İşte Soma'da bile yüzleşemediğimiz o hastalık!
Takdiri İlahi diyerek ölenlere 'şehit' unvanı vermek yeni felaketlerin yolunu açacak...
Yusuf Yavuz
Türkiye Soma faciasının ardından yaralarını sarmaya çalışıyor. Ancak resmi rakamlara göre, yaş ortalaması 10 olan 432 çocuğu yetim bırakan Soma faciasının nedenleri ve sorumlularına ilişkin yaşananlar insanı düşündürüyor...
Başta Başbakan Erdoğan'ın tavrı olmak üzere yetkililerin Soma'ya bakışı hiç de şaşırtıcı değil. Önceki gün iki bakan hakkında hazırlanan ve meclise sunulan gensoru önergesinin reddedilmesi, bundan sonra yaşanacakların da habercisi...
Ancak Soma'da yaşanan acının tartışmaları sürerken, Türkiye'yi yasa boğan olayla ilgili pek de gündeme getirilmeyen toplumsal açmazları ele alan bir makale yayınlayan Hacettepe Ün. Fen Fak. Biyoloji Bl. Emekli Öğr. Üy. Prof. Dr. Ali Demirsoy, çarpıcı değerlendirmelere yer verdiği makalesinde, Türkiye'nin yüzleşmesi gereken toplumsal hastalıklarına ayna tutuyor.
Makalesinde, "en çok ibadet eden ülkelerin neden çok felaket yaşadığı"sorusuna yanıt arayan Demirsoy, "İnsanları duyarsızlaştırmak için Takdiri İlahi denen kutsal sözcüğü kullanmanız; akabinde şaşalı mevlit ve dua törenleri düzenlemeniz; ölenlere şehit unvanı vermeniz; onların mekânının cennet olduğuna ilişkin yorumlarda bulunmanız; topluluklara onlara rahmet okumak için el açtırmanız hiçbir şeyi geri getiremeyeceği gibi, bundan sonra olabilecek benzer felaketlerin de önlenmesini sağlayacak girişimleri de ortadan kaldıracak; tam tersi yenilerinin yolunu açacaktır" tespitinde bulunarak, Soma faciasının bu yönüyle de değerlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
İşte, "Kazaya inananlar dogmanın batağına gömülmüş demektir" diyen Prof. Dr. Ali Demirsoy'un Türkiye'nin toplumsal hastalıklarına ayna tuttuğu o makalesi...
Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin/ Tekkede, manastırda eremezsin/ Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada/ İşte o zaman/ Cennetin, cehennemin üstündesin. (Ömer Hayyam)
SORMAK, ÖĞRENMENİN İLK AŞAMASIDIR
Bir bebek gelişmeye başlarken ilk kullandığı kelimeler ya anne ya da babanın çeşitli söyleniş kelimeleridir. Çünkü en önemli gereksinmesi beslenmedir. Onu da ana ya da baba karşılar. Daha sonra iletişimi parmağını uzatarak “ne” ya da “bu” kelimelerinin kullanımı izler. Çünkü merak ve öğrenme duygusu onun ikinci en büyük gereksinmesidir. Bilinçli aileler bıkmadan usanmadan çocuğa elini uzatarak ne ve bu kelimeleri ile işaret ettiği şeyi öğretmeye başlarlar. Sormak öğrenmenin ve bilinçlenmenin ilk aşamasıdır.
'SUS, KARIŞMA. ÇOCUKLAR ÇOK KONUŞMAZ!'
Sonunda çocuk her şeyin bir nedeni olduğunu öğrenmek ister. Sorar. Bilinmeyeni de bilineni de sorar. Çok şeyin neden öyle olduğunu anlayamadığı için sorar. Eğer aile malum dogma eğitiminden geçmiş ise ve özellikle de dünyayı fiziksel olarak tanımıyorsa irkilmeye başlar. Sus; karışma; konuşma; sesini kes; çocuklar çok konuşmaz; Tanrının işine burnunu sokma, günahtır; boyunu aşan işlere karışma, gâvur icadı, gâvurlar bilir; Allah bilir, nereden bileyim, kimse bilmez; sonunda büyürsen öğrenirsin diyerek merakını söndürür.
