Onur Sinan Güzaltan yazdı: Suriye'de nasıl bir güvenli bölge?
Avukat Onur Sinan Güzaltan, Aydınlık gazetesinde 'Suriye'de nasıl bir güvenli bölge?' başlıklı bir yazı kaleme aldı
Avukat Onur Sinan Güzaltan'ın yazısı şöyle:
"Koalisyon güçlerine güvenemeyiz. Geçmişteki tecrübelerimiz bunu teyit ediyor (...) Bu konuda samimiyseniz, biz madem NATO’da beraberiz, stratejik ortağız o zaman bu desteği lojistik olarak bize siz vereceksiniz, tampon bölge dediğimiz burayı Türkiye’ye teslim edeceksiniz(…) Güvenli bölgeyi de tampon bölgeyi de sizlerle beraber yönetiriz. Ama biz koalisyon güçlerine burayı terk edemeyiz. Çünkü bizim kendimizi güvende hissetmemiz lazım.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Şubat 2019
Suriye’nin kuzeyinde kurulmak istenen güvenli bölge konusunda Ankara’nın izleyeceği siyaset, askeri bir meselede tutum almanın ötesinde, Türkiye’nin ve bölgenin geleceğine damga vuracak bir tercihi içinde barındırmaktadır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuyla ilgili yaptığı son açıklamada “koalisyon güçlerine güvenemeyiz. Geçmişteki tecrübelerimiz bunu teyit ediyor” ifadeleriyle, I. ve II.Körfez Savaşları esnasında, yaptığımız hataları tekrar etmeyeceğiz mesajı verdi.
O dönemi hatırlarsak, Türkiye’yi, PKK’yla mücadele adı altında Çekiç Güç ve güvenli bölgelere ikna eden ABD, sonuçta bu alanları, Irak’ın kuzeyinde Barzani devletini inşa etmek için kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı’nın söz konusu ifadeleri, Türkiye’nin, Irak örneğinden ders çıkardığını gösterirken, aynı konuşmanın devamında, ABD’ye yönelik olarak sarf ettiği “güvenli bölgeyi de tampon bölgeyi de sizlerle beraber yönetiriz” ifadeleri ise kafa karışıklığına neden oluyor.
TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ SEÇENEKLER
Suriye’de diplomasi yapılabilecek alan daralırken, Türkiye’nin önüne şimdiye kadar ABD/Rusya arasında sürdürdüğü denge siyasetini de devam ettiremeyeceği iki somut seçenek geliyor; ABD ile işbirliği içinde, Suriye’deki operasyonlara devam etmek veya Astana sürecinde bölge ülkeleri ile oluşan işbirliği mekanizmasını derinleştirmek.
Türkiye’nin kaybedecek zamanı olmadığı açık. Suriye’nin kuzeyinde faaliyet gösteren terör örgütlerine karşı sürdürülen operasyonların sürüncemede bırakılması halinde, tıpkı Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi suni bir devletle karşı karşıya kalmamız olası.
Bölgede ABD/Rusya arasında denge siyasetine devam etmenin zorlama olacağını belirttik. Fakat yine de bu siyasette ısrar edilmesi halinde, terör örgütlerine karşı operasyonların sürüncemede kalacağı muhtemel gözüküyor. Bu seçenekte, terör örgütlerinin kuvvet kazanması muhtemeldir.
ABD ile işbirliği içinde bir güvenli bölge projesinin ise, sadece Astana sürecini bitirmekle kalmayıp, bölge ülkelerini, Türkiye karşıtı grupları desteklemeye ittireceği ortada. Türkiye’nin tekrardan ABD’yle işbirliğine yönelmesi durumunda, ödeyeceğimiz bedelin sadece Suriye’yle sınırlı kalmayacağı ve ekonomik alanlara da yansıyacağı, dış ticaret ilişkilerimiz incelendiğinde açıkça ortaya çıkıyor.
Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları ve hükümetin genel gidişatından, bu tarz bir seçeneğe yöneliş ihtimalinin zayıf olduğunu görüyoruz.
ULUSLARARASI HUKUK VE PUTİN’İN ÖNERİSİ
Denge siyaseti ve ABD ile işbirliği ihtimallerini elediğimizde, elimizde bölge ülkeleri ile işbirliğini içeren Astana sürecini derinleştirmek kalıyor.
Astana mekanizması, hayata geçtiği andan itibaren Türkiye ve bölge ülkeleri için başarılı sonuçlar verdi.
Türkiye’nin sınırlarını kontrol altına almasında ve TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde düzenlediği başarılı askeri operasyonların arkasında, Astana mekanizmasının desteği göz ardı edilemez.
Peki, Cumhurbaşkanı’nın ifade ettiği Suriye’de güvenli bölge projesi, Astana süreci ile beraber nasıl yürütülebilir?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus mevkidaşı Putin, geçtiğimiz hafta Moskova’da Suriye krizini ele alan bir görüşme gerçekleştirdiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çantasında yer alan güvenli bölge projesinin içeriği basına şu şekilde yansıdı; “Güvenli bölge planı, Suriye-Türkiye sınırı boyunca 460 kilometrelik bir hattı kapsıyor. Fırat nehrinin doğusundaki hat, batıda Sacur çayından, doğuda Haseke’nin Malikiyye ilçesine uzanıyor. 20 mil (32 kilometre) derinlikteki hatta, idari olarak Aynularab ve Tel Abyad da dahil olmak üzere Rakka ve Haseke’nin 8 ilçesi yer alıyor.”
