Serdar Üsküplü yazdı: ABD'nin Türkiye'ye fitne raporu-3

Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serdar Üsküplü, Rand Corporation Raporu'nu, Aydınlık'a yazdığı üçüncü yazısı ile irdelemeye devam ediyor. Üsküplü, Rand Raporu'nu analiz ederken, görülmeyen oyunları göz önüne çıkarıyor.

Serdar Üsküplü yazdı: ABD'nin Türkiye'ye fitne raporu-3

Aydınlık Gazetesi'nde yazı dizisi yayınlanan Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Serdar Üsküplü, Rand Corporation Raporu'nu aydınlattığı serinin üçüncü yazısını kaleme aldı.

Serdar Üsküplü'nün kaleme aldığı Rand Corporation Raporu-3:

RAND raporundan sonra Milli Kuvvetler arasında nifak yaratma girişimleri hızlandı; kimi aktörler son dönemde Vatan Partisi’ni ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alan karalama kampanyalarına başladılar.

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirmeye devam ediyoruz.

Raporda M. Rubin’e atıf yapılarak, “2016 yılından bu yana, Türkiye'nin güvenlik sektörü parçalanma yaşadı, tasfiye ve karışıklıklar askeri olmayan güçleri daha da güçlendirdi. Bu alandaki binlerce boş görevi acilen doldurma ihtiyacı ve AKP’nin yetersiz tabanı nedeniyle hükümet, aralarında Ergenekon ve Balyoz’dan yargılanmış subayların da olduğu laik ve ultra milliyetçi kuvvetlere ve Avrasyacı ve sosyalist Perinçek Grubuna yöneldi” iddiası ortaya atılmaktadır.

Oysa Vatan Partisi asla Ordu, Emniyet veya herhangi bir devlet kurumu içinde örgütlenmez. Elli yılı aşkın mücadelesi boyunca aksini gösteren tek bir örnek bile yoktur.

Raporda, “(bu işbirliğinin) Gülen örgütüne karşı ortak düşmanlığa, Türk milliyetçiliğine ve Batı karşıtı düşünceye dayandığından, polis ve askeri güçlerin orta ve uzun vadeli siyasi güvenilirliği hükümet için bir sorun olmaya devam ediyor ve AKP liderliğinin dindar tabanı ile arasını açabilir” tehdidi savruluyor.

2013’ten bu yana Dışişleri Bakanlığı’ndan tasfiye edilen Gülencilerin yerlerine “Rusya ve Orta Doğu komşularıyla daha yakın bir ilişkiyi destekleyen Avrasyacıların atandığı” belirtiliyor.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE VATAN PARTİSİ ARASINA NİFAK

Milli Kuvvetler arasında nifak yaratma girişimleri bu rapordan sonra hızlandı; kimi aktörler son dönemde Vatan Partisi’ni ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alan karalama kampanyalarına başladılar.

Operasyonun başını Ahmet Davutoğlu çekmektedir. Davutoğlu her fırsatta Amerikan malı yalanlarla Vatan Partisi’ne saldırarak “ABD’nin Ankara’daki adamı” görevini sürdürmektedir. Bilindiği gibi ABD’nin yarı resmî organı olan Foreign Policy dergisi, Davutoğlu’nun Başbakanlıktan uzaklaştırılması üzerine “USA loses its man in Ankara” (ABD Ankara’daki adamını kaybetti) başlığını atmıştı.

Basın ayağında ise Akit TV’den Kenan Alpay ve kamuoyunun yakından tanıdığı bazı gazeteciler bulunmaktadır.

Vatan Partisi’nin 22 Eylül 2018 tarihli MKK Kararının özeti “Türk Ordusuyla, Türk Polisiyle, Tayyip Erdoğan Hükümetiyle ve Milletin diğer güçleriyle aynı gemideyiz” ifadesidir. Bu karar Vatan Savaşındaki safları en net şekilde belirtmektedir. Bozgunculuk Amerika’ya hizmet ediyor.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE KEMALİSTLER ARASINA NİFAK

Rapordaki çok çarpıcı iki cümle ABD’nin laik – anti-laik çelişkisine bakışını özetlemektedir:

“Geleneksel olarak, Türk siyasetindeki çatlaklar, birbiriyle çelişen iki ideoloji ya da Türk kimliğinin iki dünya görüşü arasındaki derin ve kalıcı gerilimleri yansıtıyordu: Kemalist laiklik ve siyasal İslam. Ancak son yıllarda bu bölünme AKP’nin Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı milliyetçi - ulusalcı ittifakı oluşturma çabaları sonucunda gölgelenmiştir.”

Her fırsatta Türkiye’nin temel çelişkisinin laik-anti laik çelişkisi olduğunu yazan RAND Raporu, bu durumun “Gülen düşmanlığı, Türk milliyetçiliği ve Batı düşmanlığı nedeniyle” gölgelenmesinden yakınmaktadır.

