Müdürlüğü'nü yapan Hasan Rıza Soyak'ın 1973 yılında yayımlanan "Atatürk'ten Hatıralar" isimli anılarında yeralıyor:
Kadınların açılması kanunla olmaz
"Burada şunu belirtmek isterim ki, Atatürk kadınların açılıp medenî kıyafete girmeleri için kanunî bir mecburiyet konulmasına taraftar olmamıştır; filhakika çıkarılan kanunun umumî hükmüne göre memur olan hanımlara, dolayısıyla, böyle bir mecburiyet yüklenmekte ise de, istemeyenler için, istifa ederek bu yükten kurtulmak yolu da vardı ve açık bulunuyordu.
"Atatürk, "Erkeklerin, kadına karşı duydukları sıkı ve şiddetli alâka; tamamen muhakeme ve şuur dışı bir histen doğmaktadır. Kadın yüzünden en yakın arkadaşların, hatta kardeşlerin ve baba ile oğulların birbirine can hasmı oldukları, öteden beri ve her gün, ibretle görülen olaylardandır. Bu itibarla, kadın ve kadın kıyafeti konusunda -velev bir azınlığa karşı olsun- zor kullanmak doğru değildir; iyi netice veremez" diyordu. Ve umumi kültürü yükseltmek, her fırsatta ikna edici ve mantıkî telkinlerde bulunmak, açılanları korumak yoluyla ve bilhassa göreneğin kadınlar üzerindeki derin tesiriyle, az zamanda, bu konuda da hedefe erişmenin mümkün bulunduğuna inanıyordu.
İran ve Afgan Krallarını uyardı
"Hiç unutmam; eski Afgan Kralı Amanullah Han, memleketimize yaptığı bir ziyaretten dönüşünde, buradan aldığı ilhamla, yeniliklere doğru bazı teşebbüslere girişmiş, bu arada kadın kıyafeti hakkında da bir kanun çıkartmıştı; bu hadiseyi Atatürk'e arz ettiğim zaman çok müteesir olmuş, "Eyvah adam gitti demektir; ben kendisine ısrarla bu mevzua girmemesini tavsiye etmiştim, çok yazık oldu" demişti. ve biraz sonra kralın taç ve tahtını terk ederek memleketinden kaçmağa mecbur olduğu görülmüştü." (age. C.1, s.278)
Hasan Rıza Soyak konuyla ilgili olarak Fransız düşünür ve gazeteci Herriot'tan ise şu aktarmayı yapıyor: "Atatürk'e sordum, demiş... Kadınlara peçelerini nasıl attırdınız?.. Cevap verdi; biz bu işte hiçbir zorlama yapmadık. Sadece bir gün, güzel kadınlar yüzlerini açabilirler, dedik; ertesi gün bütün kadınlar peçelerini atmışlardı."(age. C.1, s.282)
1916 yılında tesettürün kaldırılmasını düşündü
Atatürk 1916 yılında not defterine şunları yazar:
"Saat 9 sonraya kadar Kurmay Başkanı’yla tesettür’ün kaldırılması ve sosyal hayatımızın iyileştirilmesi hakkında sohbet; 1- Muktedir ve hayata vâkıf anne yetiştirmek, 2- Kadınlara serbestisini vermek, 3- Kadınlarla bir arada bulunmak, erkeklerin ahlâkı, fikirleri, duyguları üzerinde etkilidir."(Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.2, Kaynak Yayınları, İstanbul, 1999, s.66)
'Sana kurban olurum'
Başörtüsü meselesine ilişkin güzel bir örnek de Kılıç Ali Bey’in anılarında yeralıyor:
gHalk Partisi Gülhane Parkı’nda açıkhava balosu düzenlemişti. Atatürk harf devrimini ilk kez o baloda ilan etti. Büyükada’daki Yat Kulübü’ne gitmek üzere gece yarısı Gülhane Parkı’ndan ayrılıyorduk. Kendisini uğurlayan halk arasında Atatürk’ün gözüne çarşaflı bir kadın ilişti. Kadın, sımsıkı bir çarşaf giymişti. Yalnız bir gözü açıktaydı. Atatürk, hemen o kadına doğru gitti ve ikisi konuşmaya başladı:
Hanımefendi, adınız nedir?
Hafız Hanım…
Nerelisiniz?
Eyüplüyüm.
Hafız Hanım, benim hatırım için başındaki şu siyah örtüyü atıp etrafı daha rahat görmek istemez misin?
Atatürk bu sözleri söyler söylemez, kadın hiç cevap vermeden iki eliyle sımsıkı sardığı çarşafını başından çıkarıp attı. ‘Sana kurban olurum” diyerek, Atatürk’ün ellerine sarılıp öptü. Bu olay halkı müthiş coşturdu. Atatürk birden bire kendisini kalabalığın ortasında buldu. Koruması için alınan önlemlerin hepsi boşa gitmiş, polis ve jandarma bile kalabalık içinde kaybolmuştu. Halk O’nu ‘Dağ başını duman almış’ marşı ile uğurluyor, Atatürk de halkla birlikte marşı söyleyerek yürüyordu.” (Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları, Derleyen: Hulûsi Turgut, 2. Baskı, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.279- 280)
Hani toplumda travma yaratmıştı?
Kastamonu halkı başı açık karşıladı
Mustafa Kemal Paşa, Şapka ve Kıyafet Devrimini 24 Ağustos 1925 günü Kastamonu gezisinde halka anlatır ve ilk defa burada şapka giyer. Geçtiği yerlerde halk, kadınlı erkekli sokaklara dökülür ve Gazi'yi yeryer ağlatan bir coşkuyla karşılar. Kastamonu halkı, Gazi Paşa'yı 'Kurtarıcımız' diyerek bağrına basar ve onu başı açık karşılar. Bunu, yazar Mustafa Selim İmece şu satırlarla anlatır:
"Kendilerinin başını açık gören halktan, fesli ve sarıklı olanlar da feslerini ve sarıklarını çıkarmışlar, başları açık olduğu halde Gazimizi alkışlamışlardır. Memurlar başı açık olarak Gazi'nin yanına girmiş; başında sarığı olan Müftü Efendi de sarığını çıkarmış, başını açmıştı."(Atatürk'ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Derleyen: Mustafa Selim İmece, T. İş Bankası Yayınları, Ankara, 1975, s.18, 26-27)
Aynı karşılama 29 Ağustos günü Kastamonu Taşköprü'ye girişte de yaşanır. Kadın erkek, herkes Gazi'yi başı açık bir şekilde karşılar. Kara çarşaflar sökülüp atılmıştır... Halk adına konuşanlar, devrimlere destek vereceklerini belirtirler. Aynı manzara Çankırı ve diğer illerde de gerçekleşir. (A. Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk, C.1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1991, s.214, 217)