İdlib şizofrenisi

Hüseyin Vodinalı yazdı

İdlib şizofrenisi

Ruhani, Erdoğan, Putin...

Batı Asya’nın köklü ve güçlü 3 devlet geleneğine sahip ülkesi.

23 Ocak 2017’de, Doğu üzerindeki 200 yıllık Batı hegemonyasına son veren Astana’da ne üzerine anlaşma yapıldı? El cevap; Suriye’nin toprak bütünlüğü temel vurguydu.

Türkiye, Rusya ve İran bu konuda “garantör” devletler olarak el sıkıştı ve Batı emperyalizminin Cenevre tiyatrosuna bir son verdi.

Ateşkes ilanı, Suriye’deki iç savaşı sonlandırmak ve ülkede barışı tesis etmek filan Astana’daki temel hedefin sadece araçlarıydı.

Binaenaleyh, ateşkes sağlanırken Türkiye, Suriye, Rusya ve İran, bölgedeki bölücü emperyalist maşası örgütlere karşı mücadeleyi sürdürdü.

Şimdi iş geldi İdlib’e dayandı.

İdlib, Suriye’deki son bölücü terör cephesi.

Hatay’ın hemen yanı başında.

El Kaide, IŞİD, Nusra, aklınıza hangi terör örgütü gelirse hepsi orada.

Ve fakat, Türkiye İdlib konusunda Astana ile tamamen ters bir pozisyonda.

Türkiye’nin (teoride ve pratikte) düşman cephesindeki ABD, İsrail, Avrupa ülkeleri, Suudi Arabistan, İdlib’de neyi savunuyorsa Ankara da aynısını savunuyor.

Hatta zirveyi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptı.

Aynen böyle dedi vallahi de billahi de: “Kimse kimseyi kandırmasın, Suriye rejiminin saldırılarının amacı İdlib’i ele geçirmektir”

Buyrun buradan yakın...

Ha bir de bunu nerede söyledi, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ile ortak basın toplantısında.

Maas daha insaflı çıktı Mevlüt beyden, o sadece “İnsani felaketin ortaya çıkmasından” endişeli olduklarını dile getirdi.

Yahu İdlib nerede?

Suriye’de değil mi, peki rejim dediğin kim? Suriye’nin uluslararası meşruiyete sahip hükümeti.

Yani Beşar Esad’ın devlet başkanı olduğu Suriye rejimi, gayet yasal ve egemen konumda.

İdlib’i teröristlerden geri almak için harekete geçmesinden daha doğal ne olabilir ki?!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da İdlib’de Suriye ordusunun operasyonuna karşı sert açıklamalar yaptı.

Erdoğan İdlib konusunda ABD Başkanı Trump ile tam bir uyum içinde.

ABD’nin özel temsilcisi James Jeffrey de geldi bir güzel Ankara’yı turladı, Esad rejiminin kimyasal silahsaldırısı hazırlığında olduğuna dair “kanıtlarım” var dedi ve gitti.

Bu artık tam bir çadır tiyatrosuna dönen kumpası, Rusya’nın BM Temsilcisi, bunu suç mahallinin önceden anlatıldığı Agatha Christie romanlarına benzetti.

Şimdi herkes Rusya ve Suriye’nin detaylarıyla anlattığı kimyasal silah tezgahını böylece bekliyor.

Bu arada, Tahran’da üçlü Astana zirvesi de yapıldı.

Esad ile Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve hatta Suudi Arabistan bile yeniden ilişkileri düzeltme peşinde.

Bunu Mehmet Yuva’nın Aydınlık’taki yazısında herkesin okumasını tavsiye ederim.

Ama Suriye ile arayı düzeltmeye en çok ihtiyacı olan Türkiye, hala İhvancı bir pozisyonda ve Esad gitsin nakaratını tekrarlıyor.

Tahran’da da aynı şeyleri söyleyecekse Astana süreci ne işe yarar ki?

Türkiye’deki bazı aklı evvellerin sorusunu tersine çevirelim, Rusya, İran, Çin bu tutum içindeki bir Türkiye’ye ne kadar güvenebilir ki?

Çin demişken bir şeyi daha gözlemledim.

AKP Hükümeti’nde geçen seneden bu yana gözlediğim Çin’in Kuşak ve Yol girişimine desteğin, bu son krizle birlikte buharlaştığını ve Çin’e karşı bir hasmane tutumun “Doğu Türkistan” edebiyatıyla yeniden hortlamaya başladığını görüyorum.

Bunun İdlib ve Suriye ile olduğu kadar sanırım, AKP içindeki gizli/açık Amerikancılarla da ilgisi var.

Birileri birilerine, ‘doların 10 lira olması istemiyorsanız, KvY girişimini veya ŞİÖ üyeliğini ağzınıza almayacaksınız, Suriye’de PKK oluşumuna ses etmeyip, İdlib’de ABD yanlısı olacaksınız’ diye ayar mı verdi bilmiyorum ama dikkatli bakıldığında fark edilecek bir değişim olduğu kesin.

