Özer Sürmeli yazdı! Sansürde son nokta: Yayın Hakkını Engelleme

Özer Sürmeli yazdı! Sansürde son nokta: Yayın Hakkını Engelleme

Ülkemizde özel görevli mahkemeler kapatılana kadar “tutuklu gazeteciler” başlığıyla gündeme gelen basın özgürlüğü son dönemde yayın yasakları, gazetecilere açılan davalar ve akreditasyon tartışmaları ile gündemde. Akreditasyon uygulaması ve otosansür mekanizmalarını pekiştirme amaçlı davalar elbette kabul edilemez. Bu baskı araçları kabul edilemez olmakla birlikte ülkemizde basın özgürlüğünün sınırlanması, yayın imkanın ortadan tümden ortadan kaldırılmasına uzanmakta. Hükümeti zor duruma düşürebilecek haber konularında çıkarılan yayın yasağı uygulamaları bunun bir örneği. Ancak bugün basın özgürlüğü pek gündeme getirilmeyen ve sansürün boyutunu kat be kat artıran fakrlı bir uygulama alanı söz konusu. Bu da hükümet tarafından sakıncalı görülen kurumların yayın imkanıın top yekün ortadan kaldırılması. Başbakanlığa “kamu güvenliğini zarara uğratacak durumlarda televizyonların yayınlarını durdurma” yetkisi tanıyan düzenleme basının üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmakta.

YAYIN HAKKI GASP EDİLİYOR

Bu yetkinin henüz resmi olarak kullanıldığına tanık olmasak da gayri resmi olarak uygulanmasına Ulusal Kanal üzerinden başlandı. Yıllarca emredici kanun hükümleri ve onlarca mahkeme kararına karşın kablolu televizyon platformunda yapması engellenen Ulusal Kanal bu imkanını uzun bir mücadelenin sonunda kazanmayı başardı. Ancak şimdi de TMSF aracılığıyla hükümet tarafından yönetilen Digitürk platformu için benzer bir durum söz konusu. Mahkeme kararları, anayasal güvence, emredici kanun hükümleri ve uygulanması zorunlu RTÜK talimatlarına karşın TMSF tarafındnan belirlenen DİGİTÜRK yönetimi, Ulusal Kanal’ın bu patformda yayın yapma hakkını gasp etmekte. Ulusal Kanal, güncel rakamlara göre Türkiye’de televizyon izleyicilerinin yüzde 20’sini kapsayan bir alanda, savunduğu düşüncelerin hükümeti rahatsız etmesi nedeniyle yayın yapamamakta.

Ticari bir kurum olan ve şu anda hükümet eliyle yönetilen Digitürk’ün 600 bin dolarlık yayın gelirine sırtını dönmesi konunun ciddiyetini net olarak ortaya koymakta. Sadece Ulusal Kanal’ın Digitürk platformonuda yayın yapması engellenerek, devlet yıllık 1 trilyon 460 milyon lira zarara uğratılmakta. Ticari bir kurumun olağanüstü şartlar dışında böylesi bir geliri reddetmesi pek de mümkün değil. Ancak hükümet sopası kanunların ve mahkeme kararlarının üzerine çıkınca ne devletin zararı ne de kurumun karı göz önüne alınmakta.

Meblağın yüksekliğine karşın konunun ticari boyutu ve devletin zararı, basın özgürlüğü kısıtlamasının yanında çok daha önemsiz kalmakta. Anayasal güvence altına alınan halkın haber almak hak ve özgürlüğü aleni olarak engellenmekte, bir televizyon kanalının ülkedeki 5 televizyondan birinde yayın yapma imkanı filli olarak ortadan kaldırılmakta. Mukayese kabul etmese de durumun ciddiyetini anlatabilmek için somut bir kıyas yerinde olacak: “Akredite olunamayan organizasyonlar ajanslar aracılığıyla haberleştirilebilir, her türlü ceza göze alınarak/göğüslenerek yayın yasağı getirilen konular haberleştirilebilir. İki durumda da yapılacak yayınlar okuyucu/izleyici kitlesine ulaştırılabilmekte. Bahsettiğimiz durumda ise yapılan/yapılacak yayının kitleye ulaştırılması tamamen engellenmekte, imkansız kılınmakta.”