PETROL ZENGİNİ ARAP ÜLKELERİ NEDEN BİR ŞEYİ İNCELEMİYOR?
Merakı giderme çok defa maddi olanak meselesi olarak tarif edilse de, milyarlarca hatta trilyonlarca dolarla oynayan Arap ülkeleri, petrol zenginleri, merak edip bir yöreyi, dünyanın bir yerini ya da şeyi inceledikleri görülmemiştir. Hâlbuki semavi dinler egemen olmadan bu coğrafyada birçok buluş gerçekleşmiş ve ilkler yaşanmıştı. Yani bu bilim kısırlığını bu bölge insanın doğasına ve bu bölge coğrafyasının koşullarına bağlamamız söz konusu olamaz. Daha sonra, gökyüzü ile ilgili gözlemlerin olması, öncelikle sahip oldukları iklim koşullarının kolaylaştırıcı etkisi; ancak en önemlisi tarıma dayalı ekonomilerinin düşecek yağmur ile ilişkisini öğrenmeleri araştırma ve merak duygularının bir sonucuydu. Belirli bir dönemden sonra yaygın olarak bunun dışında merak ettikleri çok fazla bir şey bilinmiyor. Çünkü öğretileri gereği merak duyguları köreltilmişti. Bu nedenle gelirleri oranında temel bilimci yetiştiremediler; yetiştiremezler. Onların ölçü birimleri sevap, günah, mucize, takdiri ilahi olmuştur. Bir şeyin nedenini araştırmaktan kaçınır; onları Tanrının defterine yazmayı iman olarak bilirler.
YAĞMUR DUASINA ÇIKIP, OVAYI MAYIN TARLASINA DÖNÜŞTÜRENLER
Epeyi bir yıl önce Konya Cumra’dan geçerken bir grup insanın yağmur duasına çıktığını gördüm. Duayla yağmur olmaz dedimse, kimse dinlemedi. Akşam radyolarda Cumra’da yağmur duasından sonra oluşan selde 3 kişi boğuldu deyince, demek ki oluyormuş; bu sefer duayı fazla etmişler diye düşündüm!!! Ancak Konyalı yağmur duasına çıkar, bu yolla yağmur yağdıracağını düşünür; ancak aşırı su çekmeyle taban suyunu tüketeceğini ve her gün bir yerlerde 50-100 metre derinliğinde obruklar açılarak ovanın bir mayın tarlasına dönüşeceğini bir türlü merak edip öğrenmez.
'EVRENDE KAZA DİYE BİR ŞEY YOKTUR'
Dünyanın birçok yerinde maden felaketleri yaşanır. Herkesin dediği gibi maden kazaları demiyorum; çünkü evrende kaza diye bir şey yoktur. Kaza, araştırılmayan nedenlerin, zamanında alınmayan önemlerin, bir türlü neden sonuç ilişkisinin araştırılmadığı; oluştuğu zaman da üstü kapalı suçun doğaüstü güçlere atıldığı olaylara verilen addır. Sürekli trafik kazası deriz. Niye kaza olsun ki? Gidişli gelişli yol yaparsanız, arabanıza gerekli bakımı yaptırırsanız; servisler bakım için gerekli özeni gösterirse; lastiğinizi zamanında değiştirirseniz; uykusuz ve sarhoş yol çıkmazsanız; kurallara tam uyarsanız kaza olmaz. Gökyüzünden taş yağsa bile, zamanında bunun farkına varıp yer değiştirebilirsiniz. Bunun için tapınaklara para yatıracağınıza uzay istasyonuna kuracağınız aygıtlar ile bunu gerçekleştirebilirsiniz. Ancak, bardağı yanlış yere koyar, kırılmasına neden olursanız; sobayı yanlış yakar dumandan boğulursanız; çocuğunuza dikkat etmez sağının solunun yaralanmasına neden olursanız; maden ocaklarında olması gereken önlemeleri zamanında almaz iseniz, ortaya çıkacak felaketler kaza değildir.
