Oray Eğin Habertürk'ten ayrıldı mı?
Ciner Medya Grubu’nda Habertürk Gazetesi’nin kapanmasıyla başlayan süreçte yeni gelişmeler yaşanıyor.
Yüzlerce basın çalışanın işine son vererek ekonomik dar boğazdan kurtulmaya hedefleyen Ciner, tenkisatlar yetmeyince dün Show TV, Bloomberg TV, Habertürk TV, BusinessHT'de direk servis kapatmaya giden büyük hamleler yapmaya başlamıştı.
Yine dün ortaya çıkan bilgiler, bazı kanallar için artık sonun çok yakın olduğunu da göstermişti.
Ciner ile ilgili asıl haberi ise yine Medyaradar duyurmuş, Ciner Medya Grubu’nda ünlü köşe yazarlarının iş akitlerinin fesih edilmesinin gündemde olduğunu duyurmuştu.
Buna göre bazı köşe yazarlarının iş akitleri feshedilecek , maliyetleri nedeniyle bazılarıyla yollar ayrılacak, geri kalan isimlerden ise kurum bünyesinde telif karşılığı yazılar yazmaları istenecekti.
İlk ayrılık sinyali Habertürk'ün ABD'deki yazarı Oray Eğin'den geldi. Dövizdeki artışın medyadaki yansımalarını, gazete-okur ilişkisini ve medyaya devlet yardımını köşesine taşıyan Eğin, yazısının sonunda Habertürk'ten ayrılığının sinyallerini verdi.
Eğin, seyahate çıkacağını belirterek yazısını, " Bir süre yokum… Aradığınız kişiye de ulaşılamayacak…" sözleriyle bitirdi.
Habertürk'e ABD'den yazan Oray Eğin'in maaşını dolar olarak aldığı ve döviz kurlarındaki artış nedeniyle yolların ayrıldığı belirtiliyor.
İşte Eğin'in bugünkü yazısı:
Okurun sorumluluğu
Her ekonomik sarsıntıda olduğu gibi dövizdeki artışın sinyallerini de ilk medyadaki gelişmelerden takip etmek mümkün. Artık alışılagelen tensikat sezonlarının ötesinde ciddi bir kriz yaşanıyor şimdi. Aydınlık bayram boyunca kağıt masrafını azaltmak için çıkmadı, Leman boyutunu küçülttü, Uykusuz ise tıpkı Sözcü gibi fiyatını arttırdı.
Satış fiyatlarına yapılan zam küçük aslında, ama yayın kuruluşları zam haberlerini okurlarına büyük bir mahcubiyet içinde duyuruyorlar.
Halbuki Türkiye’de gazeteler, dergiler olması gerektiğinden çok daha ucuza satılıyor. Zam istemekte de bir mahcubiyet olmamalı. Bilakis, gazetelerin satılması gerektiği rakam şimdikinin çok daha üstünde olmalı. Ama nedense gazeteler mahcup, okurlar da bir-iki lira fazlayı gazetelere fazla görüyor.
ÖZGÜR BASININ GARANTİSİ
Bugüne kadar sistem yazılı basın organlarının maliyetlerinden çok daha ucuza satılıp ilan gelirleriyle ayakta kalmalarına dayanıyordu. Hatta çoğu yayın organı için çok satmak eskiden olduğu gibi övünülecek bir madalya değil, masrafların daha da artması anlamına geliyor. Son zamanlarda birbiriyle bağlantılı ilerleyen tiraj-ilan oranlarında bir dengesizlik oluştu; çok satanın daha fazla ilan alacağı mantığı artık geçerli değil. Zaten reklamveren de eskisi kadar bonkör değil.
Geriye kalan tek seçenek fiyat artışı.
