Cehaletin besin kaynağı Bay Şengörlerin düzenidir!

Cehaletin besin kaynağı Bay Şengörlerin düzenidir!

Hiç Şaşırmadık

“Ciddi bir sanayimiz yok, çünkü cahiliz.”, “Kenan Evren’in yaptığı her şeyi onaylıyorum.”, “Bu memlekette Deniz Gezmiş gibi bir eşkıyaya kahraman denildiğini gördüm!”, “Dışkı yedirmek işkence değil.”, “Devrim zorla el koymadır, darbedir”, “Cahillerin demokrasisine, yani oklokrasiye karşıyım. E vallahi bir oligarşi yönetmeli bu toplumu. Eğer toplum İsviçre değilse... İsviçre’de demokrasiye karşı değilim. Ama Türkiye gibi toplumlar oligarşi ile yönetilmeli.”,“1981’den beri ben ne otobüse bindim, ne alışveriş yaptım.”, “...hiç ekmek almadım hayatımda.”, “İstanbul halkı aptallığından dolayı depremden korkmuyor.”

Yukarıda okuduğunuz ifadeler “ünlü” Jeoloji profesörü Celal Şengör’e ait. Bu lafları Radikal’den Armağan Çağlayan’a verdiği röportajda dillendirdi.

Peki, Bay Şengör’ün malum beyanlarına şaşırdık mı? Tabi ki hayır.

Bilakis, bu beyanlar Türkiye siyasetinin 1945’den bu yana süregelen karşı devrimci süreçte, liberallerin ne denli bir belirleyici rol oynadıklarının anlaşılması açısından faydalıdır.

Bay Şengör düzenin “aydın” tipini incelemek için müstesna bir prototiptir. Liberalizmin kokuşmuşluğunu ve akıl dışılığını anlatmamızda “rehber” edineceğimiz bir kaynaktır.

Liberalizm Can Çekişiyor

Liberalizmin ülkemizdeki entelijansının, en yüksek perdeden böylesine açık itiraflara girişmesine şaşırmadığımız gibi zamanlamayı da ziyadesiyle isabetli buluyoruz. Zira okurken sizlere sık sık “yok artık” dedirten bu röportaj, aslında bir ideolojik hattın bütünlüklü olarak tükenmesidir. Liberalizm çaresizdir. Liberalizm, ne halk düşmanlığını ne de geleceğe dair distopyalardan başka bir kurgusu olmadığını gizleyememektedir.

Seni Mazur Görüyoruz

Toplumdan kendini tecrit etmiş ve insanlarla fokların yaşamasına aynı derece “değer” veren bir telakkinin, bilim ile toplum ilişkisini zihninde canlandıramayacağını biliyoruz. Bilimin, toplumların gelişmesi için bir araç olduğunu idrak edememesini ve bilimi bir “amaç” haline getirmesini de anlıyoruz. İstanbul Sermayesinden olan, aristokrat diyebileceğimiz bir ailede yetişmiş, Robert Kolejinde okumuş, yüksek öğrenimini Batı’nın muhtelif üniversitelerinde sürdürmüş, bugüne kadar gerçek anlamda hiçbir acı ve yokluk görmemiş bir zat-ı muhteremin; Amerikancı 12 Eylül faşist darbesini göğsünü kabartarak ve samimiyetle savunmasını, demokrasi ya da halk düşmanlığı yapmasını ve toplum içerisinde gelişen cehalete karşı çareyi açıkça oligarşiyi hunharca savunmakta bulmasını mazur görüyoruz. Zira bu bir ideolojik ufuk sorunudur. Ortaya çıkan durum, liberalizmin tüm çıplaklığı ile insanlık adına atacağı bir adımın dahi olmadığının kanıtlanmasıdır. Bay Şengör’den “cehaletle savaşımı” için Hitler’in kitle imha yöntemlerini de, yine büyük bir samimiyetle savunmasını beklerdik(Gerçi malum röportajda bir Hitler övgüsü var ama başka bir sebeple).

Mekanik Tarih Anlayışı

Hani Bay Şengör demiş ya “Mustafa Kemal dahiydi”diye, elbette Mustafa Kemal fevkalade derin fikirli ve birikimliydi. Ancak Mustafa Kemal’i Mustafa Kemal yapan mesele, birikimini ve aklını, halkının ve memleketinin kurtuluşu için seferber etmesiydi. Bir de “Devrim zorla el koymadır, darbedir”diyor Bay Şengör, işte bayım tam burada meselenin bam teline bastınız. Mustafa Kemal, saltanata karşı, Anadolu’daki “cahil, bitli ve bir boktan anlamayan” milletin tüm imkanlarını harekete geçirerek iktidara zorla el koydu. İktidarı gökyüzünden yeryüzüne indirdi. Cehalete karşı Ortaçağ gericiliğini halkı kazanarak tepeledi. Sizin tarih perspektifinize göre bilimde, gökten inmişe benziyor. Tarih ve uygarlık, toplumların asırlardır süren mücadelelerinin ürünüdür. Kısacası hiçbir şey gökten inmedi. Nihayetinde bilimde, insanlığın kolektif çabasının bir ürünüdür. Bu arada Deniz Gezmiş’e de eşkıya demiş Bay Şengör. Evet, bir hatırlatma daha yapmak lazım geliyor. Mustafa Kemal Anadolu’da emperyalizme karşı kurtuluş mücadelesini örgütlerken, Padişah da ona eşkıya demişti. Biz gerçeği söyleyelim de, siz yine bildiğinizi okuyun.