BİR İŞÇİYİ DUVARA ÇİVİ ÇAKMAYA ZORLAYAMAZSINIZ
Dogmatikten kurtulan toplumlar kazaları önleyebilmek için sürekli kurallar ve yasalar koyar; onların da dikkatli izleyicileri olurlar. Almanya’da şasisi çok hafif eğilmiş bir aracı trafiğe sokabilir misiniz? Başbakanları bile gelse bunu yaptıramaz; başbakanlarının arabası olsa bile TÜV’den geçemez. İki metre yükseklikteki bir duvara çivi çakması için bir işçiyi buna zorlayamazsınız; illa ki ayağının altına üçayaklı bir merdiven vermeniz gerekir. Türk işçisi ise bir pencereden öbür pencereye bir kalas uzatıp, önlem almadan duvar boyarsa; patron meslektaşlarına göre daha iyi kazanır; ancak mezarlıklardan da geri gelmezler; en iyi de bunlar, buna göz yumanları önlerine alarak rahmet duası okurlar.
'BUNU KAZA OLARAK TANRI HANESİNE YAZAMAZSINIZ'
Dogmatiklikten kurtulamayan toplumlar kendileri ile ilgili kusurları örtmek için bu tip olayların başına kaza sıfatını ekler; onu doğaüstü gücün takdiri olarak göstermeye kalkarak kendilerine ait olan kusurun ve suçun ortaya dökülmesini önlerler. Zamanında gerekli önlemleri alınmayan, gerekli şekilde önlemi alınmayan, gerekli şekilde denetlenmeyen, denetlenip de gereği yapılmayan; benzer olaylarda suçluları bulunup adalete teslim edilmeyen, cezalandırılmayan her olay kaza değil bilinçsizliğe-vurdumduymazlığa-kaderciliğe dayalı bir felakettir. Soma katliamı da buna tipik örnektir.İLO kıstaslarını benimsememişseniz, denetleyicilerin raporlarını zamanında dikkate almamışsanız, bunun tehlike olabileceği uyarılarını gündeme getiren önerileri bir-kalemde ret etmişseniz bunu kaza olarak Tanrı hanesine yazma hakkınız olamaz.
'ÖLENLERE ŞEHİT ÜNVANI VERMEK YENİ FELAKETLERİN YOLUNU AÇACAK'
İnsanları duyarsızlaştırmak için Takdiri İlahi denen kutsal sözcüğü kullanmanız; akabinde şaşalı mevlit ve dua törenleri düzenlemeniz; ölenlere şehit unvanı vermeniz; onların mekânının cennet olduğuna ilişkin yorumlarda bulunmanız; topluluklara onlara rahmet okumak için el açtırmanız hiçbir şeyi geri getiremeyeceği gibi, bundan sonra olabilecek benzer felaketlerin de önlenmesini sağlayacak girişimleri de ortadan kaldıracak; tam tersi yenilerinin yolunu açacaktır.
'EN ÇOK İBADET EDEN ÜLKELERDE NEDEN ÇOK KAZA YAŞANIYOR?'
Yeni Anayasa hazırlanırken, bu felaketleri önleyebilmek için belki yasaya şu maddenin konması da gündeme alınmalıdır. Seçilmişler, politikacılar, siyasetçiler, üst düzey yöneticiler ve yetkililer görevleri sırasında “Takdiri İlahidir, kader, rahmet çıkaralım, dua edelim, Cenabı Hakkın takdiri, kaza, şehit olmuştur; hakkın rahmetine ulaşmıştır” gibi insanları gerçeği araştırma dürtüsünden uzaklaştıran, kendi kusurlarını ilahi bir örtü ile gizlemeye çalışan kelimeleri kullanmaları yasaklanmalıdır. İşte o zaman kaza diye nitelendirilen aptalca kusurlarımızın nedeni araştırılarak gerekli önlemlerin alınması sağlanabilir. En azından en çok ibadet edilen ülkelerde neden en çok kazanın yaşandığı da böylece anlaşılabilir.
'KULLANDIĞINIZ ARAÇLAR NİTELİKLERİNİZİ BELİRLER'
Bir insan kullandığı araçlarla hedefine ulaşır. Yumruk kullanıyorsanız rakibinize temas etmeniz gerekir; sopa kullanıyorsanız yakınına gelmeniz gerekir; taş atacaksanız biraz daha ötede durabilirsiniz; ok atacaksanız birkaç on metre yeterlidir; silah kullanıyorsanız niteliğine göre çok uzaklardan hedefinize ulaşabilirsiniz.