Yapılan artışlar gazete-dergi okurunun bütçesinde büyük bir delik açmayacak aslında. Okur nedense pek çok şeye para harcamayı seviyor ama iş gazeteciliğe gelince haberi bedavaya almayı kendisine hak görüyor. Gazetecilik bir kamu hizmeti olabilir ama hiçbir kamu hizmeti karşılıksız değil.
Aynı okur yeri geldiğinde gazetecilerin satılmış olduğundan bahseder, oradan buradan ezberlediği kelimelerle “kartel medyası” falan diye atıp tutar. Ama özgür bir basının oluşması için kendi sorumluluğu olduğunu hiç düşünmez.
Bu saatten sonra yaygın alışkanlıkları değiştirebilir miyiz?
Doğrusu Türkiye’deki okura sırtını yaslamak da ne kadar akıl kârı bilmiyorum: Bağımsız yola çıkmaya çalışan gazetecileri okur hep yarı yolda bıraktı, Batı’da olduğu gibi maddi bir destek ve örgütlü sahiplenme hareketleri genelde cılız kaldı.
İşsiz kalan bir gazeteci arkadaşım kendi Facebook sayfasında bir platform oluşturması halinde okurun destek verip vermeyeceğini soruyordu. Gelen kimi yanıtlar ağzımı açık bıraktı: Kimlerin yazdığına bakacakmış birisi… Sanki gazeteci medya patronu ve transfer bombaları patlatacak. Sorduğu, bir gazetecinin özgür girişiminin karşılığı olup olmadığı. Yok ne yazık ki…
Ama bir de Açık Radyo örneği var; dinleyici desteği ve sponsorlarla bir şekilde ayakta kalıyor. O yüzden net bir yanıt vermek de mümkün değil.
DEVLETTEN YARDIM BEKLEMEK
Döviz kurunun artmasıyla birlikte Aydınlık’ın başlatmaya çalıştığı bir tartışma da kağıda devletin destek vermesi. Kapatılan SEKA’yı özlemle ananlar çok yakın tarihte devletin denetimindeki kağıt fiyatlarının nasıl basına karşı bir silah olarak kullanıldığını unutmuşa benziyor. Turgut Özal’ın gazetelere kızıp bir anda kağıda zam yapması sonucu bütün medya patronları ayağa kalkmış, Ankara’ya gitmişlerdi. Ne çabuk unuttuk?
Bugün her gazetenin kağıda basılması da gerekmiyor ayrıca.
Medyanın kriz anlarında tek bir çıkış formülü var: Okuru harekete geçmeye ikna etmek. Gazeteleri, dergileri sattıracak, kendi kendine ayakta duracak yayın organları haline getirmek.
Okurun büyük bir sorumluluğu olduğunu söylerken gazetecilerin de tatmin edici bir ürün ortaya koyma mecburiyetlerini unutmayalım. Bu da biraz yumurta-tavuk ikilemi gibi… Okur destek verince mi iyi gazetecilik yapılacak, yoksa iyi gazetecilik yapılınca mı okur destek verecek?
Kriz vesilesiyle gazete-okur ilişkisini ve genel olarak da bütün medya yapısını tartışmamız gerekiyor aslında.
***
Dünyadan kopma zamanı
Daha dün yaz yeni başlamıştı halbuki. Takvime bakmasam hala önümde seyahat planları, gidilecek sahiller, sonunda güneşin batışının izleneceği uzun günler var sanıyordum. Halbuki yaz bitti ve ben olduğum yerde kaldım.
İleride hatırlanmayacak sıradan ve yorucu bir yaz oldu benim için doğrusu.
Şimdi epeydir planladığım ama erteleyip durduğum bir seyahate çıkıyorum. Belki ucundan kıyısından 2018 yazına dair bir hatıraya dönüşür bu tatil diye umut ediyorum.
Artık seyahate çıkarken dünyadan da kopmayı alışkanlık edindim. Ne de olsa dünya yıkılmıyor sonunda.
Bir süre yokum… Aradığınız kişiye de ulaşılamayacak…