Görüşme sonrası, Putin’in, 1998 tarihli, Türkiye ve Suriye arasında imzalanan Adana Mutabakatı’nı hatırlatması önemli bir gelişmeydi.
Türkiye’nin ABD/Batı bloğunu karşısına alarak, Suriye’de güvenli bölge inşasına girişmesi halinde, Batı ve Arap kamuoyunda, Türkiye’ye karşı işgalci suçlamasının getirileceği beklenen bir gelişme.
Türkiye’nin böyle bir durumda, sadece sıcak takip ve meşru müdafaa haklarını veren Birleşmiş Milletler Şartnamesi 51.maddesine dayanması yeterli olmayacaktır.
Rus lider Putin’in, 1998 Adana Mutabakatı önerisi bu noktada devreye giriyor.
Putin’in önerisi altında iki amaç yatıyor;
1- Türkiye’yi, Adana Mutabakatı üzerinden yeniden Suriye hükümeti ile iletişime geçirmek. Daha doğrusu, iki ülke arası iletişime bir kılıf bulmak ( ki bu amaçta şu an için kısmi de olsa başarılı olduğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın basına, Türk ve Suriye istihbaratlarının görüştüğünü açıklamasından anlaşılıyor),
2- Türkiye’nin, Suriye ve Astana sürecinin diğer müdahillerinin oluruyla, Suriye’nin kuzeyinde oluşturacağı güvenli bölgeye, uluslararası hukukta bir dayanak bularak, Batı ve Arap kamuoylarının Türkiye’yi işgalci olarak suçlamasının önüne geçmek.
Diplomasiyi ortak çıkarların belirlediği ilkesinden yola çıkarsak, Putin’in, Adana Mutabakatı’nı öne sürmekte amacının, Türkiye’yi Suriye’yle bir araya getirmek ve aynı zamanda Türk Devleti’ni PKK’yla mücadele konusunda destekleyerek Türkiye’yi tamamı ile Batı aksından koparmak, olduğunu söyleyebiliriz.
GÜVENLİ BÖLGENİN İÇERİĞİ VE SONUCU
Türkiye’nin, Astana sürecindeki ortakları ile işbirliği içinde kuracağı bir güvenli bölge, I. ve II. Körfez Savaşlarında ABD’yle işbirliği içinde kurulan tampon bölgelerle aynı sonucu vermeyecektir.
İran ve Suriye, bölgede Kürt devletine karşılardır.
Rus Dışişleri, belki de tarihlerinde ilk defa, Dışişleri Bakanı Lavrov’un ağzından, “Büyük Kürdistan projesine” karşıyız açıklaması ile Türkiye’ye açık çek vermiştir.
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle işbirliği içinde, Suriye’de teröre karşı faaliyetlerini sürdürmesi durumunda, sınırlarımız, belli süre için değil fakat mutlak bir biçimde terör belasından arındırılacaktır.
PKK’nın tarihi incelendiğinde, komşu ülkeler arasında çatışmalardan yararlanan ve duruma göre, Suriye, Irak ve İran’da üslenen bir örgüt görmekteyiz.
Oysa bugün, Suriye toprakları PKK’nın işgali altındadır, dolayısı ile Şam yönetiminin, terör örgütü ile mücadele etmesi varlığını sürdürmesi için bir zorunluluktur.
İran, topraklarında PKK’nın bir kolu olan PJAK’la mücadele sürdürmektedir. Türkiye’nin, Suriye ile işbirliğine yönelmesi halinde, ambargoyu delmek için Türkiye’ye ihtiyacı olan Tahran yönetimi de bu ortak mücadeleye katılacaktır.
Türkiye, Suriye ve İran’ın bir araya geldiği koşullarda, ABD’ye karşı bölgesel müttefiklerini kaybetme riskini almayacak olan Moskova’da, PKK meselesine kesin noktayı koyacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz olgular ışığında, Türkiye’nin önündeki soru, güvenli bölgenin şeklinden çok, güvenli bölgenin hangi ittifaklar dahilinde ve nasıl bir içerikle yapılacağıdır.
Güvenli bölgenin, bölge ülkelerine rağmen inşa edilmeye çalışılması halinde, Ankara, Washington’la yakınlaşmak mecburiyetinde kalacak ve sonunda I. ve II. Körfez Savaşlarının ertesinde karşımıza çıkan suni devletlerle karşılaşma mecburiyetinde kalacağız.
Bugün, bölge ülkeleri ile işbirliği idealizm değil tam tersine gerçekleri olgun bir biçimde kabul edip, geleceğe bakmanın gerektirdiği bir tercihtir.
İşbirliği seçeneği, bölgede yaşayan Kürtleri de, ABD ve taşeronlarının etkisi altından çıkartacak, tekrardan Türk, Arap ve Fars komşuları ile ortak bir yola sokacaktır.
Tarih, hatalarda ısrar edenleri, mağluplar olarak yazar.
Galipler, gerçekle yüzleşmesini bilip, yeni yollar açanlardır.
Kartacalı efsanevi komutan Hannibal’ın tarih yazan sözleriyle bitirelim; “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız”.
ulusal.com.tr