DEV-YOL liderlerinden Levent Yakış: Kampanyanın farkındayız! HDP (PKK)'ye verilecek oyumuz yok!

DEV-YOL liderlerinden Levent Yakış: Kampanyanın farkındayız! HDP (PKK)'ye verilecek oyumuz yok!

Son günlerde HDP’yi öne çıkaran yoğun bir kampanyayla karşı karşıyayız. Seçim yaklaştıkça gücünü ve etkisini arttıran bir kampanya bu. Öyle ki, politik arenada yan yana gelmeleri pek beklenmeyen sosyalist, devrimci, muhafazakâr, sosyal demokrat, İslamcı farklı çevrelerden çok sayıda namlı şahsiyetin ardı ardına kampanyaya eklemlendiğini biraz da şaşırarak izliyoruz.

Destek verenler bu denli çok ve farklı çevrelerden olunca neden HDP’ye oy vermemiz gerektiğine dair açıklamalar da farklı farklı hatta birbirinin zıddı olabiliyor.

Örneğin, kimileri HDP güçlü biçimde Meclise taşınırsa Kürt bağımsızlıkçılığının daha da etkinlik kazanacağını söyleyerek özellikle Kürtleri ikna etmeye çalışırken kimileri de tersine, eğer HDP Meclise giremezse Kürt hareketinin daha da radikalleşeceğini söyleyerek başkalarını korkutuyor.

HDP’yi MİT’in kurdurduğunu dolayısıyla desteklenmesinde bir mahzur olmadığını söyleyen sağcılara da rastlıyoruz, HDP’nin güçlenmesinin faşist devleti gerileteceğini söyleyen solculara da…

Bu arada, baraj sorunu yaşayan bir partiye destek vermenin adil ve dürüstçe bir davranış olacağını söyleyen ahlakçı yaklaşımlar da var; HDP’nin barajı geçmesi durumunda AKP’nin sayısal olarak bundan olumsuz etkileneceğini söyleyen hesapçı yaklaşımlar da…

Bu Neyin Kampanyası?

Esasında, Türkiye’de sağ kulvarda İslami temelli akımların, sol kulvarda ise sınıfsal, anti-emperyalist bilinçleri köreltilmiş ulusçu, etnik, mezhebi dürtüleri başka her şeye baskın hale gelmiş unsurların inisiyatif sahibi kılınması soğuk savaşın bitiminden bu yana başarıyla uygulanan emperyalist bir programdır.

Bu programın ilk önemli adımı AKP’nin daha baştan yüksek bir ivme ile iktidara taşınmasıydı. O günden bu güne AKP’nin yıpranması; yetenek, kapasite ve toplum nezdindeki meşruiyetinde belirgin bir aşınmanın yaşanmasıyla birlikte şimdi artık sola dönük müdahaleler aniden hız kazanmaya başladı. CHP’nin Yeni CHP’ye dönüşmesi ve akabinde HDP’nin yedek güç olarak sahneye sürülmesi aynı programın tamamlayıcı adımları olarak gündeme geldiler.

Nitekim, emperyalizmin politikalarını Türkiye soluna pazarlamayı iş edinmiş TESEV, Açık Toplum Enstitüsü, Bianet, Birikim, Eski Radikal, Yeni Cumhuriyet kadroları; CNN, NTV bülbülleri, , kısacası yetmez ama evet’çi taife geçmişte AKP’ye, daha sonra CHP’nin Yeni CHP’lileşmesine verdikleri desteği bugün HDP’ye veriyorlar. Dört bir koldan HDP’nin yelkenlerini şişirecek rüzgârı üflemekle meşguller. Bu işbirlikçi kadronun tutumunda zaman içinde ortaya çıkan oynama ve nüanslar, emperyalizmin tercihlerindeki farklılaşmalara ya da vurgu kaymalarına ilişkindir. Dolayısıyla bunlardaki değişimleri de ele vermektedir.

HDP AKP’yle Mücadele Eder mi?