Bilim adamları araç olarak sayılabilen, ölçülebilen, tartılabilen, herkesin istediği zaman ulaşabileceği araç ve gereçleri kullanır; elde ettikleri de aynı koşullara sahip kişiler tarafından tekrarlanabilir. En çarpıcı tarafları ise, doğruyu ve daha iyiyi bulduklarında eski düşüncelerinden feragat ederek yeni bilgi ve davranışları paylaşabilmeleridir. Her an değişime açıktırlar. Buna bilimsel yöntem denir. Çok zorlu bir süreç olduğundan, zaman ve para ve en önemlisi alın terine gerek gösterdiğinden çok kişi tarafından sevilmez, tercih edilmez. Bu yöntemin önemli bir getirisi vardır. Dünyanın neresine giderseniz gidin, nerede çalışırsanız çalışın; hatta evrenin neresine giderseniz gidin; hatta dünya dışı varlıklarla karşılaşın, kullanacağınız araçlar, yöntemler ve dil bu dil olacaktır. Her yerde ve her zaman diliminde geçerli olan bir yol… Hatta bu eğitimi almışların, birçoğunun inandığı doğaüstü güçlerin bile şu anda bizim bildiğimiz fizik ve kimya yasalarının haricinde herhangi bir şeyi yapamayacaklarını bilmeleridir. İster doğaüstü güçler olsun, ister bu dünyada bilinen çok nitelikli varlıklar olsun, herkes fizik ve kimya yasalarına bağlıdır; onların haricinde hiçbir şeyi yapamazlar.
Doğal olarak bir ülkenin gücü bu dili öğrenmişlerin sayısıyla orantılıdır. Demokrasisi de ekonomisi de yaratıcılığı da saygınlığı da bu dilden beslenir. Bir ülkenin gücünü nüfus kâğıtlarının sayısı değil, sahip olduğu bu tip insanların sayısı belirler. Demokrasisinin niteliğini de… Bu toplumlarda nitelikli insanların yönetime getirilmesi amaçlanır.
58 İSLAM ÜLKESİ DOĞAYA KARŞI İNATLAŞMAYI SÜRDÜRÜYOR
Bir kesimin kullandığı araçlar farklıdır. Bunlar başta Tanrı, Peygamber, Halife, aziz, azize, imam, papaz, veli, şeyh, keşiş, dede, din, mezhep, şeytan, melek, huri, cin, peri, Hızır, mucize, zebani, cennet, cehennem, şans, sevap, günah gibi araçlara ve aracılara gerek duyarlar ve işleriniinandıkları değişmezilkelerle ve bu varlıklarla (!) ya da güçlerle yürütmeye çalışırlar. Eğer tersliklerle karşılaşırlarsa, onu kendilerinde ve geçtikleri yolda aramaz; başka suçluları aramayakalkışırlar. Kendi muhasebelerini yapmanın zor olduğunu görünce hep hayali bir suçlu yaratırlar. Çünkü en zor iş bir insanın kendi ve bağlı olduğu toplumun, bel bağladığı inancının muhasebesini tarafsız bir gözle yapabilmesidir. Bütün bunların yapılabilmesi çok daha zahmetli olan bilimsel düşünmeye dayalı olduğu için, daha kolay bir yol olan dogmatik düşünme (daha doğrusu düşünmeme) çok sayıda insan tarafından benimsenir. Bu yolla sorunlar çözülür mü? Doğrusu biraz tarih ve biraz coğrafya bilgisi olanlar bunun yanıtını hemen verir. Aynı düşünce tarzını paylaşan birçok Güney Amerika Ülkesi, bazı Uzakdoğu ülkeleri ve özellikle de 58 İslam ülkesi benzer çıkmazın içindedir. Bunların kullandıkları araçlar hiçbir zaman sorunlarını çözmemiştir, önümüzdeki yıllarda da çözmeyecektir. Buna karşın doğanın işletim sisteminde olmayan araçları kullanmayı inatla sürdürmektedirler.
