Adalet Bakanı'ndan AB'ye tepki
Adalet BakanıBekir Bozdağ, Avrupa Birliği Komisyonu'nun hazırladığı, dün açıklanan AB Türkiye İlerleme Raporu hakkında mesaj yayımladı. Bakan Bozdağ raporda ,"Türkiye aleyhine propaganda yürüten PKK ve FETÖ terör örgütlerinin temelsiz iddiaları başta olmak üzere Türkiye karşıtlarının Türkiye aleyhindeki görüşleri ile soyut ve afaki pek çok iddiaya AB Türkiye İlerleme Raporunda yer verildiği görülmektedir. Son ilerleme raporunda olduğu gibi önyargılı, sübjektif ve gerçeklerden uzak eleştiri ve önerilerin tarafımızca kabulü mümkün değildir" ifadelerini kullandı.
Bakan Bozdağ dün açıklanan AB Türkiye İlerleme Raporu hakkında mesaj yayımladı.
Bozdağ'ın yayımladığı mesajda şu ifadeler yer alıyor: "Avrupa Birliği Komisyonu tarafından her yıl hazırlanan AB Türkiye İlerleme Raporu 09/11/2016 tarihinde yayımlanmıştır.Bu yılki rapor incelendiğinde, Türkiye hakkındaki önyargılara, Türkiye aleyhine propaganda yürüten PKK ve FETÖ terör örgütlerinin temelsiz iddiaları başta olmak üzere Türkiye karşıtlarının Türkiye aleyhindeki görüşleri ile soyut ve afaki pek çok iddiaya AB Türkiye İlerleme Raporunda yer verildiği görülmektedir. Örneğin yargının siyasi baskı altında olduğu gibi afaki ve temelsiz iddialar, somutlaştırma ihtiyacı hissedilmeden bu yılki raporda da dillendirilmiştir.
Ayrıca, AB Türkiye ilerleme raporunu hazırlayan komisyon üyeleri, Türk yetkililerle yaptıkları görüşmelerde kendilerine aktarılan bilgilere raporda neredeyse hiç yer vermeyerek, buna karşın Türkiye aleyhine ileri sürülen iddiaların önemli bir kısmını ise doğru kabul edip rapora dercederek objektiflikten uzaklaşmışlardır. AB tarafının, raporda yer alan gerek yargı bağımsızlığı gerek yargının uygulamalarına ilişkin eleştiri ve iddialarına karşı tüm gerçekleri ve olguları, bu raporun da hazırlık sürecinde büyük bir şeffaflık içerisinde AB tarafıyla paylaşmış olmamıza rağmen, maddi hatalar da içeren birçok iddiaya raporda yer verildiği tespit edilmiştir.
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü, sadece demokrasi, hukuk devleti, milli irade ve milli iradenin seçtiklerine karşı yapılmamış, aynı zamanda AB'nin üzerinde yükseldiği temel değerlere karşı da yapılmıştır. Cumhurbaşkanının, TBMM'nin, Başbakan ve Hükümetin, siyasi partilerin, sivil toplumun, medyanın ve hepsinden önemlisi 79 milyon Türk halkının ayrımsız yaptığı mücadele; demokrasi, hukuk devleti, milli iradenin seçtikleri ve AB üzerine inşa edildiği temel değerlere sahip çıkma mücadelesidir.
Ancak AB Türkiye İlerleme Raporu, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde Türk halkının ve Türkiye'nin bu destansı mücadelesine hak ettiği şekilde yer vermemekte ve takdir etmemektedir. 246 şehidin yaşam hakkı ve şehit yakınlarının mağduriyetleri ile 2194 gazinin ve ailelerinin mağduriyetlerinden söz etmeyen, bunların haklarından ve hukuklarından bahsetmeyen rapor, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, milli irade ve AB değerlerini yok etmeye teşebbüs eden Fethullahçı Terör Örgütü üyelerine ilişkin endişe ve kaygılarını dile getirmeleri AB değerlerini savunanlar bakımından utanç vericidir.
