Özerk üniversite dedi müebbet yedi
İstanbul Üniversitesi tarihinde yüzde 61 oy alan ilk rektör oldu. Cumhurbaşkanı Demirel, ‘İlk defa bir rektör atamasını zevkle imzalıyorum’ dedi. 21 Mart 2008’de Ergenekon tertibinde hedef oldu. Hikmet Çiçek, Silivri’de son söyleşiyi Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu ile yaptı
Sabaha karşı 06.00 sıraları. 21 Mart 2008 günü, Ortaköy sırtlarında 38 dairelik sitede bir dairenin kapısı çalındı. Dairede oturan kişi hekim olduğu için bu saatlerde kapısının çalınmasına alışıktı. Sitede acil bir hasta olabileceğini düşünerek kapıyı açtı. Karşısında mahalle muhtarı, site yöneticisi ve sayıları on civarında tanımadığı sivil şahıslar vardı. Sivillerden biri fotokopi bir yazı uzattı, evin aranacağını ve sonra Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınacağını söyledi.
44 yıl üniversitede hekim, genel cerrah ve öğretim üyesi olarak görev yapan ve emekli olduktan sonra iki yıldan beri de özel bir sağlık kurumunda (Alman Hastanesi) mesleğine devam eden eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun önce şüpheli sonra da sanık olduğu Ergenekon süreci böyle başladı.
Şimdi bu tarihten geriye, on yıl öncesine gidelim.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Konferans Salonunda 5 Ocak 1998 günü, üniversitenin tarihinde 18 yıldır gerçekleşmeyen rektör devir teslim töreni yapılıyordu. Prof. Dr. Bülent Berkarda, görevini yeni rektöre, Prof. Dr. Alemdaroğlu’na devrediyordu.
Alemdaroğlu iddialıydı. Törende yaptığı konuşmada, ilk hedeflerinin “demokratik, çağdaş ve özerk üniversite yasasına sahip olmak” olduğunu belirtiyor ve üniversiteyi 21. yüzyıla taşıyacak olan hedeflerini açıklıyordu. İlk işi, Prof. Dr. Özdem Ang ile Prof. Dr. Nur Serter’i Rektör Yardımcıları olarak atamak olacaktı.
O tarihte Kemal Alemdaroğlu 59 yaşındaydı.
10 yıl sonra. 21 Mart 2008 günü Ergenekon’un bilmem kaçıncı dalgasında gözaltına alındığında 69 yaşındaydı.
15 yıl sonra.İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 5 Ağustos 2013 günü verdiği kararında Alemdaroğlu’nun “bireysel durumuna ilişkin hükmünü” şöyle açıklayacaktı:
140-Kemal Yalçın ALEMDAROĞLU
a) Sanık Kemal Yalçın ALEMDAROĞLU hakkında 5237 sayılı TCK 314/1,313/1,ve 312/1 maddeleri gereğince ayrı ayrı cezalandırılması talep edilmiş ise de, sanığın eylemleri bir bütün halinde 5237 sayılı TCK 312/1 ve 765 sayılı TCK 147 maddelerindeki suçu oluşturduğu, suç için elverişli eylemler gerçekleştirildiği tarihin 1 Haziran 2005 tarihinden önce olması dikkate alınarak, suç tarihinde yürürlükte olan ve lehine olan 765 sayılı TCK 147 maddesinde yazılı “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini Cebren Iskat veya Vazife Görmekten Cebren Men Etmek “suçunu işlediği sabit olduğundan,eylemine uyan 765 sayılı TCK 147 maddesi gereğince AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA...
Ne yapmıştı da özel yetkili mahkeme tarafından böyle ağır bir cezaya çarptırılmıştı eski rektör?
Bir tek o kalmıştı
Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu Silivri cezaevinde kalan son rektördü. Ergenekon operasyonlarında tutuklanan Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay, Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal ve son olarak da hastalığı nedeniyle Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu tahliye edilmişti. Son rektör o kalmıştı. Alemdaroğlu hakkında 11 Mart 2014 günü tahliye kararı çıktı. Aynı gün Mustafa Dönmez, Deniz Yıldırım, Mehmet Eröz, Tuncer Kılınç, Nusret Taşdeler, Fikret Emek ve İsmail Yıldız da tahliye edildiler.
Kemal Hoca, Silivri 1 nolu cezaevinde B/1 koğuşunda kalıyordu. Koğuş arkadaşları E. Kıdemli Albay Hasan Atilla Uğur, E. Deniz Yüzbaşı Hasan Ataman Yıldırım, gazeteci Deniz Yıldırım ve bendim. Tahliye sürecinden bir hafta önce Alemdaroğlu’nun 75. doğum gününü, Hasan Ataman Yıldırım’ın imalatı nefis bir pastayla kutlamıştık. Kutlama bir hafta gecikmeli olmuştu. Çünkü Kemal Hoca doğum gününde (13 Şubat) Silivri Devlet Hastanesi’nde yüksek ateş tanısıyla 20 gün kalmak zorunda kalmıştı. Tahliyeden sonra kendisini aradığımda gene aynı dertten muzdarip olduğunu öğrendim. Gene yatağa düşmüştü. Sevgili Kemal Hocamıza acil şifa diliyorum.
Silivri’de son söyleşiyi Alemdaroğlu ile yaptım. Koğuş arkadaşım ve “suç ortağım” Alemdaroğlu’na sordum, o da yanıtladı.
Bilime adanmış bir ömür
Aydınlık- Hocam, önce sizi bir tanıyalım?
- Alemdaroğlu- 13 Şubat 1939’da Trabzon’da doğdum. İlk, orta ve liseyi Trabzon’da, 1956- 1962 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi’nde okudum. 1962’den 2006 yılına kadar 44 yıl, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde görev yaptım.