Mesela Kuşak ve Yol girişimini en çok savunan Cemil Ertem bile krizden beridir, AB’ye yaklaşalım, petro doları kaldıralım diye yazılar yazıyor ama Çin’den ve Kuşak-Yol girişiminden tek bir söz bile etmiyor.

Batı yanlısı bazı danışmanlar ve siyasetçiler, Trump’ın azledilmesinden sonra ABD ile ilişkilerin normalleşebileceği gibi bir hayali mi satıyorlar bilemiyorum.

Ama Neoconların veya radikal Evanjelist Mike Pence’in iktidar olması halinde Türkiye’nin çok daha kötü bir noktaya sürükleneceğinden eminim.

Çünkü Türkiye, bu geldiği noktaya esasen AKP değil, (AKP’yi FETÖ ve Neoliberallerle koalisyon halinde 2002’de iktidara getiren) Irak-Suriye savaşlarıyla bölgeyi ve ülkemizi mahveden o Neocon Amerikalıların yüzünden gelmiştir orası kesin.

ABD’deki hakim siyaset, artık Türkiye’yi geri kazanmak değil, Türkiye’yi Avrasya’ya kolu kanadı kırık paramparça göndermek olarak netleşti.

Bakın tam Astana Zirvesi Tahran’da toplanırken, aynı gün terör örgütü PKK'nın Suriye kolu YPG'nin de bağlı olunduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ve PYD'nin siyasi kanadı Demokratik Suriye Meclisi (DSM), Suriye'nin kuzeyinde 'Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi' ilan etti.

70 kişilik bir “parlamento” da kurmuşlar beyler ABD’nin güvenceleri sayesinde.

Bölgede 2016 yılında 'Kuzey Suriye Federasyonu' ilan edilmişti. Türkiye dahil hiçbir ülke, federasyonu tanımamıştı.

Şimdi kimden cesaret aldılar acaba?

ASTANA’NIN TEK ŞARTI: ESAD İLE BARIŞ

Tahran’da Ruhani ve Putin, Erdoğan’a (belki bininci kez) tek bir şey söylediler: Esad ile temas kur.

Ancak Ankara inatla Esad’ı değil, terör gruplarını muhatap almaya çalışıyor.

Ha bu arada kimse Macron ile Theresa’ya da güvenmesin, ABD’yi anında satarlar.

Halbuki ABD,Suud ve İsrail destekli grupların hiç bir hükmü kalmadı.

Tek umutları ABD’nin Suriye’ye kimyasal silah bahanesiyle saldırması ve yeniden Amerikan ordusuna, PKK ile birlikte piyade yazılmaları.

Ama bu da olmayacak.

Nereden mi çıkarıyorum? Paraguay’dan.

Büyükelçiliği’ni ABD gibi Telaviv’den Kudüs’e taşıma kararı almıştı.

İşte şimdi o karardan vazgeçtiğini açıkladı.

Ajan Brunson’u bir türlü kurtaramayan İsrail’in hizmetkarı evanjelist Pence’in paçaları tutuştu Paraguay ile telefon trafiğine başladı ama geçmiş olsun.

Küçücük Paraguay bile çöküşteki bir ABD’yi takmıyorsa, Türkiye niye taksın ki!

FETÖ’nün zirvesini yaptığı Amerikan muhipliği belki şu ara kriz yüzünden yükselişte olabilir.

FETÖ ile mücadelede garip işlere de şahit oluyoruz.

Darbeyi önleyen Savcı Okan Bato pasif göreve çekiliyor, Brunson iddianamesini yazan savcı alakasız yere alınıyor.

Darbeci General Mehmet Dişli’nin kardeşi olan ve bu yüzden istifa etmek zorunda kalan Şaban Dişli, FETÖ yatağı Hollanda’ya büyükelçi yapılıyor.

SPK Başkanlığı’na Bank Asya eski genel müdürü atanıyor vs.

Şimdi de Suriye’de yalpalama manzaraları veriliyor.

İdlib’de Amerikan tezgahı olan kimyasal silah saldırılarından medet umuluyor ve Esad’ın bir kara savaşıyla devrileceği umutlarına sarılınıyor.

Böyle bir zamanda bedelli askerlik çıkarıp bunun parasıyla krizi atlatmayı düşünen bir anlayışla anca bu kadar olur zaten.

Türkiye bu krizi ancak ve ancak ABD’ye direnerek aşar, teslimiyet Sevr’den de beter olur.

İdlib, Suriye toprağıdır ve Suriye’nin de kendi toprağında egemen olma hakkı vardır.

İncirlik’i, Kürecik’i kapat, Muavenet’in, Süleymaniye’nin hesabını sor.

ABD’nin gizli hükümet sistemi olan NATO’dan çık ve NATO’nun tüm elemanlarını da kovala.

Esad ile masaya otur.

İran-Irak-Suriye ile Batı Asya Birliği’ni kur.

Çözüm budur, bugün iktidarda Atatürk olsa yapacağı şey de budur.

Aydınlık

idlib