Bir hâkim bütün Türkiye’yi dinletti
2002’de dinlenenlerin sayısı 14 bin 874 idi! 2014’e gelindiğinde dinlendiği saptanan kişilerin sayısı 866 bine ulaşmıştı.
2002’de dinlenenlerin sayısı 14 bin 874 idi! 2014’e gelindiğinde dinlendiği saptanan kişilerin sayısı 866 bine ulaşmıştı. Hükümet ile cemaat beraber dinlediler, işler karışınca bildikleri yollardan ilerleyip, birbirlerini dinlediler’
Dinlemeler denince akla ilk olarak ‘tapeler’ gelir. Hedefteki insanların konuşmalarından haberdar olmak için yasadışı yollarla veya yasal bir kılıf bulunarak her türlü devlet olanakları kullanıldı. Bu faaliyeti yürütenler işine gelen kısımları bir savcı üzerinden mahkemelere taşıdı ve işin olmazsa olmazı medyaya servis etti. İşte son yıllarda yaşadığımız ‘dinlemeler’ gerçeği bu mekanizmayla kuruldu. 2002 yılında dinlenenlerin sayısı yalnızca 14 bin 874 idi! 2010 ila 2014 yılında dinlendiği saptanan kişilerin sayısı 866 bine ulaşmıştı.
Gazeteci İlhan Taşçı Türkiye’yi sarsan telekulak skandallarındaki gizli kalmış noktaları belgeler ve olaylarla ‘Paralel hat’ kitabıyla aydınlatıyor ve ekliyor: “Bu bir tape kitabı değil.” Kitapta zorunlu olarak koyduğu bir ‘tape’ dışında dinlemelere itibar edilmemiş. “Telefonları dinlenmiş, hem izlenmiş, hem de kimi görüşmeleri cımbızlanarak amacından saptırılarak deşifre edilmiş bir gazeteci olarak, tapelere güvenmiyorum.” diyor.
İlhan Taşçı ile “Paralel Hat” kitabı üzerine konuştuk.
TİB BAŞKANINI DİNÇER BULDU
Aydınlık: Dinleme skandallarının arka arkaya deşifre edildiği bu dönemde çıkan kitabınız dinlemelerin merkezi olan Telekomikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) kuruluşuyla ilgili bilinmeyenleri ortaya çıkarıyor. Örneğin Fethi Şimşek’in TİB Başkanlığına getirilmesinde ilginç ayrıntılar var...
İlhan Taşçı: Türkiye’de telefon dinleme yetkisi, yasayla, üç kuruma verilmişti: Emniyet, Jandarma ve MİT. 2006 yılında ise dinleme paranoyası ve tartışmalarını sonlandırma gerekçesiyle Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı kurulması için harekete geçildi. Ama tam Türkiye’ye hatta AKP’ye özgü bir yöntemle. Yeni kurumun yasası, Bakanlar Kurulunda tartışılmadı bile. Bunu söyleyen de dönemin Başbakan yardımcısı! Anlaşılıyordu ki, bu kurumun yasası Bakanlar Kurulu’nun gündeminden bile gizlenmişti.
Öncelikle bunu not etmekte yarar var.
İkinci nokta ise dinlemenin merkezi olan TİB’deki tüm görevlileri, kapıcısından en tepedeki bürokratına kadar tek tek Başbakan Tayyip Erdoğan belirlemişti.
Belirlenme yöntemi de çok alışılmış bir yöntem değildi. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer, Başbakanın talimatı doğrultusunda TİB Başkanlığı için isim arayışına girer. Ardından da üç isim belirler: Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, İzmir Valisi Mustafa Toprak ve Ankara Savcısı Fethi Şimşek.
Bu isimlerden Fethi Şimşek ile Ömer Dinçer Konyalı. Aynı zamanda Ömer Dinçer, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Akademisi Fakültesinde asistanken, Şimşek ve Yılmaz da İstanbul Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydi ve samimi arkadaşlardı.