Raporda;Fetullahçı Terör Örgütü'nü bir terör örgütü olarak nitelendirmek yerine, "Gülen Hareketi" olarak bahsedilmesini, esefle ve şaşkınlıkla karşılıyoruz.
Eğer her hangi bir AB üyesi ülkede Cumhurbaşkanı ve ailesine suikast yapılmış olsa, meclisleri ve cumhurbaşkanlığı bombalansa, halkın üzerine tanklar sürülse, uçaklardan bomba atılsa, helikopterlerden ateş açılsa, hedef gözetmeksizin halkın üzerine silahla ateş edilse ve sonuçta 246 vatandaşı öldürülse ve 2194 insanı yaralansa, bu eylemleri yapan ve yaptıran terör örgütüne Türkiye sahip çıksaydı ya da ilerleme raporunda olduğu gibi terör örgütü demekten kaçınsaydı AB üyesi ülkeler ne hissederdi? AB ilerleme raporunda bu eli kanlı terör örgütünden “Gülen Hareketiö bahsedilmesi, bu örgütün gerçekte terör örgütü olma vasfını ortadan kaldırmaz.
Raporda, FETÖ mensubu hâkim ve savcıların, meslekten atılmaları, haklarında soruşturma ve kovuşturma yürütülmesinin eleştiri konusu yapıldığı görülmektedir.Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. Yargı yetkisi Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Anayasanın 138 inci maddesine göre hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ makam mercii veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Hakimlik ve savcılık teminatı; hakim ve savcıların bağımsız, tarafsız, her türlü korku, baskı ve endişeden uzak bir biçimde cesaretle ve doğru bir şekilde yargı görevini yapmaları için konulmuş önemli bir sigortadır.
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının olmazsa olmaz bir şartıdır. Hakimlik ve savcılık teminatı, hakim ve savcıların suç işlemesinin; terör örgütleriyle üyelik, iltisak veya irtibat içinde bulunmasının veya bu örgütlerin talimatlarıyla hareket etmesinin; siyasi, ideolojik ve dini görüşlerini kararlarına yansıtmasının asla teminatı değildir.
Eğer bir hakim veya savcı, anayasa, kanun ve hukuka uygun vicdani kanaatlerine göre kararlar verme yerine üyelik, iltisak veya irtibat içinde bulunduğu terör örgütlerinin talimatlarına veya sahip olduğu dini, siyasi ve ideolojik görüşlerine göre karar verirse tarafsız ve bağımsız yargı görevi yapma vasfını kaybeder. Dolayısıyla da tarafsız ve bağımsız hakim ve savcılar için Anayasamızın öngördüğü hakimlik ve savcılık teminatından yararlanma hakkını kaybeder. Bu vasfı kaybedenin meslekte kalması elbette uygun değildir.
Fethullahçı Terör Örgütü FETÖ/PDY; devlete, millete, yasamaya, yürütmeye, yargıya, orduya, emniyete ve kamunun bütün alanlarına büyük zararlar vermiştir. En büyük tahribatı ise hiç kuşkusuz yargı alanında gerçekleştirmiştir. Milletimizin yargıya olan güvenini ve adalete olan inancını zayıflatmıştır. Hukuk devletini tahrip etmiştir. Bazı hakim ve savcıların yargı görevini bağımsız ve tarafsız şekilde yapma vasfını kaybetmelerine neden olmuştur.
Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulan ve görev yapan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını korumanın en önemli güvencesidir. Bağımsız ve tarafsız yargı görevi yapma vasfını yitirmiş olanların meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar vermek, HSYK'nın asli görevidir. HSYK'nın aksine hareket etmesi anayasal görevini yapmaması demektir. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrası çıkarılan KHK kapsamında HSYK'nın bazı hakim ve savcıların meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar vermesi tam da bu anayasal görevin hukuk devletine uygun yerine getirilmesidir.
