Savaşma cesareti mi, yenme cesareti mi?

Savaşma cesareti mi, yenme cesareti mi?

Gezi Direnişiyle başlayıp, bütün Türkiye sathına yayılan, Haziran Ayaklanmasının ardından, derslerle dolu bir yılı geride bıraktık. Zaferleriyle ve yenilgileriyle, öğreticiliği büyük bir yıldı bu. Bu dersler, önümüzdeki büyük mücadele dönemini ve zafer yolunu aydınlatıyor.

Gezi üzerine pek çok siyasi değerlendirme yaptık. Gezi’yi, ötesine taşıyan Haziran Ayaklanması’nın kamucu, halkçı, laik yönüne işaret ettik. AKP’ye karşı farklı siyasal eğilimlerden insanların, ortak bir eylemliliğine tanık olduk. Türk Bayrağı’nın ve Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganının birleştiriciliğini ve ayağa kalkan kitlenin ana eksenini tarif ettiğini saptadık.

Bugüne ışık tutacak, somut mücadele sürecini besleyecek tartışma, kanımızca, eylem biçimleri üzerinden yürütülecek tartışmadır.

İki Çizgi

Burada kıstasımız somut pratik olacak. Yani, Gezi’nin, kendisini; liberal, milliyetçi, sosyalist, halkçı...vb siyasal kökenli olarak tanımlayan farklı bileşenlerini, kendilerini tanımladıkları, ideolojik kimlikler üzerinden değil, somut eylemlilikleriyle inceleyeceğiz.

Bu daha başlangıç, mücadeleye devam! İşte, bu başlangıçta, doğal olarak yan yana yürüyen iki çizgi, iki eğilim vardı.Bu iki çizgiyi, şöyle ifade edebiliriz.

- Kendiliğindenci çizgi

- Örgütlü önderliği esas alan çizgi

Başlangıç tamam. Ama mücadele nasıl devam edecek?

Kendiliğindencilik: Tohumu Çürütmek

Her kendiliğinden unsur, içinde bilinçlenmenin tohumunu taşır. Bu tohumun filizlenmesi ise ayağa kalkan kitlelerin talepleriyle birleşebilen, örgütlü bir önderliğin müdahalesine muhtaçtır. Eksikliği, kendiliğinden eylemlerin öfke patlamaları, duygusal tepkiler şeklinde sürmesine sebep olur. Giderek büyük heyecandan, umutsuzluğa savrulma durumuna geçilir.

Geçtiğimiz bir yılda, yalnızca kendiliğindenci eylemler beklentisiyle, doğru eylem çizgisini esas almayan girişimlerin yarattığı pek çok olumsuz örneğe tanık olduk. Barikatları yıkan değil, barikatların karşısında yıkılan, biber gazının dağıtamadığı, saatlerce kitleselliğini kaybetmeyen eylemler değil, ilk polis müdahalesinde yere serilen cılız eylemlilikler, kendiliğindenci çizginin iflasını bağıra bağıra ilan etti. AKP’nin polis şiddetinin etki yaratmasına olanak tanıyan, yanlış eylem çizgisi, kitlelerle buluşamadı. AKP, tam da istediği gibi, kuvvet gösterisi yapma olanaklarını bu çizgide buldu.

Savaşma Cesareti, Yenme Cesareti

AKP’nin korku imparatorluğunu yıkan ateşin ilk fitillenmesi 19 Mayıs 2012’de yüzbinleri toplayan Diriliş Yürüyüşüdür; 16 Eylül 2012 Hatay, 29 Ekim 2012 Ulus, 13 Aralık 2012 ve 8 Nisan 2013 Silivri eylemlerinde, TOMA, gaz, cop tanımayan, barikatları yıkan eylemlerdir. Gezi’de bu ateş harlandı. Haziran Ayaklanması’yla, savaşma cesareti milyonlara yayıldı. Ama savaşma cesareti yetmez. Bize yenme cesareti gerekli.