‘OTOMATİK ELEDİLER’
Başbakan Tayyip Erdoğan belirlenen isimlerle bir araya gelerek görüşme yapacak, ardından da TİB’in ilk Başkanını belirleyecekti. Başbakanlıkta gerçekleştirilecek toplantının sabahın erken saatlerinde yapılması planlandı. Saat 09.00’da Fethi Şimşek ile Şerif Yılmaz Başbakanlıkta hazır bulunurken, Mustafa Toprak toplantıya katılmadı. Nedeni ise Toprak’a görüşmenin “geç” haber verilmesiydi, dolayısıyla Toprak, otomatik olarak elenmiş oldu. Dönemin Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in de katılımıyla yapılan toplantıda Başbakan, “muteber ve mutemet” adam olarak nitelendirilen Fethi Şimşek’i TİB’in ilk Başkanı olarak atadı.
FBI’DA TELEKULAK EĞİTİMİ
Aydınlık: Emniyet İstihbaratında ‘Dahi çocuk’ olarak bilinen Basri Aktepe ‘koca kulağın’ başına nasıl getirildi?
Taşçı: Basri Aktepe, uzun yıllar Emniyet İstihbarat Dairesi bünyesinde çalışan bir isim. Emniyet İstihbarat Dairesi’nde görev yaptığı yıllarda “dahi çocuk” ismiyle anılıyordu. İstihbarat Dairesi Bilgi İşlem Şube Müdürlüğü görevini yürüttü.
Basri Aktepe, ABD’ye gitti ve FBI National Academy’de eğitim aldıktan sonra 1996 yılında mezun oldu. Eğitimini tamamladıktan sonra yeniden Türkiye’ye döndü. Bir süre emniyette görev aldı.
Az evvel söz ettiğimiz TİB Başkanlarının mülakatının yapıldığı gün, Erdoğan’ın aklında Basri Aktepe’yi, TİB denildiğinde ilk akla gelen dinlemenin canevi olan Teknik Daire Başkanlığına getirmek vardı. Erdoğan’ın adaylar arasından belirlediği Fethi Şimşek de Basri Aktepe ile çalışacağını zaten o gün Başbakanlıkta öğrendi!
Basri Aktepe, TİB’de Teknik Daire Başkanlığını sürdürürken Hakan Fidan döneminde MİT Elektronik Teknik İstihbarat Daire Başkanlığına getirildi. Ancak Aktepe’nin istihbarat bürokrasisindeki yükselişi bununla da sınırlı kalmadı ve Kasım 2013 tarihinde MİT Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Genel Sekreterliği görevine atandı.
BÜTÜN ÜLKE ŞÜPHELİ
Aydınlık: “Bülent Arınç’a suikast yapılacaktı” bahanesiyle kozmik odaya giren hâkim Kadir Kayan Türkiye’yi nasıl dinletti?
Taşçı: Biraz gerilere gitmemiz gerekir. Eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’a 2001 yılının 14 Haziran’ında Ergenekon yapılanmasının şeması getirilir. Dikkat ediniz yıl 2001! Şemayı getiren isim, daha sonra karşımıza Diyarbakır İl Emniyet Müdürü olarak çıkacak Recep Güven’dir. Henüz ortada Ergenekon soruşturmasının adı bile yokken, operasyonun ilk adımı olan Ümraniye’de bir gecekondunun çatısındaki el bombaları bile bulunmamışken, yıllar sonra ortaya çıkacak şemayı yeni istihbarat daire başkanına sunabilmişti. Oysa Türkiye o şema ve operasyonu tamı tamına altı yıl sonra öğrenecekti.
AKYÜREK SAHNEDE
Ne zaman ki, Sabri Uzun Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı görevinden alınıp yerine Ramazan Akyürek atanır, Türkiye artık Ergenekon operasyonunu, dalga dalga gözaltı ve tutuklamaları yaşar.