HSYK'nın yaptığı, AB'nin temel değerleri arasında bulunan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını korumaktır; hukuk devletini korumaktır ve ayrıca Fetullahçı Terör Örgütünün Türk yargısını rehin almasını önlemektir; yargının milletin yargısı olma vasfını korumaktır. HSYK, aldığı bu kararlarla sadece yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını korumakla kalmamış aynı zamanda yargıya güvenin yeniden inşası yolunda çok önemli bir adım atmıştır. AB'nin temel değerlerine sahip çıkma ve koruma adına HSYK'nın attığı bu adımların takdir edilmesi yerine eleştirilmesi kabul edilemez. Türkiye ceza ve tutukevlerinde salt gazetecilik faaliyetinden dolayı hükümlü ve tutuklu bulunmamaktadır.
Türkiye ceza ve tutukevlerinde mesleği gazetecilik olanlardan bulunanlar kendilerine isnat edilen değişik suçlar (adam öldürme, sahtecilik, terör örgütü üyeliği, anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, üyeliği gibi…)nedeniyle bulunmaktadır. Hiçbiri salt gazetecilik faaliyeti nedeniyle bulunmamaktadır. Raporda milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Kanunun kabulünün ve birçok HDP milletvekilinin gözaltına alınması ve tutuklanmasının endişe verici olduğu ifade edilmiştir.
Dokunulmazlığın zaman yönünden sınırlanması veya kaldırılmasına dair yapılan anayasa değişikliği ile bir siyasi parti gözetmeksizin hakkında yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosya bulunan tüm milletvekillerine ilişkin dokunulmazlıklar kaldırılmış olup, bu düzenleme Anayasa, temel insan hakları ilkeleri ve evrensel hukuk değerlerine uygunluk göstermektedir.
Dokunulmazlığın kaldırılmasına ilişkin geçici madde, anayasanın koyduğu imtiyazı, dokunulmazlık zırhını kaldırdığı için, eşitlik ilkesine uygun olarak HDP milletvekilleri olağan yargı usulüne tabi tutulmuşlardır. Burada anayasaya aykırılık söz konusu değildir. Türkiye bir hukuk devletidir ve yargı organları tarafından ifadeye çağırılan bütün vatandaşların Cumhuriyet savcılarına veya mahkemelere giderek ifade vermesi yasal zorunluluktur. Hiçbir kimse, yargı organları tarafından yapılan ifade verme çağrılarına uymamama gibi bir lükse sahip değildir.
Bazı milletvekillerinin Cumhuriyet savcılıkları veya mahkemeler tarafından yapılan çağrılara uymayarak hatta yargının çağrılarına meydan okuyarak yaptıkları açıklamalara karşılık yargı organları Anayasa ve yasalara uymuşlar ve uygulamışlardır. Raporda, olağanüstü hal ilanı sonrası çıkartılan kanun hükmünde kararnamelerin alınan tedbirlerin orantılılığı ve yargı denetimine erişimin kısıtlılığı konusunda sorun teşkil ettiği iddia edilmiştir.
Olağanüstü hal süresince alınan tedbirler vatandaşların günlük hayatında herhangi bir değişiklik yapmamış ve temel hak ve hürriyetlerde günlük hayatı etkileyecek herhangi bir sınırlandırma getirmemiştir. Alınan tedbirler OHAL'in gerekli kıldığı konularla sınırlı kalmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 15 inci maddesi gereğince OHAL süresince alınan tedbirlerde "mutlak gereklilik" ve "orantılılık" ilkelerine hassasiyetle uyulmaktadır. Tedbirler, durumun kesin olarak gerektirdiği ölçüde ve idari makamların karşı karşıya kaldığı mevcut krizle orantılı olarak alınmaktadır.