Önce soruyu doğru biçimde soralım: PKK AKP’yle mücadele eder mi? Doğru soru bu. Çünkü, HDP’nin PKK’den bağımsız bir iradesi yok ki… HDP, tıpkı kendisinden önce sahneye sürülmüş HADEP, BDP ve benzeri partiler gibi yalnızca aysbergin ucu, aysbergin altı olanca ağırlığıyla PKK merkezli Kürt hareketinden oluşuyor.

Şimdi soruyu yanıtlayalım, PKK elbette AKP’yle mücadele eder ama dar ulusçu çıkarları neyi gerektiriyorsa ancak o ölçüde ve doğrultuda… Bunun dışındaki konularda AKP’yle arasında bir karşıtlıktan ziyade örtülü bir ittifaktan bahsetmek daha doğru olacaktır.

Örtülü diyorum, çünkü çıplak gözle gördüğümüz sürekli bir dalaşma, atışma hali. Ancak sahne ışıklarının altında sergilenen aldatıcı oyunu bir yana bırakıp perde arkasına, kulise yöneldiğimizde bambaşka bir tabloyla karşılaşıyoruz.

Oslo görüşmeleri tutanaklarından ortalığa saçılanlar perde gerisinde sistematik bir ittifakın vücut bulduğuna işaret ediyor. Kuşkusuz tarafların her birinin nihai amacı diğerinden farklı, sürece dönük farklı çıkar ve beklentiye sahipler; bu yüzden aralarındaki horoz döğüşünün tümüyle oyun olmadığını, arada bir birbirlerini sahiden gagaladıklarını kabul edebiliriz. Ancak, taraflar, aralarındaki ittifakın çerçevesini çizen Büyük Ortadoğu Projesi’ne bugüne dek sadık kaldılar. En hırçın oldukları anlarda bile Projeyi riske edecek adımı atmaktan kaçındılar.

Oslo’da kurulan masanın başköşesine çöreklenmiş emperyalizmin yapmaya çalıştığı da aslında tam buydu: Tarafların sınır ihlallerini engellemek ve her durumda emperyalist stratejiyi ilerletecek pozisyonda tutmaya çalışmak.

Bu tablo karşısında yalnızca AKP gericiliğini hedef alan ama AKP’nin de parçası olduğu emperyalist tezgâhı gözden kaçıran bir tutum devrimci, sosyalist bir tutum olamaz. AKP karşısında HDP’den (PKK’den!) medet ummak işte böylesi bir yanılgı olacaktır. Türkiye’ye dönük emperyalist tezgâhtan emperyalizmin bir müttefikine karşı diğer müttefikini destekleyerek çıkamayız.

Çerçevesini emperyalizmin çizdiği bir ittifakın bileşenlerinden birinin ya da diğerinin güçlendirilmesi Türkiye’de hâlihazırda yürürlükte olan programın işleyişinde bir aksama yaratmayacaktır.

Bugün canı yanan herkesin sırayla feveran ettiği Türkiye tablosu zaten bu güçlerin mutabakatının bir neticesiydi. PKK kendi dar ulusçu çıkarlarını ilerletmek uğruna bugüne dek AKP gericiliğinin önünü hep açtı. Bunu hem seçimlerde Batı illerinde etki altında tuttuğu kitleleri AKP’ye oy vermeye yönelterek yaptı hem de, kritik tarihsel kavşaklarda AKP’ye can suyu vererek. Bunlardan en önemlisi 2010 Referandumu ve Gezi Direnişi’dir; her ikisinde de son tahlilde AKP’den yana tavır konmuştur.

Kısacası PKK’nin (dolayısıyla HDP’nin) AKP’yi geriletmek gibi bir derdi bulunmuyor. O, yalnızca ardındaki cepheyi genişletmek istiyor, üstelik bunu da AKP’ye en az zarar verecek şekilde yapmaya çalışıyor.

En az zararı verecek şekilde, evet. Hiçbir zaman AKP’ye yönelmeyecek kesimlerin; devrimcilerin, sosyalistlerin, Alevilerin HDP’de toplanması AKP’nin de işine gelir. AKP’nin asli yürütücüsü olduğu emperyalist programın yeni bir Anayasa ile taçlanması için HDP’nin güçlü biçimde barajı geçmesi AKP açısından örneğin çok ister gözüktüğü yeterli sayısal çoğunluğu elde etmesinden evladır.