İşte o Ramazan Akyürek’in İstihbarat Daire Başkanlığı’na geldiğindeki ilk icraatından birisi için 25 Nisan 2007 tarihli “Telefon detay kayıtları” konulu yazısına bakmamız gerekir.
Akyürek, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda, istihbaratın bir önceki izleme kararının süresi dolduğu için bunun yenilenmesini istiyordu. Anlıyorduk ki, daha evvelden de bu türden izleme kararları almışlardı. Türkiye’deki tüm iletişimin izlenmesinin gerekçesi de hazırdı: “Terör örgütlerine yönelik istihbarat.”
Bu gerekçenin görüldüğü yerde Türkiye’de akan sular bile dururdu. Mesela böylesi bir istihbaratla hangi terör eylemi engellenmişti ya da faili yakalanmıştı? Yazıda yanıtı var. 18 Nisan 2007 tarihinde Malatya’daki Zirve Kitabevi’nde meydana gelen katliam! Oysa bu katliamın failleri olay yerinde yakalandılar! Yani istihbari bir faaliyet sonucu değil.
Ramazan Akyürek’in yazısında; sabitinden cep telefonuna, faksından internet ortamındaki yazışmalara kadar her türlü iletişimin izlenmesi için izin isteniyordu.
Akyürek’in istemini görüşen 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hakimi Kadir Kayan da geldiği gün talebi karara bağladı. Böylece bütün ülke şüpheli haline geldi ve her türlü iletişimi izlenmeye ve dinlenmeye başlandı. Eğer AKP iktidarı o gün bu yönteme itiraz etmiş olsaydı, Tayyip Erdoğan ile ailesinin ve AKP hükümetinin sıklıkla yakındığı dinlemeler belki de yaşanmayacaktı. Tüm yurttaşların birer şüpheli olarak görüldüğü sistemi yaratanlar bir süre sonra o sistemin kurbanına dönüştü.
‘HÜKÜMET İLE CEMAAT BERABER DİNLEDİLER’
Aydınlık: Dinlemeler ve iktidar çatışması birbiriyle bağlantılı mı?
Taşçı: AKP iktidarını ve onun sürdürülebilirliğini dinlemeler üzerine oturttu. Özellikle 2006 yılı sonrasındaki her yasadışı dinleme ilginç bir rastlantı sonucu AKP’nin elini güçlendiriyordu! Seçimler için geri sayım başladığında muhalefet liderleri de dinlendi, milletvekilleri de izlendi.
Siyasi partilerin yönetici ve milletvekillerinin gizlice çekilmiş özel görüntüleri, sosyal paylaşım sitelerinden ortalığa saçıldı. Tayyip Erdoğan, bu kirli kasetleri elinin tersiyle itmek yerine seçim meydanlarında “özel değil, genel genel” diyerek kullandı. İstemese bile bunu yapanları yüreklendirdi. Yalnızca 2010 ile 2014 yılında dinlendiği saptanan kişilerin sayısı 866 bine ulaşmıştı. Bu ürkütücü tabloyu daha iyi anlayabilmek için AKP’nin ilk iktidar yılındaki dinlemelere bakabiliriz. 2002 yılında dinlenenlerin sayısı yalnızca 14 bin 874 idi!
Erdoğan’ın yanıldığı ise tüm bu faaliyetlerin kendisinin bilgisi, kontrolü ve denetiminde olduğunu sanmasıydı. Ne zaman ki 7 Şubat MİT krizi ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonu ortaya çıktı işte o zaman farketti madalyonun diğer yüzünü. Oysa o güne kadar hükümet ile cemaat çatışmasının olabileceğini kimse öngörmedi. Öyle olmasa Başbakan Yardımcısı “17 Aralık’tan önce yolsuzluk yok muydu” diye sorar mı? Ez cümle, hükümet ile cemaat beraber yürüdüler, beraber dinlediler, çıkar çatışmasına düştüklerinde bildikleri yollardan ilerleyip, birbirlerini dinlediler.
Deniz Yıldırım / Aydınlık