Erkan yücel ve Yılmaz Güney'i saygıyla anıyoruz!

Erkan yücel ve Yılmaz Güney'i saygıyla anıyoruz!

Halk sanatçısı devrimci Erkan Yücel'i ölümünün 29.yılında saygıyla anıyoruz Bir sinema ustası olan Yılmaz Güney, romanları, öyküleri, mektuplarıyla bir edebiyat ustasıdır. Ona sanatçı kimliğini veren bu özelliklerinin yanında bir de politik kişiliği vardır. Tüm bu kimlikleriyle Yılmaz Güney ülkemizin adını uluslararası alanda duyuran bir aydınlık ustasıdır. Nâzım Hikmet gibi o da gurbette yaşamak zorunda bırakılmış, o da yurttaşlıktan çıkarılmıştır. Onun yapıtları da kendi insanına yasaklanmış, o da kendi ülkesinde yasaklı bir sanatçı olarak tanınmıştır.

Sinemacı, edebiyatçı, politika adamı olarak siyasal, kültürel, sanatsal yaşamımızın çok yönlü kişiliklerinden biri olan Yılmaz Güney, 27 Mayıs Anayasasıyla birlikte gelen özgürlük ortamında doğdu. Hem yazdıklarıyla hem de sinema alanındaki çalışmalarıyla bu ortamı değerlendirmeyi başaran bir yetenek olarak ülkemiz sanatına adını yazdırmasını bildi. O sinemamızda bir dönemeç, bir doruktur. Sinemamız "Yılmaz Güney öncesi" ve "Yılmaz Güney sonrası" diye değerlendirilir.

Yılmaz Güney, çığırtkanlık, makinist yardımcılığı, bobin taşıyıcılığı yaparak sinemacılığa ilk adımlarını atar ve "Bu Vatanın Çocukları" filmindeki oyunculuğuyla sürdürür. "Alageyik, Karacaoğlan'ın Kara Sevdası" filmlerini çevirir, 1963'te "İkisi de Cesurdu" ile sinemaya yeniden dönüş yapar. "Çirkin Kral" olma yolundadır artık. 1965'ten sonra aralarında "Hudutların Kanunu, İnce Cumali, Kızılırmak-Karakoyun, Seyyit Han, Kozanoğlu"nun da olduğu birçok film çevirir. Asker kaçağı olarak yakalanıp er olarak askerlik yaparken izin ve rapor günlerinde filmler çevirir. "Umut, Zavallılar, Ağıt, Acı, Baba, Umutsuzlar" ardı ardına gelir. 1972'de yine içerdedir, siyasal nedenlerle. 1974'te "Arkadaş" ve "Endişe"yi çeker; yine içerdedir bu kez cinayetten. "Bir Gün Mutlaka, İzin, Sürü, Düşman" filmlerini çeker ve "Güney" dergisini çıkarır; 1980'den sonra "Yol" ve "Duvar" filmlerine imza atar. Kısacası yüzden fazla filme oyuncu, senaryo yazarı, yapımcı, yönetmen olarak atılan imza ile ulusal ve uluslararası onlarca ödülle bir "Yılmaz Güney Sineması"nın yaratıcısı olur. Sinemacılığını öldüğü güne, (9 Eylül 1984) kadar sürdürür.

GÜNEY'İN EDEBİYATÇILIĞI

Yılmaz Güney'in edebiyatçılığı sinemacılığıyla aynı dönemde başlayıp süren, şiirler, öyküler, romanlar, mektuplar, çocuk öyküleri, film öyküleri, senaryolar içeren bir serüvendir. 1955-57 yıllarında şiirler yazar. "On Üç "dergisinde yayımlanan Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri adlı öyküsü nedeniyle TCK 142. maddeden önce 7,5 yıl hapse mahkûm edilir. Yargıtay'dan sonra cezası 1,5 yıl hapse düşer (1961). Bu dönem öyküleri ölümünden sonra kitaplaştırılır: "Ölüm Beni Çağırıyor".