Çünkü, AKP zorlasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş yasasını değiştirecek sayısal güce kavuşabileceği zamanlarda dahi böyle bir girişimde bulunmadı. Bir devletin kuruluş yasasını değiştirme işi, buna kalkışan partinin Mecliste yeterli çoğunluğa sahip olmasıyla meşrulaştırılamaz. Böyle bir girişimin geleceğe dönük risklerinin altından tek bir parti kolay kolay kalkamaz. AKP de buna cesaret edememiş, tam sınırda durmuştur.

Sağ ve sol cenahın en önemli, hegemonik partilerinin işin içinde olduğu bir Anayasa değişikliğinin meşruiyeti kuşkusuz AKP’nin tek başına sağlayacağından çok daha fazladır. Gelecekte bu meşruiyet sorgulanacak olsa dahi artık suç bir kez paylaşılmıştır. Bilindiği gibi, “Herkesin suçlu olduğu yerde, hiç kimse suçlu değildir.”

İşte şimdi yoğun kampanyalar eşliğinde yapılmakta olan AKP’ye en fazla olumsuz bakan, hatta ondan nefret eden kesimlerin AKP’nin müstakbel suç ortakları Yeni CHP ile HDP arasında itinayla pay edilmesidir.

Cumhuriyetçiler, Türk Aleviler (şimdilik!) CHP’de kalmak üzere; devrimciler, sosyalistler, Kürt Aleviler ve yeni türedi envai çeşit etnikçilerin kendi doğal tabanına ilaveten HDP’ye doğru yönlendirilmesi… Taksim budur.

Kimsenin kuşkusu olmasın başta Kılıçdaroğlu, CHP yönetimi de bu işin içinde. Bu ilk bakışta garip gelebilir, öyle ya, CHP yönetimi kendi doğal tabanı olabilecek kesimleri neden HDP’ye yöneltsin, bu bir seçim yenilgisine yol açarsa CHP yönetiminin intiharı anlamına gelmez mi?

Gelebilir belki ama, bunun intihar mı, intikam mı olacağını henüz tarih yazmadı. Asıl garip olan, Dersim travmasından muzdarip ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı marazi duygular taşıyan bir şahsiyetin, Kılıçdaroğlu’nun, Cumhuriyeti kuran partiye genel başkan olmasıydı. Üstelik benzer duygular taşıyan şürekâsını da peşinden sürükleyerek… Ve yine, aynı travmadan muzdarip olmasa da istisnasız hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlı muarızı olan diğer şahsiyetlere de kapıyı sonuna kadar açarak..

CHP’den geriye ancak posasını bırakacaklarını söyleyebilirim, hem de HDP’yi solun gövde partisi kılmak üzere… Sizce bu intihar mı, yoksa emperyalist desteği arkasına almış “Dersimli Kemallerin” intikamı mı?

PKK’nin Pekişen Hegemonyası

Türkiye solunun kimi unsurlarının PKK’nin türevi olan partilere (HADEP, BDP vb.) verdiği desteğin, hatta doğrudan katılımının bugün artarak HDP’ye yöneldiğini tespit edebiliyoruz. Gidişat, PKK’nin Türkiye solu üzerinde kurduğu hegemonyanın daha da pekişmesi yönünde gelişiyor.

Çoğu kişi, PKK’nin bunu sonuna kadar hakettiğini düşünüyor. PKK’nin ısrarlı ve gözü kara mücadelesi, bu uğurda ödediği bedeller, içinde bulunduğu konjonktürün sunduğu fırsatlardan maharetle yararlanması ve gücünü sürekli arttırması bu algıyı besliyor. Yine de bütün bu meziyetler, olsa olsa, PKK’nin Kürt coğrafyasındaki hâkimiyetini meşru ve yerinde kılar. Ki, bunu sonuna kadar hakettiğine kuşku yok. Ama, işte bu kadar! Bunların hiç biri PKK’yi Türkiye solu kavramının kapsamı içinde saymamızı haklı kılmaz, hele hegemonik konumunu hiç açıklamaz.