ORTAK MÜCADELE GEREKİYOR

Tablo bu kadar vahim olmasına karşın konunun basında yer bulmayışı da medya kurumlarımızın basın özgürlüğü, gazetecilik ahlakı ve meslek dayanışması açısından nasıl da sınıfta kaldığının önemli bir göstergesi.

Doğrudan hükümete bağımlı sermaye çevrelerinden havuzlanan maddi imkanlar ile yaratılan; yıllarca hükümetlerle paralel yayın çizgileri izlerken çıkar çatışmaları üzerine yollarını ayıran ve en ince maliyet hesapları ile yönetilirken zararına gazete çıkarıp basının etki gücü ile elde ettikleri imkanı ihale/iş takipçiliğinde kullanan medya grupları için basın özgürlüğünden bahsetmek elbette mümkün değil. Bu kurumlar açısında basın özgürlüğü algı yönetimlerinde kullanacakları propaganda serbestisinden ibaret. Bir süredir akreditasyon sorunu yaşayan çeşitli basın kuruluşlarının yıllarca, bir çok kuruma uygulanan akreditasyon ve sansürlere sessiz kalmış hatta hedef gösteren yayın çizgisi ve nefret diliyle sahip çıkmış olması bu durumun somut örneklerinden sadece biri.

Ülkemizdeki medya yapılanması ve sonuçları üzerine yazılanlarla (elinizdeki sayıda bu konunun çokça işleneceğini tahmin etmek zor değil) tekrara düşmemek adına bu yazıda sorunun farklı bir boyutuna dikkat çekmekte fayda var.

Kendini muhalif ve ilerici olarak tanımlayan bir çok basın kuruluşu bile konunun üzerine eğilmemekte, şu an için kendisine uzanmayan hukuksuzlukları görmezden gelebilmekte. Yukarıda anlatılan düzeydeki bir sansürün/hukuksuzluğun, okuduğunuz sayfalarda yan yana yazılar kaleme alıp basın özgürlüğünü savunduğumuz meslektaşlarımızın kurumlarında bile ne kadar yer bulup bulamadığı sorusu; gazeteciler özellikle de muhalif/ilerici basın mensupları/kuruluşları açısından tartışılması gereken önemli bir soruna işaret etmekte.

Bir çok alanda olduğu basın özgürlüğü konusunda da ortak bir tavır sergilenmemesi, karar vericilerin istedikleri gibi cirit attıkları bir alan yaratmakta. Hemen tüm kurumların kendisi dışındaki kurumlara uygulanan hukuksuzlukları görmezden gelmesi, ortak bir direniş mecrasının yaratılmasını engellemekte. Ortak bir tepki yaratılmasının önüne geçen bu durum, yürütme ve etkisi altındaki kurumlara hukuksuzluk uygulamalar için geniş bir hareket alanı sağlamakta. Düşünün ki gazetecilere açılan davalar ve verilen hapis cezaları bile kişi/kurumların siyasi görüşlerine haber değeri kazanmakta.

SON SÖZ

Hükümet ve/veya yargı üzerinde etkin olan güçlerin, çarklarına çomak sokabilecek yayınların önünü kesmek için çıkarılan hiç bir engel asla kabul edilemez. Davalar, tutuklamalar, işten çıkarmalar, holding kurumları için vergi cezaları/ihale tehditleri vb. yöntemlerle dayatılan oto sansür mekanizmasının yetersiz kaldığı alanlarda yayın yasakları/engellemeleri ek tedbirler olarak karşımıza çıkmakta. Yayın yasaklarına/engellerine bu kadar yoğun ihtiyaç duyulması, hükümetin ne kadar zor durumda olduğunun da bir göstergesi olarak okunmalı. Tarih, yasakları/engellemekeri de bu yasaklara kimlerin neden ihtiyaç duyduğunu da yazacak. Çünkü tarihi bu yasaklara/engellemelere direnenler yazacak.

Özer SürmeliUlusal Kanal Muhabiri

ulusalkanal.com.tr