1971'de yayımlanan Boynu Bükük Öldüler romanı 1972 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı alır. Daha sonra "Selimiye Üçlüsü" adıyla yayımlanacak olan "Hücrem, Salpa, Sanık" politik bildiri yoğunluklu anlatılardır. "Selimiye Mektupları", onun cezaevinden eşi Fatoş'a yazdığı mektup edebiyatının en başarılı örneklerinden olan mektuplardır. "Soba Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz" romanı örnek bir cezaevi edebiyatı klasiğidir. "Oğluma Hikâyeler" çocuk öyküleridir. "Yunan Bıçağı", yapmayı tasarladığı, ama olanağını bulamadığı bir filmin öyküsüdür. Ve senaryoları: "Umut, Arkadaş, Umutsuzlar, Seyyit Han, Endişe, Ağıt, Zavallılar, Acı, Baba, Kızılırmak Karakoyun, Hudutların Kanunu, Bir Gün Mutlaka, Aç Kurtlar, Sürü, Yol"...

Yılmaz Güney, aydınlığıyla var.

Öner Yağcı

*****

Bir halk sanatçısı Erkan Yücel

Erkan Yücel, yalnızca köy meydanlarında, harman yerinde veyahut grev çadırı önünde oynamadı. Oynadığı yerin ortamının veya koşullarının hiçbir önemi olmamıştır. İstediği anda yeryüzünün her bir köşesini sahneye çeviren bir halk sanatçısıydı

Yıl 1977, Kahramanmaraş'ın ilçesi Pazarcık'tayız. İki römorku yanyana koymaya çalışıyoruz. Akşam oyun oynayacağız üstünde. Tabi ki peşimizdeki jandarma ve ağa yardakçıları köyü basmadan oyunumuzu oynamalıyız. Acelemiz var. Yanımıza elindeki değneği yere vura vura bir ihtiyar yaklaştı. Römorka el atmış Erkan abinin omzunu elindeki değneğin ucu ile dürttü. Alaycı bir ağızla "Sanki Reisicumhur gelecek.. Nedir bu yahu böyle". Bir an için arkasına dönmeyen Erkan abinin böyle durumlarda kıvrak zekasını hepimiz bildiğimiz için hiç ses çıkarmadık. Sanki o köyde yıllardır yaşayan bir köylü şivesiyle "Gelse ne isterdin ondan dayı" dedi. İhtiyar elindeki değneğin ucuyla kasketini biraz yukarı kaldırak "Tabiki toprak... Toopraak". Erkan abi ani hareketle çıktığı sahnenin üstüne çıkarak "Akşam oyuna gelmen lazım dayı, oyuna" dedi. İhtiyar başıyla onayladıktan sonra "Adı ne ki!..." Kendisinin yazıp yönettiği oyunun adını bozmadığı şivesiyle çevremizdeki köylülerin de duyabileceği tonla seslendi "Topraak.. .Topraak..."

ONUN İÇİN HER YER SAHNE

Erkan Yücel, yalnızca köy meydanlarında harman yerinde veyahut grev çadırı önünde oynamadı. Oynadığı yerin ortamının veya koşullarının hiçbir önemi olmamıştır. İstediği anda yeryüzünün her bir köşesini sahneye çeviren bir halk sanatçısıydı. TİİKP davasından tutuklandığı zaman işkence odasında Filistin askısı bile sahnedir onun için. İşkenceciler, diğer arkadaşlarını işkenceye götürürken Erkan'ın halini görüp de ibret alsınlar da gözleri korksun diye önünden geçirirler. O, asılı olduğu yerde maymun taklidi yapar. Gardiyanların hayret verici bakışları altında arkadaşları kahkaha atarak işkence odasına giderler. Eğlendirici, alaycı ve sistemi her zaman sorgulayacı yönünden hiç vazgeçmedi.