Raporda, devlet içinde örgütlenen haçlı irtica lideri Fethullah Gülen “Sufi İmam” olarak nitelenirken, FETÖ’yü devlet içerisinden temizlemek için mücadele eden Erdoğan şöyle suçlanmaktadır: “Erdoğan bir taraftan dinin kamusal alandaki rolünü genişletmek, … laik düzeni destekleyen toplumun büyük kesimini ötekileştirmek için adımlar atarken, etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak benimsedi.”

Oysa Türkiye’de laiklik karşıtı faaliyetlerin arkasında hep ABD oldu. Laiklik en büyük darbeyi, 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı darbeler döneminde aldı. ABD, 1950’den bu yana irticanın önünün açılmasını teşvik etti. Gerçek bu iken şimdi laikliği savunanları ABD’nin kuvveti yapma taktiği göz bakmaktadır.

RAND’ın bu kışkırtmasının hem AK Parti’ye yakın çevrelerce hem de “laikçi” çevrelerce sürdürüldüğünü görüyoruz. Camilerimize yönelik provokasyonları, kilise haçının sökülmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. ABD kendisine karşı oluşan milli birliği suni bir ayrışma ile dağıtmaya çalışmaktadır.

TÜRK MİLLETİ İÇİNDE TÜRK İLE KÜRT ARASINA NİFAK

Raporun bütünü Türk ile Kürdü birbirine düşürmeye çalışan, düşmanlık yayan, ayrıştıran, terör örgütü PKK’yı öven, terörü haklılaştıran ifadelerle doludur. Rapora 1919 yılında İngiliz Mandası altında kurulması önerilen, sınırları İç Anadolu’ya kadar uzanan Kürdistan haritası eklenmiştir.

1990’larda teröre karşı verilen mücadele “iç savaş” olarak tanımlanmaktadır. Türk Milletinin asli unsuru olan Kürt yurttaşlarımız azınlık olarak nitelenmektedir.

“Erdoğan, toplumsal kutuplaşmayı artırarak muhafazakâr milliyetçileri Kürtlere, Alevilere ve laik entelektüellere karşı harekete geçirdi” ifadesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan etnik ayrımcılıkla suçlanmaktadır.

“Birçok Kürt, Atatürk’ün asimilasyon anlayışına baştan beri direnmiş ve 1920'lerde ve 1930'larda zorla bastırılmış olan büyük isyanları sahnelemişti” ifadesiyle Şeyh Sait ve Seyit Rıza’ya sahip çıkanlara selam gönderilmektedir.

PYD’nin PKK’nın yan kolu olduğu itiraf edilmekte, ancak ABD’nin Türkiye’ye karşı PKK/PYD’nin tarafını tuttuğu açıkça söylenmektedir. “2015’te sona eren açılımın kalıcı sonuçlar sağlayamamasının nedenlerinden biri de Türk hükümetinin PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye ve milislerine karşı aldığı saldırgan tutumdur.”

“Barış sürecinin sekteye uğraması nedeniyle PKK’nın yaşadığı hayal kırıklığı ve hükümetin Suriye politikalarının yanı sıra, Ankara’nın özellikle Türkiye’deki laik Kürtleri hedef alan cihatçı teröristlerin tehditlerini ele almaması PKK’nın 2015’te ateşkesi De Facto olarak bitirmesine neden olmuştur” ifadeleriyle 2015’ten sonra terör eylemlerine tekrar başlayan PKK savunulmaktadır.

“Erdoğan’ın örnek aldığı … 2. Abdülhamit 19. yy’ın sonlarında binlerce Ermeni’nin katliamını emretmiş, anayasayı yürürlükten kaldırmış ve basın özgürlüğünü bastırmıştır” ifadeleriyle “otoriter Erdoğan” söylemi desteklenmekte, Ermeni soykırımı yalanı sürdürülerek azınlıklar üzerine yapılan sözde baskıya tarihsel temel aranmaktadır.

Güneydoğu Anadolu’da, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde terörle mücadelenin tekrar başlamasının, “HDP’ye zulüm edilmesi ve 2016’daki darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü halin” milliyetçi duyguları ve kutuplaşmayı arttırdığı söylenmektedir.

“Erdoğan etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak benimsedi” iddiası ileri sürülüyor. RAND terörle mücadeleyi etnik milliyetçilik gibi göstermektedir. Böylece, siyahi George Floyd’un bir Amerikan polisi tarafından boğularak öldürmesinin ardından başlayan “eylemlerin Türkiye’ye etkisi ne olur” tartışmalarında kullanılan “Türkiye’de artan ırkçılık” söyleminin kaynağı da anlaşılmaktadır.