1962- 1967 arası asistan,
1967’de uzman,
1967- 1972 arası başasistan,
1972’de doçent ve 1978’de profesör oldum. Deniz’e (Yıldırım) yaşını sordum ya. Onun doğduğu yıl profesör olmuşum!
Atatürkçülerin tasfiye yolunu Cumhurbaşkanı Sezer açtı!
Aydınlık- Bu arada iki dönem İstanbul Üniversitesi’nin rektörlüğünü yaptınız.
- Alemdaroğlu- Rektörlüğümün birinci dönemi 31 Aralık 1997- 31 Aralık 2001 arasıdır. Hatta hiç unutmam, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Hocam ilk defa bir rektör atamasını zevkle imzalıyorum” demişti. İkinci dönem 2001- 2005 arasıdır. Ama ikinci dönem bitmeden, 2004 sonuna doğru (22 Eylül 2004) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından görevimden alındım. Oysa İstanbul Üniversitesi tarihinde yüzde 61 oy alan ilk rektördüm. Görevden alındığımda rektörlüğümün sona ermesine daha 15 ay vardı. Bu kararda YÖK’teki bazı üyelerin etkisi oldu. Hatta Aydınlık dergisi görevden alınmamı, üniversiteden Atatürkçülerin tasfiyesi olarak kapaktan verdi. YÖK’teki dengeleri yıkan ve Atatürkçülerin tasfiyesinin yolunu açan Cumhurbaşkanı Sezer olmuştur.
Liberallerin ‘İkna Odası’ suçlaması
Aydınlık- Hocam, size ve Prof. Dr. Nur Serter’e karşı yıllardan beri süregelen bir kara propaganda var. Şu ünlü”ikna odaları”. Nedir bu, işin gerçeğini anlatır mısınız?
- Alemdaroğlu- ÖSYM sınavları sonucunda üniversitemize her yıl yaklaşık 10 bin öğrenci gelmekte idi. Değişik fakülte ve yüksek okullara kaydolacak özellikle Anadolu ve Trakya’dan gelen öğrencilerin karşılaştıkları güçlükleri en aza indirebilmek için 1998-1999 eğitim ve öğretim yılında tek bir mekanda (Avcılar Kampusu Kültür Merkezi) bütün öğrencilerin kayıtlarının yapılmasını kararlaştırdık. Haydarpaşa veya Sirkeci tren istasyonlarından, Esenler otobüs garından gelen öğrencilerimizi topluca ve ücretsiz kayıt merkezine taşıdık. Ayrıca kayıt işleminden sonra isterlerse aile bireyleri ile Avcılar yurtlarında birkaç gün ücretsiz kalabileceklerini açıkladık. Kayıt merkezine başvuran öğrenciyi en çok üç dakikada kaydediyor, belgelerini veriyor ve yakasına üniversitemizin rozetini takarken “İstanbul Üniversiteli olmak bir ayrıcalıktır” diyerek öğrenciyi bir kez daha kutluyorduk.
Bazı kız öğrencilerimiz türbanlı geliyordu. Onlara kayıtların ancak baş açık olarak yapılabileceği anlatılıyor, İstanbul Üniversitesi gibi çok önemli bir kurumda okumayı hak ettikleri hatırlatılıyor, türban nedeniyle mağdur olmamaları için uyarılıyor, yasalar anlatılıyordu. Böylece çok büyük oranda kız öğrenci türbanı çıkarıyor, fotoğrafını çektiriyor, kaydını yaptırıyordu. Ama cumhuriyetimize numaralar veren bazı basın ve televizyon kanalları, bu uygulamayı “İkna Odası” kavramı altında yorumlayarak yıllarca ve hatta şimdi bile suçlamaya devam ettiler.
‘Türban’ genelgesi
Aydınlık- 31 Aralık 1997’de rektör olduğunuzda nasıl bir üniversite ile karşılaştınız?
- Alemdaroğlu- Üniversitede laiklik karşıtı tavır ve uygulamaların giderek güçlendiği görülüyordu. Koridorlarda gazete kağıtları üzerinde toplu namazlar kılınıyor, cuma günleri dershaneler zorla boşalttırılıp cuma namazı çağrıları yapılıyordu. Özellikle merkez kampüste çarşaflı ve peçeli öğrenciler artmış, bazı erkek öğrenciler cübbeye benzer kıyafetlerle dolaşıyordu. Bir İran üniversitesi gibiydi.
Aydınlık- Bu arada sonradan çok konuşulan bir genelge yayınlattınız.
- Alemdaroğlu- Üniversitemizde bu tür davranışlara karşı sessiz kalamazdım. 23 Şubat 1998 tarihinde yazılı bir genelge yayınlattım. “Kız öğrencilerimizin, bayan akademik ve idari personelimizin üniversitemizin açık ve kapalı alanlarına başları kapalı olarak girmelerinin yasaklandığını ve özellikle öğrencilerimize kimlik denetiminin kapıda görevliler tarafından yapılacağını” duyurdum.
1997 yılı yaz aylarında zamanın Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay, üniversite kayıtlarında ve öğrenci kimlik belgelerinde kız öğrencilerin başlarının açık olması zorunluluğunu belirten bir genelge göndermişti. Benim genelgem de buna uygundu. Yasaları uyguluyordum.
24 Şubat 1998 günü öğleye doğru dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, telefon etti ve durumu sordu. Ben de bir gün öncesi fahri doktora törenindeki olayı ve yayınladığım genelgeyi anlattığım zaman” çok iyi yapmışsınız” dedi. Ancak iki gün sonra televizyonlarda “basiretsiz, beceriksiz rektör” diyerek hakaret ettiğine tanık oldum!
Hikmet Çiçek
Aydınlık