Düşünün, daha baştan Birleşik Kürdistan’ı kafasına koymuş, bu uğurda kırk yıl mücadele yürütmüş, merkezi hiyerarşisini, örgütsel yayılımını “dört parçada Kürdistan” tasavvuruna göre yapılandırmış, nihayet arkasına aldığı emperyalist destekle bu tasavvuruna her zamankinden daha fazla yaklaşmış bir örgüt Türkiye solunun merkezine oturacak, bu size mantıklı geliyor mu?

Birleşik Kürdistan davasının ihtiyaç duyduğu mücadele yöntemleri, örgütlenme modelleri, yerel ve uluslararası ittifaklar Türkiye devrimci mücadelesinin ihtiyaçlarıyla aynı olabilir mi? Garabete bakın, kurulacak Kürdistan’dan geriye adına Türkiye denecek ne kaldıysa elinden gelse onu da haritadan silmek için bir an bile tereddüt etmeyecek dar ulusçu bir örgüt Türkiye soluna hegemon olmuştur.

Bu kabul edilemez.

Türkiye solu kavramı, öncelikle Türkiye’nin meselelerini sol bir perspektifle çözmeyi misyon edinmiş, bunu da Türkiye’nin bütünlüğünü gözeterek yapmaya çalışan örgütleri, partileri ve bireyleri kapsayan bir genelleme olabilir ancak. Kendilerini bu çerçevede konumlayan Kürtler de Türkiye soluna aittirler, hatta çeşitli nedenlerle ayrı biçimde örgütlenmiş olsalar bile…

Burada temel kriter, ayrı örgütlenmeyi geçici bir olgu olarak görmeleri ve son tahlilde Türkiye’nin bütünlüğü içinde bir çözümü hedefliyor olmalarıdır. Özerkliği, federasyonu ya da başka herhangi bir idari formu savunuyor olmaları burada ikincil önemdedir; asıl belirleyici olan birlikte yaşama arzusuna, ortak bir gelecek tasavvuruna sahip olmaktır.

Peki, bu duygular Türkiye’nin Kürtlerinde var mı? Evet, var; giderek azalıyor olsa da hâkim duygunun hala bu olduğunu düşünüyorum. Ama kimse kendini kandırmasın, PKK’de bu duygunun zerresi yok. PKK, Türkiye’de doğmuş, gelişmiş ve gücünün ağırlıklı kısmını hala Türkiye’de bulunduran bir örgüttür ama duygusal anlamda da, düşünsel anlamda da artık Türkiye’ye ait değildir. Dolayısıyla Türkiye soluna da ait değildir.

PKK’nin Iraklı, İranlı, Suriyeli militan ve yöneticilerini bir yana bırakın, Türkiye’yi birleştirecek lider diye sunduğu kişiye, Selahattin Demirtaş’a bir bakın… Daha dün, Suriye’de bir Kürt devleti kurmayı ve üstelik bunu da demografik, tarihi, ahlaki hiçbir gerekçesi bulunmadığı halde Lazkiye’den denize ulaştırmayı önerdiğini hala unutmadık. Eli işte (Türkiye’yi birleştirmek!), gözü oynaşta (Suriye’yi bölmek!) diye herhalde buna denir. Soruyorum, Türkiye solunun Suriye’yi bölüp Kürt devletini Lazkiye’den denize ulaştırmak gibi bir meselesi olabilir mi?

Türkiye Solunda Yaşanan Tasfiyeler…

HDP’ye katılarak aslında PKK merkezli siyasaya eklemlenen Türkiye solunun çeşitli unsurları sonunda kaçınılmaz biçimde kendi kurumsal kimliklerini kaybedeceklerdir.

Politikanın kanunudur, aynı politik kulvarda mücadele yürüten örgütler arasında ortak girişimler yoğunlaştıkça, hegemonik olan ikincil olanlar karşısında zamanla daha da güçlü hale gelir. İkincil yapıların kadro ve tabanından hegemona doğru kaymalar başlar ve süreç büyük olasılıkla ikincil yapıların tasfiyesiyle sonuçlanır.

