İstanbul'da bir apartman görevlisi ölür

İstanbul'da bir apartman görevlisi ölür

Şafak vakti gibi güvenilirler. Gündeüç kez onları kapımızda karşılama şerefine sahibiz, davete gerek olmaksızın. Onlar kapıcıdırlar. Otomatiktir bu düzenli uğramalar çünkü onlar bize hizmet etmek zorundadırlar. Yıpranmış defterleri ve tükenmiş, kısa kalemleriyle gelirler. Bakkal, market siparişlerimizi ve kuru temizlemeye verilecek eşyalarımızı, ödenecek faturalarımızı, vidası sıkıştırılacak gözlüklerimizi, postalanacak mektuplarımızı, ve çoğunlukla önemsiz şikayetlerimizi alırlar. Günde en az üç kez görevlerini yapmaya gelirler. Sabah saat 9:00 da alışveriş ve ayak işleri için. Gene öğleden sonra saat 3:00 te daha varsa alışveriş ve başka işler için. Ve akşam saat 9:00 da bizim çöplerimizi almak ve tabii ki iyi akşamlar demek için. Aslında tüm 24 saat mevcutturlar. Ve sabah erkenden, her sabah, sessizce bizim çok önemli taze gazetelerimizi ve bizim çok önemli taze günlük ekmeklerimizi dağıtırlar. Biz belki de uyanmamışızdır. Neden uyanmak zorunda olalım ki? Belki yağmur yağıyordur, kar yağıyordur, soğuk bir Balkan rüzgarı kuzeyden çok sert geliyordur, yatakta kalınacak bir gün. Fakat her gün onların olağan büyük işlerine tanık oluruz, havanın nasıl olduğu ya da onların nasıl hissettiğine aldırmadan! Gazeteler ve ekmekler zamanında ulaştırılmalı. Bu bir Türk beklentisidir. Ve her sabah erkenden bu küçük memnuniyet gerçekleşir. Ve apartman görevlisinin sonsuz günü başlar.

Türkiye'nin özünden, Anadolu'nun köylerinden şehirlere gelirler, bu yük ve sorumluluk sahibi insanlar. İstanbul'a, Ankara'ya, İzmir'e, Bursa'ya, Adana'ya... nerede bir olanak olduğunu duyarlarsa, oraya varırlar. Eşleriyle, çocuklarıyla, ümit dolu beklentileriyle, hep giderek kaybolan daha iyi bir hayatı arayarak gelirler. Hepimiz aynıyız, aynıyız ama bir farkla, biz şanslı olanlar onların yukarısında yaşarız. Onların çocukları bizim gelip geçen ayakkabılarımızı onların omuz yüksekliğindeki bodrum katı pencerelerinden görürler biz gökyüzünü görürken.

Her gün, bu asil, iyi niyetli adamlar bize konfor, kolaylık, ve güvenlik getirirler. Bu kapıcılar, apartmanlardan sorumlu olan bu adamlar, makina tamiri ve fizik bilirler. Asansörlerin nasıl çıkıp indiğini bilirler, kaloriferin nasıl ısıyı oluşturduğunu. Ve olur da herhangi bir şey bizi endişelendirmek cesaretinde bulunursa, biz sadece kapılarımızın yanındaki çağrı kutusundan ararız onları. Birisi daima bodrum katındaki evindedir. Ve asla çok küçük bir iş yoktur. Faturalarımızı ödemek için paramızı alırlar. Banka kuyruklarında bizim kredi itibarımızı korumak için beklerler. Eksiksiz bir biçimde dürüstler, kapıcılar birçok politikacıda hala olmayan şeyi erken anlamışlar...o da şu ki sizi destekleyen insanlardan çalmazsınız. Onlar bizim muhasebecilerimizdir, mühendislerimiz,bazen musluk tamircilerimiz, elektrikçilerimiz ve marangozlarımızdır. Onlar anahtarlarımızı emanet ettiğimiz, dışarıdaki işlerimizi ayarlayan, çözen güvenilir insanlardır. Onlar alışverişlerimizi yapan, uygun fiyata iyi mallar almaya çalışanlardır. Bahçıvanlarımızdır. Çöplerimizi toplarlar. Girişi, merdivenleri, ve asansörlerimizi temizlerler. Bahçelerimizi tırmıklar, süpürür, hortumla yıkarlar. Ve bazısının iyileştirme ( bioenergy) gibi güçleri vardır. Ve yemin ederim ki, bir ordudaki çavuşlar gibi, subaylar oturmuş terfi hayalleri kurarken, kapıcılar her şeyi hallederler.

En önemlisi, ağır şeyler taşırlar, kilo ve litre ve kasalarda ölçülen şeyler. Bira, rakı, soda suyu, içme suyu, taze sebze, et ve balık, meyve, kutu kutu konserveler, deterjanlar ve... kümülatif ağırlık onları ezer. Hiç bunu düşünür müyüz? Her gün belleri bükülür, omuzları zorlanır, kasları ağırır, toprağa daha yakın ve daha yakın, yavaş ezici ağrı onları aşağı çeker, nefeslerini çalar ta ki...

Böyle insanların değeri nedir? Ölçüleri ve çeşitlerini sayabilir miyiz? Gerçekten? O zaman, bir hayat için ne kadar?

İlyas, bizim apartman görevlimiz, dün öldü. Görevini ifa ederken, su taşırken sokakta düştü, bayıldı. İlyas müthiş bir güce sahipti fakat o bile bu hayat için yeterince güçlü değildi. 48 yaşındaki bir genç adam yıllarca taşıdığı sorumlulukları, özenli, sebatlı ve çok çalışması tarafından yaşlandırıldı. Bir eş, dört çocuk, onları ve apartmandaki insanları yirmi yıldan fazla sırtında taşıdı. Ve sonunda arkadaşları, dükkan sahipleri, arasında , binlerce kez yürüyüp geçtiği sokakta yere yığıldı. Ambülans çağırdılar. Çok çabuk oldu. Hastanede ameliyat oldu, beyin ameliyatı. Bir ya da iki anevrizma vardı. Detaylar önemli değil. O gece vefat etti. Çok berbat bir hızla oldu bu.

Öğlen vakti eve vardı. Apartmanın önünde bir kalabalık toplandı, ailesi, onun kapıcı arkadaşları, apartmandan insanlar, kuaför salonundaki kuaförler ve diğerleri. Erkekler İlyas'ı taşıyan yeşil cenaze arabasına yakın durdular, dualara katılarak. Kadınlar biraz arkada toplandılar, ağlayarak, üzgün gözleri parlayarak. Ondan sonra her şey bitmişti. Bir kaç otomobil ile takip edilen cenaze arabası uzaklaştı. İlyas gençliğinin köyünde dinlenmeye gitti, Orta Anadolu'daki Yozgat'a. Kızı İlknur yıllar önce banaYozgat'ta büyük anne ve babasıyla zaman geçirmeyi çok sevdiğini söylemişti. "Bisikletimi sürebildiğim tek yer" demişti. İlknur şimdi genç bir anne, büyüyen ailesiyle Yozgat'ta yaşıyor. Babasını o kadar çabuk o kadar yakına beklemiyordu. Her şey çok çabuk oldu.

Her kapı çaldığında aklım "İlyas" diye bağırıyor. Ama asla İlyas değil. Bunun dehşetiyle eziliyorum. Bu sabah, İlyas gibi,

gazetelerimi ve ekmeğimi almak üzere sokağa çıktım. Yağmur yağmıyordu--bu günün en iyi kısmıydı.

James (Cem) Ryan

ulusalkanal.com.tr