Erkan Yücel, bir eliyle Pazarcık'ta üstünde oynayacağımız romörka el atan... Diğer eliyle San Remo Film Festivalinde kazandığı En İyi Erkek Oyuncu ödül heykelciliği tutan bir sanatçıydı. Aydın Emniyet Müdürlüğü'nün mahzeninde çürüyen bir Altın Portakal vardır. Erkan Yücel'in "Endişe" filmindeki Cevher rolüyle aldığı Altın Portakal'dır o. Söke Toprak-İş Sendikası'na götürüp, "ben sizden ilham aldım, sizler bana öğrettiniz, bu ödül işçilerin, köylülerin hakkıdır" diyerek, gerçek yaşamın Cevher'lerine armağan ettiği ödüldür. Sendika kapatılınca, devlet mahzenine atılan bir ödülün sahibidir Erkan Yücel...

İŞÇİLERLE PAMUK TOPLADIK

Yanılmıyorsam 1978 yılında Söke'ye "Toprak" oyununu oynamaya gitmiştik. Köye ulaştığımızın sabahı Erkan abi "Eeee sanatçılık bitti, şimdi marabalık zamanı geldi, oynadığınız rolün gerçek kahmanlarıyla tanışmak için hadi tarlaya pamuk toplamaya" diyerek bizi tarlaya götürdü. Pamuk toplamaya gittiğimiz yer Söke köylülerinin işgal ettiği ağa toprağı idi. Akşam da beraber pamuk topladığımız pamuk işçilerine oyunumuzu oynamıştık.

Durmak bilmeyen enerjisini hep Anadolu'da tüketmek isterdi. "Bir ayağı Anadolu'da olmayan sanatçı, gerçek bir sanatçı değildir" derdi.

Erkan Yücel bir hiciv sanatı ustasıydı. Olağanüstü bir zekaya sahip, çağdaş bir Nasrettin Hocaydı. Hep yüzünün bir yarısı güleçtir ama öbür yüzünde bir hüzün vardır. Yüzünün yarısındaki güleçlik yaptıklarıdır. Hüzünlü yarısı ise yapamadıklarıdır.

O hep bilincinin ona emrettiği sanatını yapmağa çalıştı. "Aydınlıkçı olmasaydı çok farklı yerlerde olurdu" laflarını duyar, sonra da bizlere elinden hiç düşürmediği sigarasını göstererek "Aydınlıkçılık sigara mı ki onu bırakayım" der sonra da sigarasından derin bir nefes alırdı.

Erkan abi isyankârdı. Bu ortaçağ düzenine başkaldırısını "bireyci sanatçı" özelliğinden sıyrılıp bir kolektif içinde zenginleştirmek ve güzelleştirmek isterdi. Örgütlü mücadele etti. Partili olmak bugünkü deyişle alnında çoban yıldızını kimseden saklamadı. Hatta partili olduğunu bilmeyenlere "Hadi gel, hem seni üye yapalım ben de bu esnada üyeliğimi tazelerim" derdi. Partili sanatçı olması onun halkla bütünleşmesini, toplumla bağ kurmasını ve de halk seslenmesini sağlamıştı. Üretmeyen sanatçıları hiç sevmezdi. "Sanatçı üretecek ve ürettiğini paylaşacak, hatta onun ayağına kadar gidecek" derdi.

Bazı insanlar tarih yazmak, tarih yapmak için gelirler dünyaya.Yaşam biçimleriyle, ürettikleriyle, duruşlarıyla örnek olurlar. Tek amaçları vardır ülkemizi güzelleştirmek. Erkan Yücel de, aynı Nazım Hikmet gibi, Cemal Süreyya gibi tarih yazan büyük sanatçılardandı. Onat Kutlar onun için şöyle der: "Işırken sürekli kendinden verdi ve birgün yok oldu."

Erkan Yücel'i; Türk tiyatrosuna ve sinemasına, sanat dünyasına ve ülkemizin aydınlanmasına yaptığı karşılıksız emekleri için bir kez daha ayakta alkışlıyoruz...

Aykut Töleğen