Kısacası, hegemona elini kaptıran bir daha kolay kolay kolunu kurtaramaz. Türkiye solu olarak bu filmi son on yıldır tekrar tekrar izliyoruz. Oda, dernek seçimleriyle başlayıp, belediyelere, genel seçimlere uzanan ortaklıklar Türkiye solunun nice anlı şanlı akımının PKK tarafından teker teker yutulmasıyla sonuçlandı. Birçok örgüt kendi yöneticileri eliyle girdiği bu yoldan bir daha sağlam çıkamadı; ya bölündü ya da tümüyle kayıplara karıştı.

PKK yöneticilerinin son süreçte ayrı durmaya çalışan kimi parti ve örgütlere bazen havuç (milletvekilliği!) sunarak bazense tehdide varan bir tonla HDP’ye katılmaları yönünde çağrı yapmaları boşuna değil, gerçekten. Bu katılımların söz konusu parti ve örgütlerin tabanını artık kalıcı biçimde PKK’nin inisiyatifine tabi hale getireceğini onlar yaşadıkları deneyimlerle herkesten iyi biliyorlar.

Bu nedenle, Türkiye solunun hala ayakta kalabilmiş parti ve örgütlerine düşen bir görev de PKK’nin Türkiye soluna ait olduğu algısını derinleştirecek adımlardan ısrarla kaçınmaktır. Hatta bu algı yok edilmelidir.

Solda taban bulmuş kimi muhterislerin bu algının yerleşmesinde oynadıkları rol gözden kaçırılmamalı ve asla unutulmamalı. Odalar, dernekler, ortak mücadele platformları gibi solun yaşam alanlarında mevkii, makam sahibi olmak, medyada görünür hale gelmek, parlamentoya kapağı atmak gibi çıkarcı duygularla şimdiye dek PKK’ye az alan açmadılar. Bunlara, PKK’yi koçbaşı gibi kullanarak aslında kendi etnik, dini, mezhebi tutkularına alan açmaya çalışan kurnazları da eklemeyi ihmal etmeyelim.

Elbette hiç kimse PKK’ye verdiği desteği bu terimlerle ifade etmiyor, söylenen gerekçe genellikle “ezilen ulusa yardımcı olmak” ya da daha ötesi “PKK’yi Türkiyelileştirmek”. Kimi art niyetle, kimi de safiyane duygularla bu gerekçelere inanarak bildiğini okumaya devam ediyor.

PKK’yi Türkiyelileştirmekmiş, bu kimin haddine?

Varsayalım safiyane duygulara sahipsiniz, etki altında tuttuğunuz insanları, örgütsel tabanınızı, ezilen sınıf ve katmanları, kadınları, Alevileri, aydınları, gençleri ve hatta Türkiye’nin Kürtlerini (evet, Kürtlerini de) PKK’ye doğru itmekle onu yine Türkiyelileştiremezsiniz. Olsa olsa, Türkiye devriminin dayanağı ya da en azından destekçisi sayılabilecek bütün bu kesimleri ABD’nin Ortadoğu projesinin en stratejik parçası olan Birleşik Kürdistan davasının ihtiyaçlarına amade kılarsınız. Yaptığınız da zaten budur.

PKK’nin aynı zamanda Türkiye’de siyaset icra eden bir örgüt olması bazı hallerde işbirliğini ve taktiksel desteği gerekli kılabilir, kuşkusuz. Ancak bu durumda dahi PKK konusunda hayale kapılmamalı, yukarıda sıraladığım şerhleri her daim akılda tutup PKK’yi güçlendirecek adımlar atmaktan ısrarla kaçınmalıyız.

Şimdi yeniden başa dönersek, HDP’nin seçimlerde desteklenmesi hiçbir biçimde bu özel hallerden biri değildir. Aksine Türkiye solunu PKK’nin arkasında toplamaya dönük, hâkim sınıflar nezdinde de kabul gördüğü anlaşılan kritik bir emperyalist hamledir.

Kısacası, “Kampanyanın Farkındayız”…

Her şeyin farkındayız ve PKK’ye verilecek oyumuz yok!

Levent Yakış

http://www.anafikir.gen.tr