Özellikle 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra işkence ve kötü muamele noktasında "ciddi endişeler" olduğu şeklinde yine soyut ve genel ifadelere yer verilmiştir. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası tutuklananlar hakkındaki işkence iddiaları net olarak ifade etmeliyim ki gerçeği yansıtmamaktadır.AB yetkililerine her fırsatta Türkiye'deki ceza ve tutukevlerinde işkenceye ve kötü muameleye sıfır tolerans politikasının uygulandığının belirtilmesine, bu konularda bizlerle somut bilgi ve verileri paylaşmaları halinde gerekli inceleme ve soruşturmaların yapılacağının defaatle aktarılmasına rağmen bu konudaki art niyetli değerlendirmeleri asla kabul edemeyiz.
Ülkemizde, işkence ve kötü muamelenin önlenmesi amacı ile gözaltına alınmaların hepsinde adli rapor alınma zorunluluğu getirilmiştir. Belirli çevrelerce Türkiye'ye karşı yürütülmekte olan negatif propagandanın ve kampanyanın bir parçası olarak gördüğümüz bu tür iddialara, Türk resmi makamlarının görüş ve değerlendirmelerini dikkate almaksızın, resmi raporlarında yer veren bir anlayışı iyiniyetli olarak görmemiz mümkün değildir.
Raporda cezaevinde kalanların sayısında keskin bir artış görüldüğü, cezaevindeki kalabalığın endişe verici boyutlara ulaştığı ve cezaevinde çalışan psikolog, sosyal çalışmacı ve sosyologların yetersiz olduğu değerlendirmesinde bulunulmuş ise de, darbe teşebbüsü sebebiyle tutuklanan kişi sayısı, böylesi bir sayı artışını doğal olarak beraberinde getirmiştir.
Ancak, bu olağanüstü artışta dahi; Avrupa Cezaevi Kuralları, İşkenceyi Önleme Komitesi ( CPT), AİHM içtihatlarında işaret edilen ve yine BM Mandela Kurallarında yer alan asgari yaşam alanının üzerinde bir yaşam alanı-barınma şartları tutuklu ve hükümlülere sağlanmaktadır. 2005 yılında ceza infaz alanında mevzuat yönünden köklü reformlar yapılmış ve bu reformlar kapsamında modern ceza infaz sisteminin ayrılmaz parçası olan psiko-sosyal servisler Türk ceza infaz sistemine entegre edilmiştir.
Bu kapsamda, infazın sadece tutuklu ve hükümlüleri kapalı kapılar arkasında bekletmek olmadığı, aynı zamanda rehabilite etmenin de temel gaye olduğu düşüncesiyle süreç içerisinde ve devamlı olarak artan sayıda psikolog, sosyal hizmet uzmanı istihdamı cihetine gidilmiştir.
Yine, psiko-sosyal servis ve dinamik güvenlik unsurlarının güçlendirilmesi, kapasite artırımı amacıyla gerek ulusal dinamikler, gerekse Avrupa Birliği ile müştereken yürütülen IPA projeleri ( örneğin; Model Cezaevi Projesi, YARDM, DEPAR, İnfaz Hizmetlerinin İyileştirilmesi-Twinning vb.) kapsamında önemli iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir.
AB tarafından yayımlanan raporda maddi hataların bile bulunması raporun ne kadar özensiz ve taraflı hazırlandığının en somut göstergesidir. Raporda her ne kadar malvarlığı bildiriminin Cumhuriyet savcılarını kapsamadığı, hakimler için zorunlu olduğu belirtilmiş ise de, mevzuatımızda mal varlığı bildirimi tüm kamu görevlileri için zorunludur. Cumhuriyet savcıları da kamu görevlisi olduğundan bu konuda bir ayrım söz konusu değildir.
Türkiye Cumhuriyeti olarak uluslararası örgüt ve kuruluşlardan gelen objektif, makul ve yapıcı eleştiriler her zaman memnuniyetle karşılanmış ve istifade edilmiştir. Ancak son ilerleme raporunda olduğu gibi önyargılı, sübjektif ve gerçeklerden uzak eleştiri ve önerilerin tarafımızca kabulü mümkün değildir"