'EŞEK ROLÜNÜ BENİMSEYENLERİN SIRTINA BİNEN ÇOK OLUR'
Aslında kullandığımız araçların nitelikleri ya da etkinlikleri konusunda çok belirgin gözlemlerimiz var. Çocuklarımızı şeytanla, cinlerle, günahla, zebanilerle, cehennemle korkuttuk; cennet, melekler, huriler vaat ettik; onları doğruluğa yönlendirebildik mi? Yöneticisinden en çaresizine kadar bu ülkelerde herkes çalma çırpma, yalan ve talan içinde. Aslında doğruyu bulma ve ona yaslanmak için kullanılması düşünülen bütün bu araçlar, bu ülkelerin yöneticileri ve din simsarları başta olmak üzere her kapıyı –hissettirmeden- açan maymuncuklar gibi kullanıldı, kullanılıyor… Bana da “eşek rolünü benimseyenlerin sırtına binen çok olur” demek düşüyor…
İNSANIN KULLANDIĞI ARAÇLAR DÜNYA GÖRÜŞÜNÜ BELİRLER
Aslında bir insanın kullandığı araçlar, onun dünya görüşü ile de ilintilidir. Evrensel bir yapıda olmak istiyorsanız evrensel araçları kullanırsınız. İçe kapanık, kendi dünyasını kurmuş bir toplum olarak yaşamak isterseniz kendi özel araçlarınızı kullanırsınız. Osmanlı da öyle yaptı. Hiçbir ölçü birimi kendi içinde anlaşılabilir katlara sahip olmadığı gibi dünyanın bir taraflarında kullanılan ölçü birimlerine de kolayca çevrilemiyordu. Bugün aynı mantıkla kurulmuş olan İngiliz ölçü birimlerini kullanmanın büyük sıkıntısını çekiyor. Ancak kurulmuş tesislerin, alet edevatların çoğu bu köhne ölçü birimlerine göre yapılandırıldığı için değiştirilemiyor.
'CUMHURİYETİ KURANLAR NEDEN EVRENSEL ÖLÇÜLERİ ESAS ALDI?'
Eğer ölçü birimleriniz ve kullandığınız yöntemler evrensel değilse, bu sonuncu durumda kullandığınız araçların doğruluğu ve yararları konusunda gerçek bilgiyi elde edemezsiniz. Çünkü kıyaslama olanağınız yoktur. Daha iyi anlaşılsın diye, sosyal ya da düşünce sistemimiz ile ilgisi olmayan; sadece fiziki ölçümler için yapılan bir değişikliğin mantığını vermek isterim: Belli ki Cumhuriyeti kuranlar, yeni cumhuriyetin en azından ölçü birimlerini evrensel bir yapıya kavuşturabilmek için, çoğunluğu ondalık sayılara göre kurulmuş, kullanılması kolay ve çok yaygın olan evrensel ölçü birimlerini esas aldılar.
Keza, sesli harfler bakımından yetersiz olan Arap alfabesi, Türk dilinin gereksinmesini hiçbir zaman karşılayamadı. Bu dili en basitinden öğrenmek için bile yıllarını harcamak durumunda kalınıyordu. Dünyanın herhangi bir yerinde sadece bir sözlükle sorunsuz dolaşabilmeyi olanaklı kılabilmek için Latince alfabe kabul edildi. Çocuklarımız 3 ay içinde yazmayı ve okumayı bu alfabe ile öğrenebildiler.
YASALARIN DEĞİŞTİREMEDİĞİ ALIŞKANLIKLAR
Dogmadan arınmış kafaları yetiştirebilmek için ne yazık ki, diğerleri gibi hemen alınıp uygulanabilecek bir sistem ya da ölçü skalası mevcut değildi. Bunu ancak laiklikle yerleştirebileceklerini düşündüler. Ancak eski ölçü birimlerine ve araçlarına hala sıkı sıkıya sarılmış bir kitleyi ne yazık ki değiştiremediler. Çünkü bir yasayla değiştirilebilecek bir durum değildi. Yıllar ve kuşaklar alacaktı. Son derece karmaşık ilişkileri içinde barındıran demokrasi diye tanımlanmış yönetimin belirlenmesini bilimsel yöntemi içselleştirememiş, mantığını çıkar ilişkileri ile yoğurmuş; uzun vadede neden sonuç ilişkisini düşünemeyen, dogmasına göre karar veren insanların kararına bırakırsanız, “Dini istismar eden partilerin yeniden yönetimlere geçmesini ve devam etmesini önleyemezsiniz...”
ulusalkanal.com.tr