Cehaletin Kaynağı

1945 yılı dünyanın ideolojik/politik iklim değişikliği açısından olduğu kadar ülkemizin ideolojik/politik iklim değişikliği açısından da bir kırılma noktasıydı. Karşı devrim açsından bir milat olan bu tarih, cehaletin yeniden örgütlü bir güç olarak tarih sahnesi çıkmasının da başlangıcıydı. İkinci paylaşım savaşı öncesi palazlanan, emperyalizme bağımlı, işbirlikçi büyük sermaye ve onun taşradaki müttefiki mütegallibe sınıfı devlet aygıtını bu dönemde, neredeyse tam anlamıyla ele geçirmişti. Azmanlaşan İstanbul(büyük) Sermayesinin “komünizm tehlikesine” karşı ortaçağ gericiliğini hortlattığı yıllarda yine aynı dönemdir. Daha sonraları Demokrat Parti içinde Nurculuk gibi tarikatlar alenen yer almıştı. Bundan sonra büyük sermayenin himayesinde, “Komünizm tehlikesine” karşı her zaman Türkiye siyasetinde var olacak olan gericilik, 12 Eylül Faşist darbesiyle tarihsel atılımını gerçekleştirdi. 12 Eylül “komünizm tehlikesini” bertaraf etmekle kalmamıştı. 12 Eylül bilimi üniversitelerden, binlerce bilim insanıyla birlikte kovdu. Büyük sermayenin daha da palazlanması için liberizasyon uygulandı ve Türkiye ekonomisi dünya ekonomisine “entegre” oldu. “Komünizme tehlikesine” karşı mücalede için komünistlerin ve ilericilerin kafasını ezmek yetmezdi. “Şükürcü”, “İlim, irfan sahibi”, “dinine bağlı”bir kuşak gerekliydi. Büyük sermaye bir yandan azmanlaşıp balolarda kahkahalar atarken bir yandan da zaten yıllardır besledikleri ortaçağ gericiliğini daha da palazlamalıydı. Son tahlilde 1990 sonrası somut açıdan “komünizm tehlikesi” kalmamıştı ama gericilik devlet aygıtının tamamında mevzilenmişti. Sermaye içerisinde de güç biriktirmişti. İlk olarak 1995 seçimleriyle Refah Partisi adıyla, Türkiye siyasetinde gericilik birinci parti olmuştu. 28 Şubat gericiliğin bu yükselişine kısa bir sürede olsa bir sekte vursa da malumunuz 13 yılı aşkın bir süredir gerici bir sermaye iktidarı(AKP) tarafından yönetiliyoruz. Geldiğimiz son durumda, gericilik yeni bir rejim olarak karşımıza çıkma çabaları gösteriyor ve oldukçada başarılı ilerliyor. Hatta gericiliğin politik bir kuvvet olarak bugünlere gelmesinde belirleyici bir unsur olan büyük sermayeyle karşı karşıya geliyor. Şimdi artık burada duralım. Zira tam da buradayız.

Liberalizme ve Gericiliğe karşı Yeniden Aydınlanma

Cehaletin biricik kaynağı ortaçağ gericiliğidir. Devrimci Cumhuriyetin demir pençesiyle ezdiği gericiliği besleyip, büyüten ve son tahlilde tepemize çıkaran ise emperyalizme bağımlı, emekçi halkımızın sırtından bugüne dek bir sülük gibi geçinen ve hala geçinmekte olan büyük sermaye ve büyük sermayenin politik temsilcileri liberallerdir.

Uzun lafın kısası, büyük sermaye ve liberaller; içinde bulunduğumuz cahiliye döneminin baş müsebbiplerindendir. Cehaleti, Bay Şengörlerin akıl dışı, insan düşmanı ve dışkılaşmış düzeni yarattı. 12 Eylülcülerin bile 12 Eylül’ü savunamadığı günümüzde, bir “akil” liberalin 12 Eylül’ün insanlık dışı uygulamalarını böylesine açıklıkla savunmasının tek bir anlamı var: İdeolojik iflas! Zira; liberalizm ve onun maddi dayanağı olan, asalak hakim sınıflar için deniz bitti. Bay Şengörler için söylenecek sözler bitti. Bay Şengörleri sefillikleriyle baş başa bırakıyoruz. Söz artık; yarının özgür, aydınlanmış ve eşit Türkiyesi’ni kuracak olan; Şengörlerin insan yerine bile koymadığı emekçilerindir! İşçi sınıfı devrimciliği; “komünizm tehlikesine”karşı; Bay Şengörlerin gericiliği büyüterek, yıktırdıkları Aydınlanma/Cumhuriyet değerlerini yeniden hayata geçirip, cehaletin biricik kaynağı olan gericilikle kavga edecek olan kuvvetlerin ana gövdesi ve öncüsüdür. Bugün, Mustafa Kemal devrimciliğinin mirası da işçi sınıfı devrimcilerinin bilinçlerinde ve eylemlerindedir. Bay Şengörlerin yerlerde ezdirdikleri Aydınlanma bayrağı artık bu memleketin gerçek sahibi olan emekçilerin elindedir!

Aydın Meselesi

Son tahlilde; artık ülkemizde aydın olmak, cehalete karşı bilimi ve aydınlanmayı savunmak, ancak devrimci olmakla mümkündür. Aydının, bugün tarihsel olarak devrimci olması elzemdir! Cehaleti yeniden tepelemek için ise devrimci aydının kaderini emekçi halkla birleştirmesi de kaçınılmazdır. Kendini toplumdan tecrit etmiş, akademiden kafasını dışarı çıkarmayan aydının yeri; Bay Şengörlerin kokuşmuş ve köhnemiş dünyasıdır.

Kerem Yıldırım

ulusalkanal.com.tr

celal şengör