Yenme cesareti somut başarılarla ortaya konulur. Haziran Ayaklanması, ilk başarısını, Gezi Parkını yıktırmayarak ortaya koydu. İkincisi, Gezi Parkı komünüdür; gençliğin özlemlerini içeren, somut bir gelecek tasarımıydı.

Kendiliğindenciliğe saplanıp kalmayan ve doğru bir örgütlü önderlikle yürütülen Haziran sonrası eylemler de başarılar getirdi.

- 7 Temmuz 2013 Gazdanadam Festivali, Gezi Parkı Komününe saldırıya devasa bir kitlesellikle cevap üretti.

- 5 Ağustos 2013 Silivri ve 13 Şubat 2014 TBMM önü eylemi, Ergenekon duvarlarını yıktı.

- 17-19 Mayıs 2014 1919 Gencin Samsun-Ankara yürüyüşü, Kızılay Meydanını 1,5 saat miting alanına çevirdi, yasağı çiğnedi, umutsuzluk ve karamsarlık iklimini dağıttı.

-Milas ve Yatağan işçilerinin özelleştirmeye karşı, ihale ertelenen, ısrarlı, ciddi, başarılı ve halkı kazanan mücadelesi, zafere gidiyor.

Gezi’de Doğan Çocuk

Gezi, zeki, meraklı, öğrenmeye aç ve bir şekilde açlığını tatmin etmeyi bilen çok güzel bir çocuktu. Bu haliyle, masumiyetiyle ve ışıltılı güzelliğiyle, bir şekilde kabul edilebilirdi. Ama ne zaman ki kımıldadı yerinden, emekledi, doğruldu, yürümeye başladı ve bütün ülke sathına yayıldı. Bu çürümüş sistemin efendilerinin saltanatına bir kâbus gibi çökmeye başladı.

Yılanın başını küçükken ezmeye kalktılar. Olmadı. farklı yöntemler geliştirdiler. Algı yönetimi, yalan silahı, provakasyonlar... vb.

Ama halk da yeni yöntemler geliştiriyor. Sonunda, tutucuların, tarihin çarkını geri yürütmeye kalkanların mı, tarihi yürütecek ve yarını kuracak olanların mı kazanacağını göreceğiz.

Geziyi böyle tanımlamamızın bir anlamı var. Çünkü sonrasındaki süreç, bazı çocukluk hastalıklarını da getirdi. Korkacak bir şey yok. Kendiliğindenci çizginin yarattığı hastalık geçer ve organizma daha sağlıklı olur.

“Hep Çocuk Kal!” Çağrıları

Gezi’nin çocuk hali bir kutsanma içerisindedir. Çünkü çocuk kalması, büyümemesi istenmektedir. Özellikle, sözde AKP’den kurtulma reçetesi olarak öne sürülen, sistem içi çözümleri ısıtıp ısıtıp önümüze getirenler, Gezi’ye “Hep Çocuk Kal!” çağrıları yapmaktadır.

Nafile! Gezi, Haziran Ayaklanmasıyla birlikte büyümeye başladı. İşçi tutumunu giydi çocuk, Haziran'da alıştığı barete, madencinin fenerini ekledi ve Türkiye'yi aydınlatıyor.

Ağustos Şamarı Geliyor

Halk hareketi çocukluk döneminden, olgunlaşmaya evrilirken, artık sistem içi çözümlerle gelişimi ve zaferi baltalanamayacaktır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecine girerken, AKP ve Tayyip Erdoğan, hazır olmadığı ve olamayacağı, büyük şamardan yüzünü sakınamayacaktır.

Halk hareketi kendi adayını Tayyip Erdoğan’ın ya da türevlerinin karşısına dikecektir. İş yalnızca muhalefet partilerinin çabalarına bırakılmayacak ölçüde mühimdir. Kolları sıvıyoruz. Haziran’da salladık, Ağustos’ta şamarı çakacağız. Büyük zaferler önümüzde. Yürüyoruz...

Çağdaş Cengiz

ulusalkanal.com.tr