Eskişehir Barosu Kadın Hukuku Komisyonu üyelerinden çok sert açıklama
Eskişehir Barosu Kadın Hukuku Komisyonu üyeleri, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile ilgili yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:
8 Mart 1857 yılında Amerika'nın New York kentinde tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadının düşük ücretleri, uzun çalışma saatlerini, insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmeleri ve hakları uğruna can vermeleri sonucunda, bugün dünyanın her yerinde kadınlar, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi, emek ve barış için seslerini ve isyanlarını birleştiriyor.
Kadınların hak ve eşitlik mücadelesi devam ederken, kadına yönelik şiddetin ve bu şiddeti meşrulaştırma çabalarının her alanda katlanarak arttığına tanık oluyoruz. İnsan Hakları Derneği’nin derlediği verilere göre, Türkiye’de her 4 saatte 1 kadın tecavüze uğruyor veya erkek şiddetine maruz kalıyor. 2014 "Kadına Yönelik Hak İhlalleri" raporuna göre geçtiğimiz yıl 575 kadın, erkek şiddetine maruz kaldı. 282 kadın ise hem taciz hem tecavüze uğradı, 257 kadın ise erkek şiddetiyle öldürüldü. 2015 yılının ilk 63 gününde öldürülen kadın sayısı 52. Son 15 yılda; 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu ve 45 gardiyan tecavüz suçundan yargılandı; ancak hiçbiri ceza almadı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun verilerine göre, 2014 yılında 294 kadın, 2015’in ilk ayında 20, Şubat ayında ise 16 kadın erkekler tarafından katledildi. Sadece 2014 yılında 37 trans birey nefret cinayeti nedeniyle aramızdan ayrılmışken LGBT’lere yönelik nefret söylemi devam ediyor.
Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesinin ardından, bir yandan bu cinayetin toplumun tüm kesimlerinde infial yarattığı işlenirken, diğer yandan katilinin "cani, hasta" diyerek aklanmasına tanık olduk. Bu süreçte Özgecan’ın katilinin, sosyolog Nükhet Sirman’ın deyimiyle; "her gün yanımızdan gelip geçen erkeklerden biri" olduğu gerçeği tartışılmadığı gibi, "tayt giydiği için kadının tacizi hak ettiğini" söyleyen, cinayet ve tecavüz failine haksız tahrik indirimi uygulayan yargı mensuplarının, icraat ve söylemleriyle kadına yönelik ayrımcılığı körükleyen siyasetçilerin ve katilleri aklayan haberlere imza atanların kadın cinayetlerindeki payı unutuldu. Elleri kesilerek ve dövülerek öldürülen Nuran Dutlu’nun ölümü pavyonda çalıştığı için haber değeri dahi taşımadı. Antalya’da sevgilisi tarafından katledilen Deniz Aktaş’ın katili bazı basın-yayın kuruluşlarınca adeta "mağdur" ilan edilip trans cinayetleri "olağan" görülürken, "kadın cinayetlerinin politik olduğu" her zaman oluğu gibi inkar edildi.
İstanbul’da imzalanan 2011 tarihli Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Türkiye bu sözleşmenin ilk imzacılarından olduğu halde; AKP hükümeti kadına yönelik ayrımcı politikaları üretmeye, uygulamaya devam ediyor: 2011 yılında, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığının ismi değiştirilerek, ‘Kadın’ hem ismi hem de cismiyle müfredattan çıkarıldı. TBMM Kadın-Erkek Eşitliği komisyonun adı, Kadın-Erkek fırsat eşitliği komisyonuna dönüştürüldü. Kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri engellemek yerine, aileyi koruyan ve boşanmayı engelleyen uygulamalara imza atıldı. Kadın cinayetleri her geçen gün katlanarak artarken, hükümet üyelerinin söz ve eylemleriyle cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim ayrımcılığı sistematik hale geldi. Kürtaj hakkının sınırlanması, evlilik teşvik paketleri gündeme getirilirken kızlı-erkekli evler şer odağı, hamile kadının dışarıya çıkması terbiyesizlik olarak ilan edildi. Hükümet ve bürokratları, medya ve yargının el birliğiyle ayrımcı politikalarına ve söylemlerine her gün bir yenisini katarak, icraatlarıyla; 6 yaşındaki kız çocuğun evlendirilmesini meşru görenlerin, çok eşliliği savunup kadının kahkahasını ve iffetini denetleyenlerin fitilini ateşledi.
Siyasal iktidar içeride kadın düşmanı icraatlarına devam ederken, Ortadoğu’da kadınlar, tecavüzden soykırıma IŞİD vahşetinin her türlüsüne maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor. Ortadoğu’da tecavüz bir savaş stratejisi olarak canhıraç kullanılıyor; Türkmen, Kürt, Arap, Ezidi, Süryani, Asuri, Keldani, Şabak, bölgedeki tüm kadınlar savaş ganimeti olarak pazarlanmaya devam ediyor. Buna karşı çıkan kadınlar, tıpkı Kobane sınırında jandarma tarafından öldürülen Kader Ortakaya gibi katlediliyor.
Neo-liberal politikalar adı altında kadınlar her geçen gün yoksullaşırken; yoksulluk kadınlaşıyor. Kriz bahanesiyle birçok kadın işten atılıyor ya da sigortasız, parça-başı işlerde çok düşük ücretle güvencesiz çalışmaya mahkûm bırakılıyor. Kadının ev içindeki görünmeyen emeği daha da görünmez kılınıp, yasal düzenlemeler ile sağlık ve emeklilik hakkı elinden alınırken, istihdam paketleriyle biz kadınlar çalışma alanlarımızdan tasfiye ediliyoruz. Bütçeden kamuya ayrılan pay daraltılıp savaş politikaları beslenmeye devam edilirken, kadına yönelik şiddetin en yoğun yaşandığı süreçlerden biri olan savaş, tüm kadınlar için işkenceyi, tecavüzü, göçü, "namus" cinayetlerini, yoksulluğu beraberinde getiriyor.
Her söyleminde şiddeti kutsayan bir devletin, kadına yönelik şiddetle mücadele derdini taşımayacağı açık olsa da, yaşam alanlarını terk etmeyen, inatla direnen ve mücadele eden kadınlar var. Bu süreçte farklı görüşlerin zenginlik olduğuna, biz kadınların dayanışmasının ve ortak bir mücadele yürütmesinin bir temenniden öte zorunluluk olduğuna inanıyoruz.
Bu şiarla; 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde; Eskişehir Barosu Kadın Hukuku Komisyonu üyeleri olarak kız kardeşlerimizle birlik ve dayanışma içinde, "yasla değil isyanla" mücadelemize devam edeceğimizi basına ve kamuoyuna saygıyla duyururuz.