RAND, raporda Suriye’nin geleceğini tartışırken, ABD’nin “Türk müttefikler ve Kürt ortaklar” arasında diplomatik çabadan fazlasını göstermesi gerektiğini söylemektedir. ABD’nin PKK’yı Türkiye’de ve Batı Asya’da kendisine en yakın aktör olarak gördüğü ve önümüzdeki dönem de ondan vazgeçmeyeceği anlaşılmaktadır.

TÜRKİYE İLE KOMŞULARI ARASINA NİFAK

Raporda, karşılıklı çıkar ve çatışma alanlarını gösteren tablolar yardımıyla Türkiye’nin komşularıyla olan potansiyel sorunları araştırılmakta, ABD’nin fitne çıkarmak için kaşıması gereken alanlara işaret edilmektedir.

İRAN’A KARŞI İSRAİL İLE İŞBİRLİĞİ MEZHEP AYRILIKLARI FİTNESİ

Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkileri bir sorun yumağı olarak adlandırılıyor. İran’ın Irak’ta büyüyen etkisinin yarattığı sorunlara rağmen Irak ve Suriye’de bir Kürdistan kurulması tehdidinin İran ile işbirliğinin gelişmesine neden olduğu söyleniyor.

Ticaret, enerji, sınır güvenliği ve bölge dışı kuvvetlerin etkisini sınırlamak konusundaki ortak çıkarlar önümüzdeki dönemde İran’la işbirliğinin pekişmesini sağlayacak unsurlar olarak değerlendiriliyor. Buna rağmen, “mezhep ayrılıklarından” dolayı İran ve Türkiye ilişkilerinin gergin kalmaya devam edeceği söyleniyor.

Suriye’nin istikrara kavuşturulması ve İran’ın bölgedeki etkisinin kırılması için İsrail ve Türkiye’nin işbirliğini sağlamak amacıyla ABD’nin ağırlığını kullanması gerektiği ifade ediliyor.

RUSYA, KAFKASLAR VE ORTA ASYA

Raporda Türkiye ile Rusya’nın önümüzdeki dönemde ilişkilerini geliştirecekleri tespit ediliyor: “Türkiye'nin değişen ulusal çıkarları için, NATO yerine Rusya ile çalışmaya daha istekli, ABD için öngörülemez bir müttefik olarak kalması beklenmelidir.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yüzünü Avrasya’ya döndüğünü belirtiyor: “Erdoğan daha çok ülkesinin İslam dünyasındaki yapısını inşa etmeye ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış durumda.”

Türkiye ile Rusya arasındaki gerginlik alanlarını “Rusya’nın hırsı ve Karadeniz’deki askeri gücü, iki ülkenin Ortadoğu, özellikle de Suriye konusundaki amaçlarındaki farklılıklar ve Türkiye’nin NATO üyesi olarak kalması” olarak tanımlıyor.

Rapor “Bugün iki hükümet stratejik bir ortaklık sürdürdüklerini iddia etseler de işbirliği unsurları ve çatışma potansiyeli arasında gidip geliyorlar” ifadesiyle Türkiye ile Rusya arasında güvensizlik yaratmaya çalışıyor.

“Rusya yeniden Türkiye için en zorlu askeri tehdit haline gelmiştir” iddiasıyla da Türkiye ile Rusya arasına nifak sokma çabasını açıkça gösteriyor.

Rus General Valeriy Gerasimov’un 2016’daki Türkiye ziyareti öncesinde, Karadeniz’deki Rus Donanmasının güçlenmesinin kuvvet dengelerini Rusya’nın lehine değiştirdiğini açıklaması hatırlatılıyor. Bu sözde tehdit yüzünden “Türkiye'nin Rus askeri ve ekonomik baskısına karşı savunmasızlığı nedeniyle NATO ve Rusya arasındaki dengeleme stratejisinin devam etmesi muhtemeldir” değerlendirmesi yapılıyor.

Şaşırtıcı olan CHP PM üyesi Haluk Pekşen’in 15 Şubat’ta Halk TV’de RAND raporunun tartışıldığı programda Rus generalin bu açıklamasını hatırlatarak “Karadeniz artık bir Türk Gölü değildir” demesidir. Diğer konuk Sözcü Yazarı Zeynep Gürcanlı da “Akdeniz de değildir, Rusya geldi yerleşti” diyerek, Mavi Vatanımızdaki asıl tehdit olarak Amerikan varlığı değil, komşumuz Rusya’yı gösteriyorlar.

Atlantikçi muhalefetin Türk–Rus dostluğunu hedef alan çıkışlarını, özellikle rapor yayınlandıktan sonra artan düşmanlık körükleme amaçlı psikolojik savaş operasyonlarını fitne planı içinde değerlendirmek gerekir.

abd rapor serdar üsküplü Rand Corporation